yazabılmek tarıfsız olanı tanık olabılmek kalpteki cinnete..içinden geçenlere hüküm giydirmden,esen bır yelden ummak sabrı,sevdayı,öfkeyı,yaşadıkları kentlere benzeyen ınsanların vefasına sığınmak mı gerek bılmıyorum..ben bır yol bılmezın bozuk pusulasıyım.bılıyormsun kalbımın artık neye çarptığını,neye seğirdiğini bılmıyorum..yazdıklarım sankı bır pazarcının elınde kalan son malları ya atacak ya zararına satacak.oysa ben hepsini onun kalbınden veresiye almıştım..içimden geçenlerın resmı kaydı yok sadece,gözlerımı kapadğımda bır akşam ertesı düşlüyorum.zamanı bir saat doğru gösteriıyordu birde gözleri..şimdi elımde olmayanların kar zarararını not ederken,belkı hala umut edecek bişey yok ama umacak şeyler arıyorum.bir kapı aralığında hayata bakarken atacağım adımın tarihinin tarıfsızlığı.. bak mevsımler değişiyor..benı bıraktığın gün..gece de gündüzle eşitlendı..ikiside daha fazlasını göze alamadı.karanlık kendı payı kadar kaldı..gündüzmü? onu ben hiç görmedım zaten..uzun sohbetlerınde adının herhanıgi bir sözcüğüne rastladığımda.umut hala en büyük işkence aleti..senı sevmeyi bir din bılıp sadece senden gelenlere secde durmak..bütün yanılgılarım,üstüme atılan bütün suçlar.sadece senı severken ak pak.ben sadece seni düşünürken gözlerımı açabılıyorum..keşke..uzun ve kullanışsız bır keşke..
..
Namaz, büyük buluşma, yüceler yücesiyle;
Onsuz din eksik kalır, Kur'an tercümesiyle...
..
Asalak
“Bir canlının içinde ya da üzerinde sürekli ya da geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı. Mecazi olarak; bazılarının sırtından geçinen.”
Bağırsakta yaşayan minik canlılar asalak türünün en masumları belki de.
Asalağın en ahmağı hayatını sürdürdüğü canlının ölümüne sebep olanı olmalı. Çünkü onun hayatı da ölümüne neden olduğu canlıya bağlı.
..
İnancımın hesabını bir tek Allaha veririm,
Bize de din öğrettiler, yalan söyleme dediler...
Yeme kul hakkını sakın, aşağılama insanı.
Gıybet yapıp ta huzura, çıkmayın sakın dediler.
Kaybedersem sevgisini, bütün korkum ondan benim...
Haram yeme diyenler de, en çok ta onlar yediler,
..
Tanrı’ya Ne Yapması Gerektiğini Söylemek
“Tanrı zar atmaz! ” diyen Einstein’a meslektaşı diyor; “Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemeyi kes! ”
Tanrı ne yapar, ne yapmaz? Bunu kim bilir? Hiç kimse! Ne isterse onu yapar ve kimse de ona engel olamaz!
Evrende her an, her şey olabilir! Tüm olasılıklar, tercihe açık tutulmuş. Gözlemci, bunlardan birini tercih ettiğinde o tercihi belirleyici rol oynuyor! Yani tercih, sayısız seçenekten bir durumu belirlemek oluyor! Yani tercih, diğer olası durumları iptal edip tercih edileni belirliyor!
