AHMET BEKTAŞ DİN ŞİİRLERİ

AHMET BEKTAŞ DİN ŞİİRLERİ

Ahmet Bektaş

Din/Siz/Siniz

Din sizsiniz, ya da dinsizsiniz! Ya da din siz değil iseniz dinsizsiniz! Yani dini kendi algısıyla değil de başkasının algısıyla yaşayan aslında dinsiz sayılır. Bizzat kendi algısını yaşayan ise asıl dinlidir! Bunu açacağım. İman başka, din başka; önce onu anlayalım. Farklı dinlerde olanların aynı Tanrıya inanması bilinen bir durum değil mi? Hatta birbirlerinin dinlerini kabul etmezler ve din mezhep kavgasına tutuşurlar bu nedenle ama aralarında inanç kavgası pek olmaz. İnanç kişinin özelidir çünkü! İnancın kavgası olmaz, olamaz! Bakınız Yunus ne der; “İlim kendin bilmektir! ” Yani hem kendini bileceksin hem kendin bileceksin başkasının ağzıyla kendini bilmeyeceksin! İnsanı en iyi kendi bilir, kimse kimseyi kendisi kadar bilemez! O halde kendini bilenler için kendi dinleri vardır. Yani kendini bilenler “Din sizsiniz” kapsamındadır! Yani din onun ta kendisidir! Din onunla vardır. O yoksa din de kalmaz! Ben yoksam dinim de olmaz imanım da. Hepsi benimle var, benimle açığa çıkar çünkü! Yani başkası ile açığa çıkanı ben içselleştirdiğimde benim olur, içselleşmediğinde taklit kalır. Tahkiki (hakiki) iman, taklidi iman gibi. O halde bizzat “Ben” kapsamında olmayan hiç bir şeyin bana bir faydası olamaz! Yani algılamadıklarımın var olmasının benim açımdan manası da olmaz! Algıladığımda işlemeye başlar o manalar benim açımdan!

Muhyiddin İbn-i Arabi “Arif için din yoktur” derken aslında arif için hariçte din yoktur, arifin dini kendi içindedir! Yani arif dinsiz değildir, arif “Din siz siniz” kapsamındadır. Arifin kendi bizzat dindir! Din dendiğinde kutsal kitaplar akla geliyor değil mi? Oysa kutsal kitaplara dayalı olmayan dinler de var idi! Hala bu kapsamda öğretiler var! Öğretri de kutsanınca olur bir çeşit din! Hatta bazıları söylerdi “Dinsizlerin dini, dini inkardır! ” diye! Bakın dini inkar bile din kapsamında görülebilir! Yani din başka, iman başka. Bakınız Kâfirûn suresi nasıl biter! “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır! ”
kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#109:6
Demek din “Ben” üzerinden tanımlanır! “Benim dinim banadır” diyor; Bizim dinimiz bizedir demiyor. Kendi adına konuşuyor! Ben üzerinden dini tanımlıyor! Aslında dinin bireysel algısına işaret ediyor! Anlayana… Herkesin dini kendine olmalı ki su aksın yolunu bulsun. Yani kafirlere söylenen bu söz aslında çok manidar! Kafirlere diyor örtmeyin! Bireysel din algısını kapamayın! Kafirlerin sonunu bu çünkü hep kendi algılarını doğru görürler! Bakın "Kafir" dendiğinde dinsiz anlamayalım. Kafirin bir manası da örtendir. Yani dinlilerden de örtenler bu kapsamdadır. Hatta dinli görünen münafıklar içinden çıkar en tehlikeli örtücüler! Zaten bu nedenle dinliler savaşır durur kendi aralarında… Gerçekleri örtükleri için, birbirlerine “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır! ” Kuran. 109:6 dahi şekilde diyemedikleri için…

Son tahlilde; insan kendini nasıl huzurlu ve mutlu hissederse o hal onun dinidir! Ariflerin “Benim dinim sevidir! ”, “Benim dinim aşktır! ” söylemleri de bunu gösteriyor! Bu anlamda kendi sözümü söyleyeyim; “Benim dinim ise hakikattir! ” Taklit ve bizzat algılamadığım hiçbir şeyi bu kapsama almam. Herkesin bireysel kurgusu kendi dinidir! Arif için hariçte din arayışı yoktur! Arif için din dahildedir! İnsanlar kendi kurgusunu özgürce yapabildiğinde harika olur! Bu kurgun yapımında yardımlaşmak ve paylaşmak doğaldır! Hatta güzeldir! Herkes kendi dininde olursa kavga olmaz! Örtücülere de şunu derse; “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır! ” o zaman hayat bal-kaymak olur! Yani ya dinsizsiniz ya da din sizsiniz!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Tipleme

İki tipe sıkça rastlıyorum; birileri dinsel söylemlerle sıkça din savunması yapıyorlar ama içi boş bir taraftarlıkla bunu yapıyorlar, bildikleri de yok; zaten bilmek de istemiyorlar! Birileri de ezbere din karşıtlığı yapıyorlar, onlarında bildikleri yok; bilmek de istemiyorlar! Karşılıklı kör dövüşü yapıyorlar!

Din karşıtı olanların saçma sapan ezik din taraftarlığı yapması da görünüyor sanırım kendince Allah'ı kandırıyor! Allah'a mesaj veriyor güya din karşıtı olmasının imanına bir zarar vermediğini kendince öyle ifade ediyor! Din bezirganları ise bazı modern takılmaya çalışıyorlar, başkalarında ayıpladıkları şeyleri kendilerine hak görebiliyorlar! Bu tiplerden zaten bir hayır gelmiyor topluma ama çok sorun çıkarıyorlar!

Ha bana sorarsanız, Muhyiddin İbn-i Arabi gibi; "Arif için din yoktur" derim! Dindar olduğumu ispatlamak için din bezirganlığı yapmama da gerek kalmaz, dine sokulan yanlışları reddederken inançlı olduğumu göstermek için debelenmeme de gerek olmaz! Din başka, iman başka çünkü! İnanç, bireye özgü; din, toplumsal alanda gösterilen bir öğreti! Yani inanç, öğreti şeklinde topluma "Din" başlığında sıçratılmış.

Ahmet Bektaş
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnkar

Anlamlar üzerinde biraz gezinelim!

“İnkar” dendiğinde neden hemen “Din inkarı” akla gelir? Oysa inkar, her alanda mümkün ya da geçerli… Bildik din taraftarları inkarın özellikle din alanında kullanılmasına bayılırlar çünkü “Din inkarını” da “Tanrı inkarı” gibi göstermek işlerine gelir! Oysa kendileri de başka dinlere “Batıl” der ve inkar ederler! Uzatmayım, anlaşıldı…

Bir şeyi inkar etmek veya kabul etmek için o şeyi bilmek gerek! Bilinçsiz inkar ile bilinçsiz kabul aynı kapıya çıkar! Bakınız inkar da kabul de bilinçle olur! Bilim adamları bir şeyi iddia ederken yıllarca uğraşır ve deneylerle bunu ispatlamaya çalışır ve sonucu bilinçli olarak açıklarlar. Bir şeyi reddeden, inkar eden bilim adamı da aynı şekilde deneysel olarak ya da teorik olarak ulaştığı bilinçli veriyi açıklar!

