Bilim dini destekler içinde Hak var ise…
Hakikat daima net düşmüyorsan yeise…
Din, bilime ters değil çünkü Rab’bin emridir,
Bilim çelişir ise çok şey kesin eksiktir…
Din, yorumsuz yaklaşır sonucu hakikattir,
..
Din daima gerekli kul hakkını yeme, der,
Zulüm büyük kul hakkı Rab’bim bunu reddeder…
Merhameti önerir vicdanlıdan yanadır,
Hakikatte bulun, der batılsa kınamıştır…
Biz insan kullarına mutlaka din gerekli,
..
Din yoksa başıboşsun ya da uzaklaşmışsın,
Hakikatten uzakta, boşuna dolaşmışsın…
Din kuvvetlendirici, aklı ve de hayali,
Duyguların bozulmaz yaşarsın tam güvenli…
Dinin yoksa mahrumsun gerçekten, hakikatten,
..
Bil ki aldanıyorsun, Rab kabul etmeyecek,
Cennete girmek varken şahsın giremeyecek…
Çünkü başka din yoktur din, kâinatta tekdir,
ALLÂH(c. c.) bir olduğundan, dinimiz de tevhittir…
Tevhitse İslam demek, İslam tek hakikattir,
..
Merhaba dostlarım;
Ülkemizde din ve yaşanması hakkında çok yanlış algı var.Mesela bir kişi dine yönelmiş deyince,hemen kadın ise baş örtüsü erkek ise namaza başlamış geliyor.Yani din denilince insanımızın algısı,namaz,oruç,baş örtüsü sakal vs. şekiller akla yerleşmiş.Ayrıca,kuranın anlattığı Allah dahi anlaşılamamış ki,kişi parmağını göğe kaldırarak yukarısını gösteriyor.Şimdi bu algılar ışığında,insanımız ve seçimleri tercihleri,attığı oyların ne kadar yanlış seçim ve tercihler olduğunu yazacağım.
Aslında kuranın vermek istediği mesaj alınamamış.Bütün dinler hatta felsefeler ve kitapları insanları uyarır ve doğru dürüst bir fert olması ve insanlığa faydalı olması için uyara gelmiştir. Bütün dinlerde ve felsefelerde dürüst olun,yalan söylemeyin,hırsızlık yapmayın vs vs uyarır gider.Niçin uyarır? El cevap insanın iyi dürüst bir fert olması için.
Şimdi dostlarım,Dine yönelmek ve ibadet denilen olguların içi boşaltılmış ve sadece şekile indirilmiş bir toplum çoğunluğunun algısı ile karşı karşıyayız.Bir insana içten,güler yüz ile bir selam vermenin dahi bir ibadet,bir sadaka olduğu bir dinin mensuplarıyız.Allah katında din islam dır.Ve dahi insanın gelişmesi gibi tek din olan islam da gelişerek son halini almış ve tüm çağlarda ki insana bilgi yol haritası verir duruma gelmiştir.
..
Ayıklanıp atılmaz içimizde bir ruh var,
Üstüne de basılmaz din daima bize kâr…
Rab’bin emirleriyle huzura kavuşturur,
İçini ve dışını, temizleyip durultur…
Din kesin gereklilik, ümidi eksiltmiyor,
..
Kusurlarımız bitmez zamanlama gerekir,
Seviye zaten düşük din ayar gerektirir…
Sabır tavsiyesiyle hakikate sevk eder,
Nefret, kin, hırs gibi tüm duyguları frenler…
Yardımlaşmayı sağlar kavga, dövüş istemez,
..
Bu hal Tevrat inanırları ile başlamıştır. Bir pagan Sezar iken Konstantin, iktidar olunca güya Hıristiyan birliğini, imparatorluk birliğine çevirmek için, dini toplumsal yaşamın temeline yerleştirdi. İktidar oluşla monoteist anlayış zulmü zirveye taşıdı. Bir kere, erkin gücü, kilise ile imparator arasında paylaşılamadığından, ilk önce, birlik buralardaki çatışmalardan dolayı da sağlanamıyordu.