Tercihlere sunulan sınırsız durumları kim belirliyor? Madem tercih, sınırsız durumdan izafi olarak tercih edene izafi belirleniyor o halde tercihe sunulan sınırsız bir olası alan var; bunu kim belirliyor? Cevap çok basit; Tanrı belirliyor seçenekleri ve tercihe sunuyor! Şimdi bu sınırsız seçenekler, madem tercihe sunuluyor o halde sınırsız seçeneklerin tamamı Tanrısal! Tanrı, kusursuz ve abes iş yapmaz ise tercihe sunulan sınırsız olasılığın tamamının da Tanrı açısından bir anlamı vardır! Şimdi bizler, sınırsız potansiyelden, olasılıktan bir tercih yaptığımızda bu tercihin Tanrı açısından olumsuz bir yanı olmaz! Olsa zaten seçeneklerde de olmazdı! Hayır da şer de insana izafi belirleniyor! Tercihe sunulan her şeyin bir yansıması, karşılığı var! İnsan tercih ettiğini, kendi açısından olumlu ise “İyi” olarak adlandırıyor! Tercihinin sonucunu da yaşıyor! Bazı “İyi” olarak adlandırdığı tercihin sonucunu beğenmiyor bu sefer de aynı tercihe “Kötü” diyor ve tercih listesinden kaldırıyor! Sorun şurada; bir tercihe “İyi-kötü” belirlemesini kişi bizzat kendisi yapmak durumunda! Çünkü izafiyet var ve birinin “İyi” olarak belirlediği, başkasınca “Kötü” olarak belirlenebilir; bir tercih, zaten sınırsız olası seçeneklerde var ise Tanrı açısından “İyi-kötü” göreceliliği de yoktur! Tanrı’nın, kendi belirlediği ve seçeneklere koyduğu bir seçeneğin tercih edilmesinden hoşnut olmadığını iddia etmek “Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemek” gibidir!
..
Ne vicdan kaldı, ne din, ne iman
Zıkkımlanacağın kadar zıkkımlan
..
-Genel tesbit-
El değmemiş nazenin, hâl'le bikrini söyler;
Lak lak'a meyyal olan, coşar, zikrini söyler;
Kimi, zıtlıkla suçlar, Laiklik'e, hasmını;
Hasmı, ''Laik devlettir'', diye fikrini söyler.
..
-Sebep olan öğünsün! -
Adam, düşmüş çukura, canı esrar istemiş.
Karısını yollamış, git bul da getir, demiş.
Karısı, çıkmış yola. Almadan döndüğünde,
Eli-burnu kesilmiş. Okkalı dayak yemiş.
..
Şu ümmetin kendisine baştacı ettiği,
Mezhepler belası vardı ya,
Hiçbir ilahi din tevhid’den başka,
Bir şeyi kabul etmezken,
Mesihiler gibi mezhepcilik belası,
Rahmet algısı olmuş,
Oysa dinin kendisi bu belayı red etmek,
..
3]Şiirdeki, şiir boyunca süren, ironiyi görmezden gelip, şiire değin eleştiri konuyu, din ve cami eksenine çekiştirip, insanlar düşüncesinde hassas olanın konumuna oturtulmaktadır. Bu türden haller, bu tür çalışmayı, ziyan okumaktır. Kendi kendimizi paralize etmenin, uyuşturulmanın, inandırılmışlığımızla yüzleşip, kendimizden ürkmektir. İçerik şiir çalışmanın işlenişinde, bu tür hassaslığı hedef alan konu hiç yoktu. Hiç söz konusu da olmadı. Düşünmedim bile. Ama bu vesile ile ben de bu konudaki fikrimi belirteyim. Çünkü bu türcü sığ anlamalar, ileride karşı devrim olacak bir yanılsamaca olmaktadırlar!
Siz eğer bu türden din cemaat söyleyiş eksenli bakışlarlan, özgürlüğümüzü ve kurulan cumhuriyetimizi ve dahi bağımsızlığımızın felsefesini; kendi gayesi kendinde odaklı nesnel bir eksenleşme olaraktan göremezseniz yanılırsınız. Yani Kurtuluş savaşını siz, rotasız ve direksiyonsuz bir süreç gibi görürsünüz. Direksiyonsuz süreci bir araba gibi düşünürsek; arabanın tekeri, aksı, şaftı, rotilleri vesairesi taşıtı bir yere doğru götürürdü. Ama nereye giderdi?
Sonuçta arabanın işleyişi için uygunsuz olacağı bir yere doğru araba, dereye giderdi. Ya da, ileride; kitlelerin gayesi olacak yoldan, çıkardı. Hedefsiz bir sürükleniş olurdu. Direnişlerin; vatan vaazlarının; komutanların tutumlarının; böylesi rotasızlıkla, kontrolsüzlükle, her kafadan bir sesle; bir hareketin gideceği hiçbir yer yoktur.