Günümüz insanı “İnkar” konusunda bildik dinsel alanda hapis kaldı! Bu nedenle çokları inkar ve kabul kavgası yapıyormuş gibi görünüyorlar. Bu kavganın kayıkçı kavgası olduğu açık. Çünkü çoğunlukla inkar edenler de kabul edenler de zır cahil. Söyledikleri de bilinçsiz ezber nakil kusuntular…

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanç Din İlişkisi

Bir kişi din ve inancı birbirinden ayıramıyor ise ikisinin aynı şey olduğunu sanıyor ise bu konularda bu yazıdan alacağı bir şey yoktur!
İnanç nedir, din nedir?
İnanç, kişinin bilince erişmemiş kanaatidir! İnanç, bilince eriştiğinde “Bilinç” olur; inanç, bir aşama ileri taşınmış olur! İnancın gelişmesi halinde inanç ortadan tamamen kalkar ve yerine bilinç gelir. Bir arif zata atfedilir şu söz; “Perde açılsa imanım artmaz! ” Yani inancımda olan her şey, bilince çevrildi; perdeli iken inançta olan ne var ise perde kalktığında her şey ayan olduğundaki haliyle bilincimde var! İnanç ve bilinç örtüştüğünde inancın yerini bilinç alacak! Arifin hedefi de budur! İnancın illa dine dair olması da gerekmez; her hangi bir konudaki inanç da bilinçli kanaate döndüğünde o konudaki inanç kalkar bilinç yerini alır! “İnanma, bil! ” şeklinde özetlenebilir!

Din, inancın sistematiğidir! Soyut olan inancın somut olarak yansıtılmasıdır! “Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet” O halde, kişinin inancının sistematiği her kişiye göreceli olarak farklılık arz edebilir, etmeli! Herkesin inancını ifade etme pratiği farklı olabilir! Mesela; sevgilisine olan soyut aşkını yani inancını, somut ifade etmek için bazısı “Çiçek” alır, bazısı da çikolata! Tanrıya olan inancın da pratikte gösterilmesinin metotları tarihsel süreçte gelişti. İnancın pratiği olan dinler gelişti. Nasıl ki inanç geliştiğinde, yerini bilince bırakıyor! Dinler de yerini bir sonrakine terk ederek gelişmek durumunda kalıyor! Gelişen ve bilince dönüşen inançları karşılamak için dinde yenilenmeler kaçınılmaz olmuş! Bahsettiğim yenilenmeler yeni dinlerin ihdası yoksa “Reform” da yenilenmeye dair işletilmiş ama bu kapsama girmez!

Bu inanç din tamamlamasına dair ilk insana doğru tarihsel sürece bir göz atalım! İlk zamanlardan beri “Tanrı” inancı vardır! Bu inanca dair “Din” pratiği nasıl olmuş?
Hem inancın, hem de bu inancın pratiği olan dinin nasıl geliştiğine bakalım.
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Tekamül Aşamaları

İnsanlık ilk zamanlar insan ilahları rehber kabul ederdi. Sonraları yarı insan ilahlar türedi. Daha sonra da ilahlar görünmez oldu ve putlar onları simgeledi! Daha sonraları da ilahları temsil eden putlarla insanlar arasına bazı rehberler yerleşiverdi! İnsanlık ilerledikçe gelişen bu seyirde aracılar hep vardı. Bu nedenle son dönemde hepsi kalktı. Son aracı da "La ilahe illallah" dedi ve son noktayı koydu. Yani "La ilahe illallah" (İlah yok Allah var!) yani ilah saltanatı sona erdi. Aracılık da doğal olarak son aracıyla bitti. Muhyiddin ibn-i Arabi'nin "Arif için din yoktur" mealinde söylemesi manidardır! Yani insanlık gelişiminde dinin rolu inkar edilemez ama din, amaç değil araçtır. Yani araç ile maksada ulaşılır. Maksada ulaşınca araçta kalınmaz! "Din" dendiğinde herkes kendi dinini en başa koyup değerlendirmeye çalışır, bu doğal olsa da sağlıklı değil. İlkel bir kabiledeki din de bu kapsamda... Hepsi açısından din araçtır! Birileri açısından araç, diğerleri açısından amaç olduğunda zaten kanlı din, mezhep kavgaları oldu. Tarihsel süreç buna şahittir! İnsanlığın tekamülünde, gelişiminde araç olan bir unsur için kavga edilmemeli... Bu maksada uymuyor zaten!

Dinin aşılması nasıl olur?

Bu konu evrensel ele alınmalı, herkes kendi dinini zirvede tutunca zaten taraftarlık araya girer bu sık görünen bir durum.

Dinin aşılması ya da Muhyiddin İbn-i Arabinin bahsettiği "Arif için din yoktur" konusu iyi anlaşılsa sorun kalmayacak! Dinin aşılması, dinsizlik ya da imansızlık olarak sunulur ki bu alandaki rehberlerin meşruiyeti, gerekliliği devam etsin! İşte bu noktada din aşılırken dinden çıkılmaz, din iyice öğrenilir; öğrenmeden geçmek, atlamak mümkün değil! Çokları bu süreci yaşıyor, yaşayacak! Çünkü insanlık tarihindeki en eski öğreti din öğretisidir! Bu öğrenilmeden aşılmaya çalışılırsa inkar edilme sorunu açığa çıkar. Yani inkar etmeden öğrenip aşmak gerek! Mevlana'nın "Hamdım, piştim, yandım" Aşamalarına benzer. Pişmeden yanılmaz, çiğ kalan hızlı geçtiği aşamaya geri döner ki bu da sorun çıkarır; radikalleşmek, tutuculuk bu nedenle olur! "İlim kendin bilmek" Yunus öğretisinde bu çoktan halledildi...

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanç Ve Din Konusu

Allah inancı herhangi bir dinin tekelinde midir? Yani Allah'a inanan mevcut kabul üç dinin çerçevesine hapsedilebilir mi? Ya da illa bu üç dinin günümüzdeki değiştirilmiş algısına mı hapis olmak zorunda inananlar? Tarihsel süreçteki din kavgaları ve günümüz mezhep kavgaları bu algı hapsinin ürünü değil mi?

Ben diyorum ki; "Kimse kimseye inanmasın ama bilgi paylaşımı olsun! Yani kimse diğerinin bilgisinden mahrum olmasın ama kimse de kimseye koşulsuz inanmasın! Aldığı bilgiyi kendi değerlendirsin, karşısındakine inanmasın! Bilgiyi de ön koşulsuz alsın! Yani ‘Doğrudur’ ya da ‘Yanlıştır’ diyerek bir tarafa ağırlıklı olarak yamultmadan olduğu gibi değerlendirsin! " Bu "La ilahe illallah" (İlah değil, Allah) hakikatine götürür kişiyi. Yani "İlah" kapsamında, kişi ya da öğreti olmaz ise sorun çıkmaz! Evrendeki tüm bilgiler bireyin kendi vicdanında analiz edilir ve kişisel bir kanaat ortaya çıkar!