Başlangıçta pagan Ya da payen Roma'nın, Hıristiyanlara bakışı şöyle idi: Hıristiyanlığa tahammülsüz, hoşgörüsüz, olmalarından ve tek kurtuluşçu anlayışın kendileri olmaları vs. hesabı ile Hıristiyanlara, (dinsizlik aşılıyorlar diye) işkence ve zulüm yaptılar. Konstantin’le birlikte iktidar olan Hıristiyanlık, iktidara geçince payenlere zulüm ve işkence uyguladılar. Adeta tam bir hoşgörüsüzlük abidesi sergilendi. Kendisini mutlak kurtuluşçu din ilan eden Hıristiyanlık, rakipleri öldürerek düşünmekten kurtarıyordu!
Hoşgörüsüzlük bununla kalsa iyi! Ortodokslar sapkınlara zulüm ederlerdi. Alev alev odun yığınları üstünde kadın erkek yakılırdı. Yakılan sapkınlık aslında özgür düşünce idi. Farklı inançtan müminlerle ve aynı inançtan olupta, farklı düşünen müminler, kişisel fikirler yakılıyordu. Nasıl Hıristiyanlığa inanmak özgür düşünce ise, inanmamakta özgür düşünce idi. Ama monoteist anlayış insanları yakıyordu. Hem de kendi mümkünlüğünü sağlamaya muktedir Tanrı adına!
Katolikler de Protestanları yakıyordu. Bu son iki olay, ilki ortodoksların güya sapkınları! Yakması; katolik ve Protestanların da, bir birini yakması, monoteist anlayışların doğal olarak ikileşip çoklaşması, plürallaşmasıdır. Kendi kendinin, mümin evlatlarını yemesidir. Hoş evladı olmayan anlayışları da, yemesi gerekmiyordu ya...
..
Akıl devrede ise Rab’be şirk koşulmuyor,
Rab’bim ki zaten bir şirkin affedilmiyor…
İslâm yalnızca din, bozulmamış hakikat,
Rab’bime ait tek din, konulsa da barikat…
Ortak eklemek olmaz, yardımcı da katılmaz,
..
Din bahsinde birileri
Şunu öğrenemediler hâlâ
Ya da öğrenmek işlerine gelmiyor:
Din düşmanlığı diye bir şey yok.
Lâyıkıyla dindar olamadıkları,
Her günaha girdikleri,
Her harama el attıkları halde
..
Ey ümmet-i Muhammed, dur da bir bak haline,
Özünden kopmuş nesil gör bu gün ahvali ne?
Nüfusuna bakıp ta, güvenme ahaline,
Bu koskoca güruhun çoğu şeytan cin bugün.
Küfrün ortak düşmanı, “İslam” adlı din bu gün.
İslama düşman olup, Müslüman bilinenler,
..
Sanatın Kenarından
Sanat yaratıcı tarafından ”bedene üflenen ruh”un özüne duyduğu hasretin çabası, arayışıdır. Bu arayışın “neylerse güzel eyler” olan mutlak güzelliğin sebeplerdeki hallerinin keşfi de sanat eseridir.
Bir sanatçı eserini ortaya çıkarabilmesi için kendisine ilham gereklidir. İlham insanın özüne doğan duygu ve düşüncedir. Bir esin halidir. Kişiye özel ama kendi elinde olmayan bir durumdur. İlham, kuralsız, özgür, kendinden başka bir varlığa tahammülü olmayan bir misafirdir. Öyle bir misafir ki geldiğinde kendi evine gelmiş gibi gelir. Kimseye hoşgörüsü yoktur. Kıskançtır. Kıskançlığı sanatçıyı etkisi altına alır. Onu dışarıdan görüldüğü kadarıyla bireyci, bencil bir tip olarak biçimleyebilir. Bu etki altındaki sanatçı görünüşü, yanlış anlaşılmalara neden olabilir. Oysa narin kalpli sanatçının özü bencil değildir. Öyle olsa eşyanın ve canlının doğasını hissedemez, onunla empati kuramaz. Dolayısıyla ilhamın ruha giriş yaptığı kapıları, pencereleri kapatmış olur. İlhamla irtibat kesilince de örneğin şair, şiir yazamaz. O zaman sanatçı tevazu sahibi olmak zorundadır. Yoksa tevazu sahibi olmayan sanatçıya ilham nasıl gelsin?