Görülmektedir ki bu tür, din iman eksenli, dünyayı tek tip at gözlüğü ile gören bilinçsiz söylemldirler. Bu tür eylemlerin, bir kendilik olacaklı çekimleşme alanı olmadığını söylemektir. İkinci olaraktan da, bu tür eylemler odak eksenli olsalar bile, kendi amacını ve gayesini taşıyamayacak bir keşmekeş olurdu. Gibibisinden anlamalar çıkarmak olasıdır.
..
din adına
can alan
o katil ruhlar;
sizin yüzünüzden
bize soğuk gelmekte
okunan o ezanlar...
din adına
..
Vuruyor küçük eller de koca davullar
Trampetler borazanlar veriliyor ataya selamlar
Minik çocuklar gür sesle haykırıyorlar
Ağlıyor Atatürk gururla ağlıyor
Şanlı marş başlıyor kulaklarda çınlamaya
Dünya duruyor sanki bir selam daha ataya
..
İSRAİL SİYONİZM VE FİLİSTİN 3
Bütün dünya ile alay ediyor İsrail kendini büyük gören bir millet. Kendilerini seçkin insan, Allah’ın sevgilisi ve dostu sanan zavallı mahluk. Diğer insanları insanlık dışı bir mahluk yahut bir hayvan, başka bir deyimle ağaçlara sarılı böcek, yok edilmesi gereken haşere sayan bir zihniyet. Bu zihniyet insanlığın karşısına geçmiş kahkahalar atarak katliam yapmakta.
Bütün insanlık sus pus olmuş. Korkudan mı, aldatılmışlıktan mı, bilgisizlik yahut yanlış bilgilendirmekten dolayı mı? Ya da başka bir ihtimalle bütün dünya zalimin arkasında saf tutmuş bile bile, isteye isteye. Bu gönüllü köleliğin tohumu ne zaman ve nasıl atıldı? Buna bir bakmak, tecessüsümüzü bu alana kaydırmak gerek. Daha fazlası giderek hatta zorunludur. Bu alanın araştırılması, incelenmesi hayati önem arz etmektedir.
İslam karşısında birliğe giden bir yapı var tam anlamıyla. İslam’ı bir sapma olarak gören kitabı mukaddes cephesi o günden sonra bu din mensuplarını sapkın, anarşist ve terörist saydı. Kitaplarını birleştirdi ve muharref batıl bu iki din kendilerini yürürlükten kaldıran bu yeni dine cephe aldılar. Yahudilik başlangıçta İseviliğe baş düşman ilan etmişti. Önce ona açıkça savaş açtı. Sonra onu sinsice tahrif etmeye yöneldi. Bu konu Mevlana’nın Mesnevi’sinde çok veciz bir şekilde anlatılıyor. Sonra putperest Roma tarafından dönüştürülerek benimsendi.
Ve tahrif edilen bu iki kitabi din onları yürürlükten kaldıran İslam’la karşılaştılar. Baş edemeyeceklerini anladıkları İslam’a karşı birleştiler. Muharref Tevrat ve İncil’in Kitap-I Mukaddes olarak birleşmesi bu dayanışmanın eseri. Ayrıca kurnaz Yahudi Hristiyanlığı içinden kuşatan Evangelizm kurarak kendi ideallerine Hristiyan dünyadan gönüllü köleler edindi.
..
Günahtır yapma dedim, ama ikna olmadın,
Hakka kavuşmuş kula,rahmet ile dolmadın,
Ne peşinden gitmiştin, ne de benle kalmadın,
Giden geri gelseydi,babacığım gelirdi........
Ruhuna eza verdin, naaşına zulm ettin,
Hakkın emri bu idi,isyanla kabre gittin,
..
“ HAYDİ GİRİN KOL KOLA “
.
Millet böyle istiyor, haydi girin kol kola
Hizmet aşkı içinde, birlikte çıkın yola
Ne renk ne dil ne köken, Irk Din diye ayrım yok
Kardeşçe kucaklaşın, sapmayın sağa sola
.
..
GERÇEK YOL BİR
Allah bir, peygamber bir, kitap bir
O ayrı ayrı yollar niyedir?
Dördü hak diğerleri tu kaka
Diyen, birden ötesi niyedir?