Allah inancı herhangi bir dinin tekelinde midir?
Değildir!
Çünkü bireysel inanç tek ama inancın pratiği olarak sunulan din, çoğul olarak gözlemleniyor Hatta aynı dinin iç mezhep ayrımları ile bu algı çoğalması daha da fazla! Bu durumda din başka iman başkadır! Yani iman, kişinin vicdanının en özgür eylemi olarak kimseye hesap vermek zorunda olmadığı bir alanıdır! Din ise öyle değildir; farklı dinler ve aynı dinin mezheplerinde farklı algılamalardan doğan farklı kabuller vardır! Bu kabuller üzerinden toplumsallaşmaya, gruplaşmaya çalışılır! İnanç ise evrendeki tüm insanlar adedince olacaktır yani dinlerin farklı grupsal algılaması bireysel inanç alanında yetersiz kalır! Demem o ki din alanında gruplaşma olabilir ama inanç alanında bu asla sağlanamaz! Bunun farkında olan arifler ise; “Arif için din yoktur! ” demişler! Yani arif olan birey asla bir grupsal kalıba giremez! Dinde grupsal kabul vardır! Bu nedenle “İmam-ı Azam Ebu Hanife” gibi çok ileri derecede din bilenleri bile halifeler, zindanlarda ölene kadar tutmuşlar! Yani Arif ölür ama kalıba girmez! Onlar başkasının ağzıyla inanç savunmazlar, hele ki dini asla başkasının ağzıyla savunmazlar! Yoksa İmam-ı Azam, halifenin anlayışını kabul eder ve saraylarda yaşardı. Ne zoru var da zindanda ölüyor! Halk zaten onu kabul etmişken, mezhep imamıdır, bilirsiniz!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Sahip

Bir neslin tüm kökeni ve şahsiyeti silikleştirilmiş. Eski Afrika'da siyahlar beyazlara "Sahip" diye hitap ederdi. Köle olduğuna inanmışlardı. Eski çağ efendilerine köle olmakla övünen insanlar türeyince nesil de güme gidiveriyor... Orta Çağ efendilerine köle olan insanlar... Bu çok zor bir durum...

Aslında dinler konusunda çok daha eski kaynaklardan gitmek gerek. Mesela İsrailoğullarının "Seçilmiş" ırk kavramından bakarsak dinler bozulunca ya da güncel anlayışa uygun olarak anlaşılmayınca insanları mahvetmiş. Tamir ederken, bozmuş ama o zamanında tamir etmiş elbet! Sonrasına yansıyınca bozuluyor iş. Bunu Hıristiyanlar için düşünürsek "Haçlı Seferleri" konusu var Müslümanlar için ise mezhep kavgaları ve iç menfaat kavgaları ön plana çıkıyor. Yani din düzeltmek için var ama güncellenmezse bozuyor uzun vadede. Bu ayara benziyor terazinin kefesini ayarlarken her seferde biri az ağır olunca denge için kullanılan gramlar artıyor. Aslında son peygamberle aracılık, son kitapla da kutsal kitap dönemi tamamen kapandı. Yenisi olmayacak, aracı da kutsal kitap da olmayacak. "Kitaplara iman ve peygamberlere iman" rüknüne de dikkat etmek gerek! bir de Fussilet suresi 43 de bahsi geçer. Son peygambere verilen bilgiler ile öncekilerin aynı olduğu bahsi var. Yani değiştirildiği için aynı bilgiler yenilenmiş. Bu nedenle "Kitaplar ve peygamberlere iman" rüknü var. İnanç konusunda zaten insan özgür olmazsa onunda bir anlamı kalmaz. "Senin dinin sana benimki bana " konusu bunu hallediyor aslında. İnsanlar bunu iyi anlayıp din ve mezhep savaşına girmezse din sorun çıkarmayacak.

Bakınız, din; bir kutsal ve tabu olmaktan çıkınca sorun kalmıyor. Bu din konusunu bir ayar mekanizması olarak düşünürsek sorun kalmıyor. Evrim ve tekamül konusunda da daha bilinçli bakmak gerek yani evrensel sistem işlerken kendi zaman ve mekanının gereğini de istemiş, ya da üretmiş. Bu anlamda ilk çağlardaki insan ilahlardan sonra, putlar ve aracılara doğru seyreden bir gelişim var. İlk çağ gerekleri olarak "İnsan ilah" o zamanın ihtiyacını karşılamış olabilir, ya da sonraları putlar ilahları temsil etmiş olabilir ya da daha sonraları, aracılar ilahlardan haber getirmiş olabilir. Bunların tamamı insanlığın ihtiyacına dair bir gelişimdir. Olay gayet kolay aslında dayatma olmazsa kolayca anlaşılır! "Evrensel sistemi Allah kurdu ve aracılarla destekledi" denirse bu inancın dini kısmına girer. Yok "Evrensel sistem kendiliğinden oldu, ilahları da insanlar kendi üretti" denirse bu da diğer durum, din dışı olur. Aslında ikisi arasında sonuca dair, işleyişe dair bir sıkıntı yok! Sadece tercih var. Yani ilkel bir kabile helikopteri gördüğünde onun uçan bir ilah olduğunu sanabilir. Bunun onlar açısından bir sakıncası olmaz! Çünkü anlayışı kadar ilah kavramı var. Gelişmiş bir insan ise daha kapsamlı bir şekilde okuyacak evreni. Bunun sonuçta işleyişe bir zararı da olmaz. "Dinler olmasaydı daha mı ileri olurdu insanlık ya da dinler olmasaydı bu günlere bile gelinmezdi" konusunda şu var. Her durumda ilahi sistem ya da evrensel sistem işler. Yani bir şekilde dengeye gelir. Aslında bu alandan bir menfaat ve güç kapma yarışı olmasa sorunda olmaz. Evrensel işleyişi nasıl izah ederse etsin birey, işleyiş açısından sorun olmaz. Tercihe bakar. Biri der "Kendi oldu" diğeri der "Hayır ilah yaptı" diğeri der "Lailahe illallah" (İlah yok Allah var) sonuçta evrensel bir sistem var ve iyi çalışıyor.