İlham ruha gelir. Ruh bedenin özüdür ve duygularla donatılmıştır. Duygular iç dünyamızdaki her türlü empatinin şekline bürünebilen görülen ve görülmeyen olay ve nesnelerin ruhta oluşan iz düşümleridir. Ruhumuzda oluşan manevi iklimlerdir. Ruh tepkisini duygularla ortaya koyar. (Nefsi oluşturan içgüdülerle duyguları karıştırmamalıyız) Ancak ruhun etkilenişi her zaman maddi sebeplere dayanmayabilir. Onun sonsuz boyutlarında olan ve maddi sebeplere dayanmayan dinamiklerin etkisinde kalabilir. Yani gözsüz gördüğümüz rüya gibi, sebepsiz ilhamları da konuk edebiliriz.
Bu hal bazen tanımlanabilir. Bazen de tanımlanamaz. Çünkü gelen ilham öyle güçlü öyle büyük bir âlemden gelir ki sanatçı onu dışa vuramayabilir. Bazen kendi kapasitesini aşan bir durumla karşı karşıyadır. “Zira bu terazi bu kadar sikleti çekemez”durumu hasıl olur.
Sebeplerden etkilenen ruhun tepkisi –dışa vurumu- etki derecesinin algılayışı insandan insana değişir. İlhamın gücü diyebileceğimiz bu etkilenmede duygular anlamlı bir şekilde etkilenirse; yani ruhu bir piyanoya, duyguları da notalara (piyano tuşları) benzetirsek ilham, bu tuşlara bir anlam icra edecek şekilde dokunur. İç dünyaya (ruha) düşen bu anlam bütünlüğünün estetik halinin dışa vuran çeşitli şekillerine sanat eseri diyoruz.
..
5- Bu tipik bir ilk ve orta çağa özgü, Batlamyuscu bir mantıktır. Kendisini evrenin merkezine koyan ve evreni kendi heva, heves ve temayülleri için döndüren bir mantıkdır. Sanki evren sizin bina, zina yapıp yapmamanız, üzerine dönüyordu. Evren baktı ki Dünya da, bir bina zina olayı var; evreni kendi çevrelerinde döndürenlere istinaden; hemencecik kıyametin, yelkenlerini suya koyu verecekti!
Bu sözdeki bina zina ses uyağı da anlamı güçlendiren,tembihi akılda tutturan bir teşbih olmasıyla, kel başa şimşir tarak kabili sözün anlamını düşünmeden, hatırlama ve telaffuz kolaylığı da, kabule yatkın olmayı körükleyebilmektedir.
Kıyametler görece özel bağıntılı olmakla, evrenin orasında, burasında; gezegen ve yıldızlar ve hatta gökadalar odağında bir ölüm doğum şeklinde hep sürecektir. Yine kıyamet görece ve özel bağıntılı olmakla ve özelliğin giderekten genelleşmesinden ötürü de, bir genel kıyamet kaçınılmazdır.
Oysa her yeni düzey ve düzlemler; yeni yeni ilişki biçimi ve yeni yeni biricik olmayan ahlakı ve dinsel edimler hep olurlar. Ve yeni ilişki biçimleri; yeni olan ahlaki, erdemse ve dinsel tutumların da ruhsarı, kaynağıdırlar.
..
Yıkma minarelerimi, yakma din kardeşlerimi;
Senin Allah’ın, kitabın yok mu; biraz imana gel!
Meydanı pek boş mu buldun, sonunu hazırlıyorsun;
Her kim ve ne olursan ol, inançlara saygılı ol!
Kıyma güçsüz insanlara, vurma din kardeşlerimi;
Hiç mi vicdanın kalmadı; biraz olsun imana gel!
..
Helebçe de
elma kokulu
gazlar
üzerimize yağdığı zaman
onlar
din kardeşiydi
Roboski de
..
Kalmadı insanlıkta
Ne vicdan, ne merhamet
Ne yüksek ahlak, ne fazilet
Şarlatanlar görev başında
Allahım sen bizi, ne olur affet
Yıllardır Alevilere atılan iftira, zan kalmadı
..