..
Ayrıldık; bir buğdayın başaktan ayrılışı gibi değil bir kovanın çekirdeğiyle vedalaşması gibi.Önce cinsiyet ayırımı yaptılar peşine yediye böldüler yurdu,her bölgeye bir isim verip diğer bölgeyi düşman ilan ettiler.Sağ-sol diye taraflar yaratırken insanları zengin fakir diye sonu belli merdivenlere basamak yaptılar ve yüreği sevgi nedir bilmeyen doğuştan fakirleri o tahta sultan yaptılar.Yetti mi? O da yetmedi insanların sıcak yüreklerini birbirinden ayırmaya...Ve mezhepleri meze yaptılar nefislerinin masasında.Çok canlar yaktılar,bir çok canı hayatla sevdiği arasında barut yapıp o kovanın dip kısmına ansızın vuran iğne oldular ama özünde sevmek yatan yürekleri yine de ayıramadılar.Yüreği sıfır çekerken üstünde bol sıfırlar bulunan kağıt parçasına sahip olanı kocaman gösterip taparlarken o sıfata anlam veren en baştaki rakamları görmezden gelip yerden yere vurdular.Aslında insanları birbirine düşürüp kutuplaştırırken hem kendilerini hem de insanların güvenini sıfırladılar ama sevmenin din,dil,ırk gözetmeksizin doğuştan var olan iki el,iki ayak,iki göz gibi büyüyen gizli bir organ olduğunu hala anlayamadılar.Ey benim doğmadan ana rahminde sevgiyle beslenmiş insanım; sen ne kadar bu kutuplaşmalarda bir yana kayıp gitsende,göğüs kafesini oluşturan kaburgalarının koruduğu bir yumruk büyüklüğündeki kalbinin içinde her daim seninle büyüyen sevgiyi istesende yok edemezsin...
..
DİNİN DÜNYEVİLEŞTİRİLMESİ (SEKÜLARİZİM)
İslam’ın en temel umdesi olan Allah için (lillahi) ve Allah adına (fi sebilihi) iş yapma olgusu dünyevileşme süreciyle kaybetmekte olduğumuz iman’i değerlerimizdir.Salih amel olarak vasıf edilen ve sırf Allah rızası ve Allah adına yapılan her tür iş bu kapsama girer.Allah Resülü iman’ın şubelerini sayarken 72 şubeden bahsetmiş ve en yüksek şubeyi kelimeyi Tevhit en düşük şubeyi ise yoldan geçenlere eza veren bir taşı kaldırmak olarak sınıflandırmıştır.Burada dikkati çeken diğer bil ölçü Allah için sevmek ve Allah için buğuz etmek yine imani bir amel olarak zikredilir.Dolayısıyla bütün işlerde bun temel ölçü esastır.İslam bir işi besmele bilinci ile yapmak bunun zıddı olan dünyevileşme ise besmeleyi ortadan kaldırıp dünyayı ve menfaati onun yerine koymak esasına dayanır.Ameller tarih boyu bu iki niyet çerçevesinde gerçekleşip durmuştur.Besmeleyi kaldırmanın diğer bir ifadesi bu gün laiklik olarak ortaya konulmaktadır.Aşkının kamudan ve hukuktan dışlanması olarak algılayacağımız bu ideoloji dünyevileşme dolayısı ile besmeleyi(Allah adına iş yapma) dışlama faaliyetidir.