Burada sahiplenme durumu var; evrenin bir güç tarafından yaratılmış olması o güce olan saygıyı doğuruyor ama sorun şu; birileri çıkar, o gücün adına Dünya’da; kendi ırkı (israiloğulları) , kendi menfaati (Haçlılar) , kendi hakimiyeti ve yayılımı için (Cihat) konusunda kullanınca sorun çıkar! Aslen sorun, dinin özünde yatmıyor; dinin kullanımında sorun çıkmış. Evrenin bir yaratıcısı olması ve onun bir övgü ve itaati hak etmesi konusu bireyin inanç alanıyla alakalı. Yani biri kalkıp “Bak evrenin bir yaratıcısı var, o halde gel bizim inanca tabi ol! ” dediğinde diğeri aynı gerekçe ile kendi inancına itaat isteyebilir! Yaratıcı kul arasında olan itaat ilişkisi kullanarak, bir ırk ya da menfaat ya da cihat konusunda bir zorlayıcılık sağlanmamalı. Yoksa evrendeki işleyiş, bir yaratan açısından incelenirse; tek bir sahip vardır. Bunda sorun olmaz! O tek sahip adına, birileri diğer insanlara sahip olmaya kalkmaz ise sorun olmaz! Evet teorik olarak bir düzen varsa o düzeni kuranda vardır. Bu anlayışta pek ciddi bir sorun çıkmaz! Sıkıntı, insanların kendi inançları doğrultusunda “Sahip” adına itaat kurmak istemesinden oluyor! Bunun üç ana nedeni var; biri ırksal ayrım isteği, diğeri menfaat elde etmek, diğeri de daha kapsamlı yayılmak maksatlı. Bu uğurda gerekirse “Ölümü göze almak! ” da kutsanınca işlem tamam olur… Görünen bu ki Allah inancında pek sorun yaşanmıyor, şimdi itaat sorunu var; “Kim, kime biat edecek? ” sorunu var. Bunun için mehdi veya kurtarıcı bekliyor bazıları. O beklentiyi de dolduranlar işi kotaracak gibi görünüyor…

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İlah Mı Allah Mı?

“La ilahe İllallah! ” (İlah yok Allah var!)
Aracı ilahlar, kalkmadıkça bu hakikat anlaşılamaz! Bu aracı ilahlar da yine insanlar hatta "Orta çağ" efendileri ve bir yığın şeyhler ve avanesi; daha eskilerde ise tapınak rahipleri... Yani "La ilahe illallah" İlah yok Allah var! İnsanların ise başka insandan ilahları, efendileri var hatta bu çağda bile halen yaşamıyor onlar. Aracılar, "İlah"; anlasanıza artık!

İbrahim peygamberin Güneş'e bakıp bu "İlah" olmalı demesi sonra Güneş batınca "Batanı istemem! " demesi gibidir ilah inancı! Yani ilahlar kalkacak, Allah inancı kalacak. Bu doğal işleyiş, nereden bakıyor insanlar sizce! Orta Çağ'dan öğrendikleri saçmalıklarla yol almaya çalışan, debelenenler var.

Din, bir süreç ve o süreç yaşanmadan geçilmez. Yani bu inancı insana veren ataların süreci, süreç yaşanacak! Bu süreci yaşamayanlar, sonradan radikalleşiyor. Zamanında yaşanmalı demek. Muhyiddin ibn-i Arabi'nin dediği gibi "Arif için din yoktur" Arif, din sürecini tamamlamış kişidir. Bu süreci yaşamayanlar, bir şekilde geri dönüp yaşamak zorunda. Bu nedenle eskiden dine karşı olanlar sonradan dine yönelir. Mecburen, çünkü erteledi süreci. Zaten sorunun kaynağında da çoğunlukla bu süreci eksik bırakan ve doğal olarak da sonradan dine dönenler vardır! Kendi ihmallerini kapamak için radikalleşirler!

Bakın ben diyorum ki Allah haricinde tüm aracılar, insan ürünü, kaynağı da zaten insan! Anlatabiliyor muyum? Yani aracıların naklettiği bilgiler insan kaynaklı; başa gidin bir insandan nakledilir! Allah inancı ise zaten inançtır, o dahi insanın içsel araştırmasının ürünüdür İbrahim örneği! İnançta iken ilah olan anlayış bilince dönünce, “Allah algısı” olarak gerçekleşir!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Teoloji

Teoloji: İlahiyat, Yunanca “Theos”, “Tanrı” kökeninden; tanrıbilim. Güncelde, din bilimleri!
Dini, bir bilim olarak ele almak, incelemek ile dini benimsemek ya da savunmak konusunu birbirinden ayıracak kadar bilmekte fayda var!
Tanımlar üzerinde takılmadan ve çok fazla iddialı olmadan “Din” ve ona temel olan “Tanrı” konusunu irdelemek, “Din bilimi” kapsamında herkes için mümkün!
“Din” ve “Tanrı” konusunun, insanlığın bilinç ve aklının gelişimiyle paralel olarak geliştiğini söylemek mümkün! Eski dönemlerde önemsenen ve insanların ihtiyacı olan şeylerin başında gelen güç, kudret gibi özellikleri temsil eden, “İlah” ve “İlahlık” konusu! İlk dönemlerde bu güç ve kudrete sahip olan insanlara “İnsan ilah” denilmiş, kabul görmüş! İnsan ilahların, ölmesi ya da hastalanması diğer insanların kabulünü azaltıyor, bunu aşmak veya ikna için “Yarı insan, yarı ilah” sunumu getirilmiş; daha sonraları İlahlar göğe çıkıyor ve yerde onları temsil eden “Put” ya da benzeri somut şeyler kullanılıyor. Aracılar ise yine insan! Bu alandaki aracılık, diğer insanlar ile “İlah” arasındaki bilgi ve emir alışverişi! Aracıların “Güven” konusu önem kazanıyor ve devamında aktarılan bilgilerin zaman içerisinde değişmesi konusu var!
Pagan dönemlerde “Tanrı” daha somut olarak düşünülüyor; güç, kudret sahibi ve ihtiyaçların karşılanmasında yardım istenecek bir makam! Pagan dönemlerde “İlah” hem mekan veya özellik olarak tanımlanabiliyor hem de sahip olduğu güç ve kudretin cinsine göre sınıflanabiliyor; bazı da hepsi daha kapsamlı tek olanda toplanabiliyor! “Çok tanrılı” veya “Tek tanrılı” ayrımı, “Pagan” dönemi tek başına açıklamaz! İlahların işlevleri ve güçleri üzerinden “Çok tanrılı” anlayışlar, olduğu gibi tüm güçleri tek bir çatıda toplamak da mümkün! Toprak, hava, ateş, su unsurlarına hükmetmek, ayrı ayrı düşünüldüğünde “Yer tanrısı”, “Gök tanrısı” ve diğer unsurlar için düşünülebilir! Hepsini kontrol eden için “Tek” olan da düşünülebilir! Burada önemli olan, insanlığın somut elle tutulur ihtiyaçlarının karşılanması beklentisine dair oluşan birikim! Pagan dönemi bilgi birikintisi, somut elle tutulur ihtiyaçlara dair olmuş! Yukarıda “Din” ve “Tanrı” konusunun, insanlığın bilinç ve aklının gelişimiyle paralel olarak geliştiğini söylemiştim. İnsanlık gelişince temel olan inançlar da gelişiyor! Mesela “Çok tanrı” yerine “Tek tanrı” kabulü ağırlık kazanıyor! Tanrıya veya tanrılara mekan belirlemesi de ortadan kalkıyor! “Yerde”, “Gökte” gibi sınırlayıcı ifadeler yerine “Her yerde”, “Hiçbir yerde” şeklinde daha kapsamlı ve sınırsız anlayış geliyor! Pagan dönemde somut şekil üzerinden düşünülen “İlah” veya “İlahe”, erkek ve dişi gibi cinsiyet belirlemesi ile sınırlanıyor iken bu da değişiyor ve “Eşi benzeri olmayan, doğmamış, doğurulmamış” gibi sınırsız düşünülüyor! Pagan dönemde çok önemsenen “Tanrıça”, dişi imajının ağırlık ve önem kazanmasına sebep gibi düşünüldüğünden daha sonraları “Tanrı” cinsiyetsiz düşünülüyor ve bu tepki dişiler aleyhine bir birikimi de tetikliyor! Sonraları dişiler, öğretilerde eski önemini kazanamadığı gibi geriye doğru da savruluyor! Pagan dönemindeki “Din”, bu işlevsel bilgilerin birikimi şeklinde açığa çıkıyor! Sonraki aşamalarını biliyorsunuz! İnsanlık, ilk dönemlerde somut ihtiyaçlarına, somut çözüm aramış; geliştikçe, soyut ihtiyaçlarının da olduğu görülmüş ve soyut çözümler de geliştirilmiş! Kapsam, somuttan soyuta doğru genişlemiş!