Söylediklerim acı, sivri ve inciticidir. Eğer görüşlerimde hakikat payı olduğuna inanıyorsanız, lütfen, bu acıtıcı sözlerimden dolayı beni affedin. Zira maslahata göre konuşmak, insanların hoşuna gider. Yalan, hile ve pohpohlama tatlı, hakikat ise acıdır. Ağrının olduğu yeri uyuşturmak ve hastalığın varlığını inkâr etmek hastayı sakinleştirir. Ancak biz, hasta ile karşı karşıyayız ve acı da olsa şu gerçeği açık ve net bir şekilde ona söylememiz gerekir: “Kanser, kanında, beynin derinliklerinde ve kalbinin merkezinde büyük hasarlara neden olmuştur. Hastalık ilerlemiş, zaman kısıtlı ve musibet ağırdır.”
Bir kimse, yukarıda sözünü ettiğimiz geleneksel ve kapalı dinî muhitte dinin esaslarına inanır ve dindar olursa; İslâm, Şiilik ve Allah gibi dinî konulardan söz ederse, halkın teveccühünü kazanır, eli öpülür, geçimi temin edilir, saygı görür ve nur yüzlü, âlim ve manevî bir lider olarak telakki edilir. Hatta din yoluyla ve din adına bir servet de kazanır.
Ben ve benim gibilerin yaşadığı ortamda ise tam tersine, dine inanmak büyük bir suçtur. Bir öğretim üyesi, bir öğrenci, bir mütercim, bir yazar, bir sanatçı, bir şair, bir düşünür, bir filozof, bir sosyolog ya da bir psikolog dinî bir eğilime sahip olursa, bu durum, onun için sosyal, ilmî ve fikrî bir zaaf olarak kabul edilir. Bizim yaşadığımız ortam, geleneksel dinî muhitin tam tersi bir özelliğe sahiptir. Zira geleneksel dinî muhitlerde bir kişi, dua edip farz namazları kaçırmıyorsa, hele hele bazen nafile namazlar da kılıyorsa, hem maddi hem de manevi hayatını temin etmiş olur. Oysa bizim camiada, iyi eğitim gören, çağdaş okulları tanıyan, çağın kültürünü ve dünyaya bakışını bilen bir ilim adamı dinî, İslâmî ve Şiî inançlara sahip ise fikrî ve ilmî bütün kariyerlerini kaybeder. Eğer ilmî kişiliği, inkâr edilemeyecek bir güçte ise bu sefer ahlakî ve sosyal bakımdan eleştiriye ve ithama maruz olur ve onun hakkında şöyle sözler sarf edilir: “Bilimi, dinin hizmetine sokuyor ve şunun bunun menfaati için kullanıyor; böylece de insana ve zamana zarar verip halkın duraklamasına ve gerilemesine neden oluyor! ”
İster sosyolog, ister psikolog, ister felsefeci, isterse mütercim olsun Avrupa’dan gelen bir kişi, aydın olmanın sorumluluğunu taşıyıp ilerlemeden yana olur ve bilimsel değerleri savunursa; bunun sonucu olarak da J. P. Sartre ya da Bertolt Brecht gibi asrımızın aydın ve bilim adamlarından bir çeviri yaparsa toplumda evrensel bir şahsiyet ve ilerici bir aydın olarak kabul edilir.
..
buralarda Allah-Kitap'tan başka
bir din kelimesi daha var
'en din ben geldim'
diyor çocuklar
en din, din ben geldim
'önce' anlamında kullanılıyor burada
bir de en dine ben çıktım
..
Haktan inen tek din var, onunda İslam adı!
Sairleri batıldır, zira tümü nesholdu.
Meçhul çoğa son Hak din, sadece olur yâdı
Tart oldu hayatlardan, çok akitler fesholdu.
Herkes bir din uydurup, lanse eder etrafa(!)
Adı, sanı bir garip(!) bana göre din şudur(?)
..
Taat olur Hak için!
Sen yaparsın halk için!
Söyler misin dost niçin?
Müşrik misin mü’min mi?
Bu yaptığın bir din mi?
Şirke düşer riyakar!
..