Son iki yüz yıldır bu dünyevileşme batı eksenli düşünme ve batının kör hayranlığı neticesinde İslam dünyasında da hakim ideoloji haline gelmiştir.Fakat bu sapmanın temeli kurumsal olarak Emevilere kadar dayanır.Bireysel olarak ise önceden abit bir sahabe olan Salebe örneğinde vücut bulan bu dünyevileşme daha sonra Emevilerle bir yönetim biçimi haline gelmiştir.Devleti ve yönetimi kutsallaştıran hatta Arap ırkını mitleştiren tavrın çözülüşü olarak başlayan dünyevileşme ve bu ifrat duruma karşı terfidin ifadesi olan saltanat zevk,sefa ve zülüm kurulan bir düzen Abbasilerle devam eden ve Allah adına işlenen zülümler,Allah’ın yer yüzündeki gölgesi olarak ünvanlandırılan sultanlar ve bunların güya Allah adına işlediği cürüm ve işkenceler ortaya koymaktadır ki bir işi Allah adına işleniyor diye lanse etmek o işin Allah’ın rızasın uygun olduğunu ispat etmek için yetmemektedir.Burada temel ölçü ‘emredildiğin gibi dost doğru ol.’emri ilahisidir.Bir iş hem Allah adına,hem Allah için hem de Allahın koyduğu temel ilkelere uygun olacak ki orada Salih amelden söz edilebilsin.Amel görünürde kurallara uygun da olsa Allah için değilse ondan Salih amel olarak söz edilemez.bu o işin iyi niyetle yapılsa bile temel kurallara uymaması durumunda da aynı sonucu doğurur.Yahudileşme de diyebileceğimiz bu felsefenin temel argümanı dini besmeleden uzaklaştırıp sırf zahiren hukuka uygunmuş gibi gösterme diğer bir ifade ile muhafazakarlık olgusudur.Politika ile (siyaset kastedilmiyor) hayatımıza ve inancımıza musallat olan –bazan devlet baskısını ve din dışı eğilimler bahane edilerek-muhafazakarlık ve ılımlı İslam söylem ve anlayışı bu dünyevileşme ve raydan çıkışı ifade eden ideolojik kavramlardır.Bu mantığa göre aslı yerine uygun benzerini ve ılımlısını (yılışığını) koyma –Yahudiler gibi Cumartesi balıkların önünü bentle kesip Pazar avlayarak avlanma yasağına uyduğunu zannetme-modern tabiriyle ortanın sağı,merkez sağ,muhafazakar milliyetçi,reel politik gibi tabirler bu dünyevileşmeyi ifade eden kavramlar olarak ortaya atılmakta,Allah katıksız (hanif) bir inanç ve nizam isterken değişik gerekçelerle bazen da kasten İslam ülkelerinde ortaya çıkan İslam Liberalizmi, İslam Sosyalizmi, yeşil Müslümanlık ve ılımlı İslam gibi nazariyeler hep bu dünyevileşme ve aşkını dışlama ve süte su katma hastalığının tezahürleridir.Bazen dünyevileşmeye güya masumane şu gerekçede mazeret olarak sunulabilmekte:İslam karşıtları onun gerçek hali ile yaşanmasına ve savunulmasına müsaade etmiyor o zaman menderes çizelim,saman altından su yürütelim,en azından bir kısmını sulandırıp seyreltelim,ehven,i şer olanı yahut maslahat olanı yaşayalım İslam siyasetini yaşamak mümkün değil,o zaman Müslümanlar olarak mevcut sistemi işletelim v.s gibi argümanlarla kitleyi sistemin içine çekmekte ve dünyevileştirmektedir.bu argümanların ne kadarı ne ölçüde doğrudur bu başlı başına geniş ve problemli bir konudur ama ümmeti taşıdığı nokta maalesef dünyevileşmedir. bu şekilde din karşıtlarının zorbalıkla ve baskıyla beceremediği şeyi Müslüman politikacı becermekte kendisiyle beraber Müslüman kitleyi dünyevileşmenin kucağına sunmaktadır.Bu bir nevi Müslüman siyasetçi eliyle seküler rejimin kutsanmasıdır.Büyük imamların hayatlarını incelediğimiz zaman onların Emevi ve Abbasi yönetimlerinde görev almaktan şiddetle kaçındıkları hatta teklif edilen büyük makamları işkence görmek bahasına reddettikleri hatta büyük imam Ebu Hanife ‘nin bu sebeple zindanda işkence altında şehit olduğu bilinen bir tarihi gerçek olup hep bu sistemi meşrulaştırma endişesinden kaynaklanmaktadır.