Son tahlilde; dini, bir bilim olarak ele almak, incelemek ile dini benimsemek ya da savunmak konusunu birbirinden ayıracak kadar bilmekte fayda var! İnanç kişinin kendi özgür alanı olup başkalarının o alana girmesi zaten “Vicdan özgürlüğü” kapsamında reddedilir! Yunus’un “İlim kendin bilmektir! ” sözünden hareketle kişi, hem “Kendini bilecek” hem de “Kendi bilecek”! Yani bizzat kendisi bilecek, başkalarının bildiğine inanmak mümkündür ancak “Taklidi inanç” kapsamında kalabilir! Bizzat kendisi bildiğinde ise zaten bu “Bilinç” olacak; başlangıçtaki “İnanç” ise “Bilinç” şeklinde yerleşecek! Eski zaman bilgileri, elbet günümüze ışık tutabilir! Eski zaman bilgileri, “İnanç” kapsamında düşünülebilir; bu bilgiler, bireyin bilinç süzgecinden geçtiğinde zaten “Bilinç” olarak yerleşecek! Önemli olan eski zaman bilgilerine esir olmamak! Nasıl ki o bilgiler ve anlayışlar, güncellenmiş, yenilenmiş ve ilk halleriyle aynı kalmamış! İnsanlık da yenileniyor ve gelişiyor! Bunun önemini bilen, kendini geliştirebilir ve zihnindeki pek çok çelişki ve soruyu çözebilir! Zaten kişi kendini, bizzat kendisi bilir ise evrendeki işleyişte bir çelişki bulmaz! Başkasının tarifiyle kendisini bilmeye çalışır ise kendini bilmez; tarif edeni bilir ki bu zaten çelişkiye sebep olur! Çünkü evrende tekrar yoktur! Kimse, kimsenin tıpa tıp aynısı değildir!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Kutsal Savaş

Kutsallık, değer verilen ve korunan kapsamında! Kim, neye değer verip koruyor ise o, onun için kutsaldır! Herkesin değer yargısı aynı olmak durumunda olmadığı için çelişen değerler üzerinde üç durum var!
1. Durum: Herkes, birbirinin kutsal değerlerine saygı gösterecek ve ilişmeyecek!
2. Durum: Herkes, kendi kutsal değeri için savaşacak!
3. Durum: Herkesin kutsal değeri kendince olduğundan kimse diğerinin kutsal değerini, kabul etmek, saygı duymak, kötülemek veya engellemek konumunda olmayacak!
Şıkları irdeleyelim.
İlki: “Herkes, birbirinin kutsal değerlerine saygı gösterecek ve ilişmeyecek! ”; bu şıktaki “İlişmemek” uygulanabilir ancak kimse diğerinin kutsal değerine “Saygı duymak” zorunda değildir; kavga çıkar! Bu şık yetersiz; kavga zemini var!
İkincisi: “Herkes, kendi kutsal değeri için savaşacak! ”; bu şıktaki “Savaş” zaten “Şık” durmuyor! Öyle ki savaştan başka bir barışa çıkacak, diğerinin kutsalını ortadan kaldırmayacak yol da görünmüyor! Herkes kendi kutsalı için savaşır ise zaten barış söz konusu olamaz! Bu şık da yetersiz; kavga zemini var!
Üçüncüsü: “Herkesin kutsal değeri kendince olduğundan kimse diğerinin kutsal değerini, kabul etmek, saygı duymak, kötülemek veya engellemek konumunda olmayacak! ”; bu şıktaki, “Kabul etmek, saygı duymak, kötülemek veya engellemek” konumunun olmaması yani ortada bir “Dayatma” olmaması savaşa da gerekçe olmuyor! Kişinin kendisi, nasıl ki başkasının-başkalarının kutsal değerini kabul etmek, saygı duymak, kötülemek veya engellemek konumunda değil ise aynen kendi kutsal değerini de başkalarının kabul etmesi, saygı duyması, kötülemesi veya engellemesi gerekmez! Kavgaya zemin yok!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Allah’u Ekber

Önce Allah kavramını anlamalıyız. “Allah” dediğimizde Adem’den günümüze gelmiş ve gelecek tüm insanlar sayısınca farklı algı oluşur. Buna “Rab” algısı denir. Yani herkesin Rab algısı farklıdır. Ama Allah tek ve hepsini kapsar, bir kişinin algısına sığmaz. Bu nedenle Adem soyundan milyarlar insan bu maksat için yaratılmış.

Yani Allah bilinmek için görünmek için insanı yaratmış. Öyleyse bazı insanlarda daha kapsamlı görünmesi de doğaldır. Ama kimde daha fazla esma yansır orada sır var. Dinlerin çıkış noktası da budur. Her din sahibi kendi ritüelleriyle esmayı en verimli yansıttığını iddia eder. Ben ise derim ki herkes kendi algısında özgür olsun kendi algısına sahip çıksın ki başkasının kısır algısına mahkum olmasın. İşte sorun burada bazı din adamları sadece kendi algılarını geçerli sayar ve diğerlerinin algısını eksik olarak niteler. Bu asıl sorun olur. Çünkü insanlar eşittir. Aynı kaynaktan ruh aldı. Kendi içinde bile çelişir insanlar. Kurtarıcı ve lider arayışı bu sorunun asıl sebebi! Mevlana’nın sözünü hatırlayalım; “Bu gün yeni şeyler söylemek gerek”.

Çünkü peygamber ve kitap dönemi kapandı. Yeni peygamber ve kitap gelmeyecek. Bu aşamada din adamlarının aklına şu kurnazlığın gelmesi doğal. Dinler arası ortak noktalardan dini itaati devam ettirmek. Günümüzde yapılmak istenen de bu. Başarılı olur mu? Olmaz. Yani insanlar eski dinlerden derlenen bir dini kabul etmek yerine ya kendi dininde kalmayı ya da dinsiz olarak inancını korumayı seçer.

Son tahlilde Allah’ın aracıya ihtiyacı yok. Geçmiş dönemlerde insanların algısı daha sınırlıydı belki ondan aracılar çıktı ama şimdi o süreç bitti gitti. Aracı olmak isteyenlerin bunu topluma kabul ettirmek için çok kapsamlı işler yapması da doğal; pek ala beklentileri kullanabilirler. Hani kıyamete yakın kurtarıcı Mesih, mehdi gelecek beklentisini değerlendirmek din adamlarınca akıllıca olabilir.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanç Özgürlüğü

“İnanç Özgürlüğü” kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? O kadar kolay mı bunu uygulamak? “İnanmak ne kolay! ” denir! Kolay mı? “Kolaysa başına gelsin! ” derim, ben de! “İnanma Bil” yazımda değinmiştim. İnanmak, dil ile ikrar kalp ile tasdik ile tamamlanır! İnsan eğer özgürce inanacak ise ön kabullerin de önüne konmaması gerekir! Uygulamada öyle mi? Hangi din mensubuna reşit olunca sorulur hangi dini kabul edeceği? Bebekken etiketlenir, sonradan dönerse de maazallah bazı kıvrak fetvacıların görüşüne göre de “Dininden dönenin katli vaciptir! ” Hopbbala! Bebek, kendi mi seçti de reşit olunca döndü diye katli vacip olsun! İnanç, zaten ön yargıdır! Bilinç ise inancın bireyde yerleşmiş halidir! Bebek çevresinden gördüğüne, duyduğuna inanır! Sonra da kendi bu inancını bilince çevirir! Hangi dinde inancı bilince çevirecek fırsat ya da ruhsat vardır? Yani bebekken büyüklerinin soktuğu dini irdeleyip değiştirmek istediğinde hangi birey çevresinden alkış alır? Ya da anlayış görür mü?

Tüm dinlerde inanç özgürlüğünden söz edilir! Yani özgürce inanacaksın ama o dinin yerleşik kurallarına! Hani özgür idi şahıs. Dünya’da genel olarak kabul görmüş, sözü geçen üç din kendi kurallarını tüm insanlığa kurtuluş reçetesi olarak sunuyor! Bu üç dinin de aynı coğrafyaya ait olması ve soy olarak da aynı soydan gelenlerce açığa çıkarılıp yayılması da manidar!

İnanmak konusunda olayı basite indirgemek kolaycılıktır. Yani “Allah var buna inandım! ” demekle birey kendini yerleşik dinsel inançların baskıcı taraftarlarından kurtaramaz! Taraftarlar, bireyin aklını da kendi anlayışlarına göre tanzim etmek ister! Yani İnanç onların istediği şekilde olmalı, öyle buyururlar! Sorun, iman edip etmemek değil! Sorun nasıl ve ne şekilde iman edileceği konusudur! Bireye bu alanda özgürlük asla tanınmaz! Eski zaman “Orta Çağ” söylemleri esas alınır iman konusunda! Bu nedenle yaşanan kavgalar imanlılar arasında olmuş! Haçlılar, Yahudiler ve cihatçı Müslümanlar insanları köle ederken, namusları ayaklar altına alıp kadınları cariye ederken de imandan bahsetmiş! Tarihsel süreçte en kanlı kavgalar inanç destekli olmuş! Bakınız, “Ben inandım, inanmak ne kolay; siz de inanıverin! ” diyenlerin çoğunluğu bireyin nasıl inanacağına da karışmak ister! Birileri, Vatikan’da baş seçer; hadi inanan ona uymasın da o ortamda kabul görsün! Yani inansa da seçilen başa itaat istenecek, bundan nasıl kurtulunur asıl onu irdeleyelim. Yani inanan kişi dini otoritelerin baskısından kurtulabilecek mi, “İnandım” demekle! Allah kendine inanmayı mı ister yoksa kendini bilmeyi mi? Yani Allah kendisi bilinmek istemez mi? Yoksa bilinç olmasın ezbere inanılsın o yeterli mi? Bilinç olmasa da din otoritelerini tasdik edip onlara itaat edince Allah bundan razı oluyor mu sanılıyor? Bütün mesele burada!

Kutsal kitapları kendi yorumlarıyla sert ve kavgacı yoranlardan nasıl kurtulacak inanan kişiler! İnanç denen şey bir iksir değil ki! İnanç, bilince yol gösteren bir kılavuzdur. İnsan bilincini inancına göre yorar ve kanaat oluşturur. Bu konuda, inancı taklidi ve tahkiki diye sınıflayan bile olmuş! Yani bilinç var ise iman tahkiki (hakiki) bilinç daha oluşmamışsa taklidi oluyor! Yani inanç sorgulamasını din adamları yapmaya kalkar ise ya da onlarda bu yetki varmış gibi algılanırsa zaten felaket başlamış demektir! Onlara göreceli olarak iman etmek zorunda kalacak, inanmakta özgür olan kalabalıklar! Onların tasdik ve onayından geçemeyenler ise “İnançlı” sayılmayacak! İnanç somut değil ki… Bu durumda ne olur bakın; bireyler toplumsal kabullere göreceli rol yapar! Buna zemin hazırlanmış olur! Münafıklara gün doğar! Münafığa kolay “İnandım” der ve toplumsal kabullere göre rol yapar! Bu Allah’ın kuranda rezil saydığı bir durum. Bu nedenle “Münafık, kafirden kötüdür! ” şeklinde bir gerçekle karşılaşılır! Mert olan ise toplumsal kabulleri vicdanında tartacak ve kendi göreceliliğinde bilinç oluşturacak bunu yapınca da din otoriteleri ve öğretilere ters olan bilinç durumları için hesap vermek durumunda kalacak!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Savaş

Savaşı kimler çıkarır, savaşta kimler ölür, kimler kazançlı çıkar?

Bu üç sorunun cevabı çok şey ifade eder!

Savaşı kimler çıkarır?
Tarihsel süreç incelenirse tüm savaşların egemenlerce çıkarıldığı gözlemlenir! Halk ayaklanmalarının bile sebebi egemenlerdir! Öyle bir noktaya getirirler ki halkı ayaklanma kaçınılmaz olur! Yani her durumda savaşı çıkaranlar egemenler ve topluma egemen kesimdir! Halk ayaklanmasında bile topluma egemen olanlar, yani fikir ve güç açısından bunu örgütler!

Eski Mısır’da Firavunun zulmüne karşı İsrail oğullarını örgütleyen Musa, Egemen sınıftandı! Firavunun sarayında büyümüş ve toplum içerisindeki yerini dahi oradan almıştır! Firavuna karşı ayaklanmayı da o örgütlemiştir!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İlahlar Ve Tapınaklar

Söze “La ilahe illallah” (ilah yok Allah var) diyerek başlamak yerinde olur.

İlk zamanlar; ateş, Güneş benzeri şeyleri ilah sananlar, sonraları “İnsan ilahlar” edindiler. Güçlü, zeki, uyanık olanlara “İlah” dediler alt sınıfta olanlar! İnsan ilahların acizliklerini fark ettiklerinde “Görünmez İlah” arayışına girdiler, bunu da somutlaştırmak için aracı putlar ve elçileri devreye soktular! Hz. İbrahim kıssası (kuranda var) meşhurdur. Sıfırdan başlar, Güneş’i tanrı olarak düşünür ve güneş batınca da “Lâ uhibbu el âfilîne” (Ben sevmem kaybolup gideni) der.