Dünyevileşmenin en temel karakteri beşeri ideoloji ve sistemlerle ilahi otoriteyi sentezleme çabasıdır bu çaba dinin beşer arzu ve isteklerine kurban edilmesi olarak ta algılanabilir.bunun ismi ister laiklik ister muhafazakarlık isterse de ılımlı İslam olsun netice hep aynı noktaya çıkmaktadır.Katıksız ve halis bir din yerine batıl elbisesi giydirilmiş hak kisvesidir bu.Oysa İlahi otorite dini Allaha tahsis etmeyi emretmektedir.Bu dinin en yetkili temsilcisi olan H.z. peygamberin örnek mücadelesi incelendiği zaman onun bu tip bir sentezi şiddetle reddettiği sağ eline güneş sol eline ay verilse de böyle bir uzlaşı ve tavize yanaşmadığını ve en son aşamada ‘sizin dininiz size benim dinim bana.’Bkz.Kafirun Süresi diyerek bu sentez ve uzlaşmanın mümkün olmayacağını ve de hak ile batılın asla bir noktada buluşup uzlaşamayacağını ortaya koymuştur.Her ne sebeple olursa Olsun bu böyledir.Peygambere dahi maslahat ve reel politik olarak böyle bir uzlaşı hakkı tanınmamıştır.kaldı ki diğer kulların bu konuda hiçbir yetki salahiyetleri yoktur.
Diğer bir dünyevileşme hastalığı beşeri felsefelerle İslam’ı yorumlama yanlışlığıdır.tarihte de sıkça rastlanan Hint ve İran mistizmi yada Bizans ve Yunan felsefesi yada diğer milletlerin efsaneleri ile İslam’ı yorumlama çabası hep aynı sonucu vermiş ve ortaya Kuran ve sünnetten uzak Allah’ın kabul etmeyeceği düşünce biçimleri çıkmıştır.Bu gün de Rasyonalizm,pozitivizm v.s gibi modern düşünce ekseninde Kuran ve sünneti anlama ve yorumlama çabası bu dünyevileşmenin ürünüdür.Bu dini kendi asli bağından ve otoritesinden koparıp dünyevileştirmedir.
Modernizm ve İslam moderniz mi olarak tabir olunan İslamı modern mantık ve bilimin ölçüleriyle yorulmama çabası da yine bir dünyevileştirme biçimidir.Mucizeleri dahi bilimsel kurallar çerçevesinde anlamaya çalışan bu zihniyet İslam ahkamını da tarihsel sayma yanılgısı içerisindedir.Oysa İslam genel hükümler ve kevni yasalar anlamında kıyamete kadarki son sözünü söylemiş ve defteri kapatmıştır.Modernizmin kaynağı olan felsefe ve bilim ise şüphe ve var sayım üzerine kurulu olup daha son sözünü söyleyememiş zandan ibarettir.o zaman zanni olanla ilahi olan mukayese edilemeyeceği gibi sentez de edilemez.hele de İslamı bu zann’i değerlerle yorumlamak başlı başına cürümdür.
..
Belki de asıl ilk günah budur; sevmeyi ve mutlu olmayı, zamanı, ânı bir an önce tüketme, bir an önce bitirme saplantısı olmadan sonuna kadar yaşamayı becerememek. Michaelstader, buna razı olmayı becerememek, derdi. İlk günah, hayatı zapt eden, geçişi sırasında alıp götürdüğü her saati dayanılmaz hissettiren ve hayatın zamanını yok etmek, bir hastalık gibi zamanı daha hızlı geçirmek zorunda bırakan ölümü takdir eder; zamanı öldürmek, intiharın nazik bir şeklidir.” Kitabı kapatıp hafızama hızla akan kum saatini ters çevirince zamanı taammüden öldürdüğüm yıllara geri döndüm. Saatleri hoyratça tüketirken gençliğin saflığıyla hayatı hiç bitmeyecek sanmasının huzurunu düşünce çokbilmiş bir rahibin sorduğu soruyu hatırladım. Küçük bir çocuğa, “hayatının son beş dakikasını ne yaparak harcamak isterdin” diye soran din adamına çocuk omuzlarını silkip “hiiiç, yine oynamaya devam ederdim, ne yapmalıydım ki” diye cevap vermiş. Hiç büyümemek de güzeldir, dedim kendime.
..
Allah'ım
Kur'an peygamber din
Gönderdin
Kur'an da başka
Halkta başka
..