Günümüzde çoğu insan görüntüyü kurtarmak, eleştiri ve baskılardan kurtulmak için tüm Dünya’da kabul edilmiş “Görünmeyen Tanrı” inancını benimsemiş ve “Semavi dinler” olarak adlandırılan dinleri kabul etmiş gibi yapar! Sorgulamaya kalkarsa zaten “İmansız, dinsiz” damgasını yiyeceğini bilir. Semavi dinleri tek çatı altında toplamak isteyen bazılarının amacı da toplumu “Din algısı” üzerinden standartlaştırmak, kodlamak ve yönetmek… Bu her dönem geçerli olan bir kural gibidir; krallar, halifeler, din adamları, ruhani liderler (bu tabiri komik bulurum) dinsel kodlamalardan yemlenmişler, toplumun potansiyelini bu yolla çalmışlar!

Günümüzde din algısı üzerinden menfaat elde etmek zirveye ulaştı! Kutsal mekan turları, kutsal eşya satışları hatırı sayılır bir sektör oluşturdu. Kutsal ayinler ve okumalara çağrılan din adamları her alana el atıyor. Cenaze ve düğün merasimleri, sünnet merasimlerinde baş köşede olmaları örtülü bir kazanç sağlıyor onlara. Bir çok bahanelerle “Mevlit, vaaz” türü etkinliklerle bu sektör genişliyor. Çanakkale turlar ve umre hac organizasyonları gibi…

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İki Sevgili Arasında Aracı olmaz!

İnsan sevgilisiyle konuşurken ya da beraberken; nasıl davranacağını başkası belirler, söyler ya da araya girerse şiddetle onu iter! Bu nedenle,Tanrı ile kul arasına aracılar giremez! İlişkinin nasıl olacağına da karışamaz!

Bireyin dış telkinle içten değişmesi mümkün olmaz! Bu durumda birey ya direnecektir ya mal gibi her telkini alacak ya da psikolojisi bozulacak! Her iki duruma da meydan vermemek gerek!

Din alanında aracılar sistemi "Orta Çağ" da bitti. Yani yeni dönemde aracı olmaksızın birey-Tanrı ilişkisi şekillenir!

Topluma din ve inanç özgürlüğü sağlamak yeterlidir. Birey kendi özgürce inancını yaşar. "Şöyle yaşa! " denildiğinde sorun çıkar, bu da bireyin özgür tercihine müdahaledir zaten.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Bulduğunu Bildiğine Vermek


Evren ve Hiçlik Felsefesi konuda yazmak aklıma geldiğinde annemin, babama veya bize kızdığında söylediği meşhur sözü kulaklarımda çınladı! “Bulduğunu, bildiğine veriyorsun! ”

İnsan kendini bir şeyi ararken belirlenmiş hedefe zorlamasa zaten o şeyi bulacak zorlayınca başka şey bulup onu ilahlaştırıyor! Bu nedenle “La ilahe illallah” (İlah yok Allah var) demeden yazıya başlamak bile istemiyorum! İnsan, öğrendiğini, ezberini veya bilincini desteklemek için çabalar! Bu nedenle bulduğu delilleri, bildiklerine yamayarak kendini tatmin eder!
Kuranda, Araf; 191 “Hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri yaratılan şeyleri Allah’a ortak mı koşuyorlar? ” http://kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#7:191

“Her şeyi bir yaratan var! ” diyen; yaratanı, kim yarattı konusunda; yaratanın önce kendisini(yaratanı) yarattığını kabul etmek zorundadır! Bu çıkış noktası! Yaratan, kendini yaratıyor! Bu noktada bulunan, bilinene verilir! Başka durumlar var mıdır? Bilinse, bulunan oraya da verilirdi! Hiçlik konusunda çok ahkam kesilir! Herkesin hiçlik algısı farklı olmalı zaten. Hiçlik algılanabilir mi? Algılansa bile tarif edilebilir mi? ! Tarif edildiğinde hiçlik kalmaz! Ben bunu bir rüyada yaşadım. Hiçliği yani! Eğer hiçlik deneyimim tamamlansa idi şu an bu yazıyı okuyor olmazdınız! Hiçlik öyle bir şey zaten ben de çok etkilendim ve uyandığımda şükrettim hiç olmadığıma. Bakın herkes hiç olma ayaklarındadır, nedeni; deneyimler eksiktir! Hiçliği azıcık deneyenler, hiç olmak istemez! Ben asla hiç olmayı istemem! Bakınız, kuranda (Meryem; 67) ne söyler; “İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi? ” http://kuran.diyanet.gov.tr/Kuran.aspx#19:67
Hiç olmayı bu manada isteyenler, netice açısından yani hiçlikten varlığa çıkma açısından hiç olduğunu söyleyebilir…
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İlah

Toprak, su, hava, ateş! Eski zamanlardan beri, bunlardan en az birini kontrol eden “İlah”, hepsini kontrol eden ise “İlahlar ilahı” olarak düşünülebilir!

Bu konuda bildik şeyler üzerinden giderek nakil ile köreltilmiş günümüz insanının aklına (Kendi aklıma) bir kapı açmaya çalışacağım. Çok basit yazacağım.

Toprak, su, hava, ateş; eski zamanlarda bu unsurlara hükmeden insanlara “İlah” denmiş hatta bu unsurlara hükmedebilen “Yarı insan, yarı ilah” gibi ara formlardan da söz edilir. Hatta metafizik varlıklar (3. Boyut ile 2. Boyut arasındaki sinyal ve enerji türü) da bu kapsama dahildirler. “Boyutlar” konusundaki yazılarımda ayrıntılı bahis var! Madde boyutu, Dünya 3. Boyut; bunun 2. Boyutu data, ruhsal boyut; 1. boyut “Ben” tercih boyutu; boyutsuzluğu da hiçlik (Hiçin potansiyeli sınırsız, her şey hiçten var oldu) O, Tanrı makamı… Bu maddi alandaki 4 unsurun mana ayaklarını da düşünerek her boyuta bakan yönlerini açmaya çalışmak, “İlah” kavramını anlamak için faydalı olabilir!

Eski zamanda daha ziyade sihir ve büyü ile yapılan toprak, su, hava, ateş kontrolü günümüzde teknoloji ağırlıklı yapılıyor! Teknoloji kullananlar, metafizik alanı ihmal ediyor sanmayın o da eski zamandan daha ileri seviyede kullanılıyor!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Dışlanmak

Dış destekli diktatörleri yine dış destekle muhalifler yıktı. Yani diktatörü de muhalifi de aynı güç destekledi. Bunun sonucu ne oldu; potansiyel ve yer üstü yer altı kaynakları dış destekçilerin kontrolüne geçti, halk ise din ve mezhep çatışmasıyla kendi niteliksizliğini örtbas etmeye çalışıyor. Tabi ki dış desteksiz savaşamayacağı için dış destek verenlere de kaynaklarını kontrol etme hakkı veriyor. Sarmal daha da ağırlaşınca sadece protesto bilen ve din mezhep savaşı yapan bir toplum kalıyor. Kaynaklar, sanayi ve ticaret destek verenlerin kontrolüne geçiyor eğitim de yapılamıyor. Yeni nesil de gösterilen hedefe taş atarsa, protesto ederse cebine para konuyor! Canlı tampon haline gelen çaresiz insanlar birbirini kendi kardeşini dışlıyor! Bu hale üzülmemek mümkün mü? Ama üzülmenin faydası olmaz ki...

Ahmet Bektaş
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Din Ve Hukuk

Din inancın pratiğidir. Hukuk ise toplumsal hayatın verimli sürdürülmesinde insanların birbirine karşı özgürlük alanlarını korumak içindir. Dinlerin tamamı Orta Çağ’da gelmiş olan peygamberlerin ilahi, kutsal öğretileridir. Kutsal kitaplarla perçinlenmiş olan bu kurallar güncellenemez. İçtihat ile biraz açılmaya çalışılsa da yenilikçileri bidat yapmakla suçlarlar ve yol bu şekilde kapatılır.

Dini esasları hukuka sokmak isteyenler olabilir, hukuk kurallarını dine sokmak isteyenler de olabilir. Dinde reform yapmak veya dini esaslarla(teokratik) yönetim benimseyenler.

Dikkat edilmesi gereken husus dinin inanç boyutunun olmasıdır. İnancın çeşitliliği insanlar adedince olabilir. Hukuk ise güncel ihtiyaca cevap verecek şekilde devamlı yenilenir. İnsanların illa bir dine inanmak zorunluluğu ise zaten yoktur.
İnançlar hukuka sokulur ise Osmanlı’da olduğu gibi yabancılara ayrı hukuk kuralları uygulanmak durumunda kalınır.

Güncel olduğundan bahsedeceğim, kürtaj konusunda herkes bir şeyler söyler ama asıl söz kadınındır. Kürtaj onun bedeniyle alakalıdır çünkü. Kürtaja “Cinayet” denecek ise cinayetin hukuki tanımının içine kürtajın da kanuna konulması gerekir. Cinayet canlı doğmuş bir bedenin katledilmesi çünkü. Hamile anneye yapılan saldırıda ceninin ölümü yine annenin hakkı olarak görülür. Doğmamış olan ceninin akıbetini kimse bilemez. Çocuk canlı doğduğunda tüm haklarını alır. Hangi topraklarda doğmuşsa oranın hukukundan yararlandırılır. Reşit olduğunda dilediği tercihi yapar.
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İnanç üzerine

İnanç, iman: Bireyin kendi çabası ile yeteneklerini (akıl, zekâ, v.b.) kullanması sonucunda vardığı kişisel bir kanaattir. Mevcudatı sorgular, inceler; neden, niçin, nasıl? Sorularına cevap arar. Nakil yoluyla gelen (onu etkileyen tüm birikimler nakil dâhilindedir; ebeveyni, öğretmenleri, kutsal kitaplar, ozanlar, peygamberler, filozoflar, bilginler, v.b.) bilgileri akıl süzgecinden geçirdikten sonra vardığı kanaattir. Bu kanaat her bir insan için farklı olabilir. Çünkü her insan ayrı bir âlemdir. İmanın zıddı olarak bildiğimiz “inanmama” hali de bir kanaattir. Yani o da aslında bir nevi inançtır…

İnanç olmadan aksiyon da olmaz, fiil inanca tabidir… İman ile oluşturulan bu kanaatin günlük yaşama geçirilmesini “din” olarak görebiliriz. Yani kişi kendi kanaatine uyan prensipler çerçevesinde yaşamayı arzu edebilir. Bütün dinler “İlahi nizam”ı açıklamak maksadına yöneliktir. Farklı olmaları nasıl açıklanır? Zaman içinde bazı dinlerin orijinalinden uzaklaştırıldığını söylemek pek de yanlış olmasa gerek. Hangi dinin ne kadar değişikliğe uğratıldığını belki bilemem ancak şu kadarını söyleyebilirim; Eski olan yerini yeni gelene tam manasıyla olmasa da bırakmış veya bırakacak gibi görünüyor… Birey hangi din veya beşeri esaslar çerçevesinde yaşamak istiyor ise bu konuda özgür iradesini kullanmalıdır. Yani harici müdahale olmamalıdır.

Başta değindim inanç aksiyonu belirler. Kişi inancı (kanaati) sonucunda; dindar, dinsiz veya ateist olabilir. Bu seçim kişisel tercih olarak değerlendirilmelidir. Çerçeve olarak “Dindar”a herhangi bir dini esası kabul etmiş kişi olarak bakabiliriz. İmanı olan ancak herhangi bir din ile amel etmek istemeyeni de “dinsiz” olarak tarif edebiliriz. İnançsızı nasıl tarif edeceğiz? Yani insanları, kâinatı, mevcudatı yaratan ve itaat edenlere mükâfat vaat eden, isyan edenlere ceza vereceğini ihtar eden bir varlığın olmadığı konusunda kanaat oluşturan, buna inanan kişiye de “inançsız” diyoruz. İnanmayan için dini esas ve ritüellerin hiçbir bağlayıcılığı yoktur. İnanmayana herhangi bir dini kuralı kimsenin dayatmaya hakkı yoktur. Hatta inanana da din hususunda dayatma söz konusu olmamalıdır. İnançsızların semavi veya batıl bütün dinlere eşit mesafede olduğu düşünülür. Fakat bazı dinlere gayri ihtiyari sıcak baktıkları, bazı dinlere veya dine de şiddetli karşı çıktıklar görülür.

Bir de bazen inanan bazen de inanmayanlar mevcut elbet. Bu konumda olanlar devamlı fikir değiştirdikleri için, herhangi bir kategoriye girmezler. Daimi kutuplar arasında gidip gelirler. Bu halin insanı yıprattığını söyleyebilirim.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Yetki
Yetki verilmeden sorumluluk da istenmez.
Orjin insan Ademe verilen yetki neydi, sorumluluğu nedir?
Ademe eşyanın ismini yani hakikatini öğretmek ve meleklerin yani mevcudatın ona secde (itaat) etmesi yetki olarak değerlendirilmeli. Sorumluluk ise bu yetkinin esmanın açığa çıkarılmasında, esmanın Adem soyu ile yansıtılmasıdır.
İnsanlar kendi aralarında yetki ve sorumluluk açısından eşit mesafedeler! Bu yetki ve sorumlluğun kullanılması bakımından ise Allaha karşı eşit mesafedeler. Takva ile olan özel durum ise sadece Allah ile kul arasında özel bir haldir. Kimse Ben takvalıyım, bana itaat edin diyemez. Peygamberlerin durumu özel bir durum.Zaten peygamberlik sona erdi. Yenisi gelmeyecek. İsa konusu misyonun tamamlanması için açılır. Yani İsa görevini tamamlamak için gelir! Yeni din getirmez. Hatta hiç bir dine uymaz! İslam ile adlandırılan tek din olan evrensel dini yani evrensel kuralları ders verir. Yani İsevi, Musevi, Muhammedi, Davudi olarak adlandırılamaz onun ders verdiği din. O İslamdır sadece İslam!

Günümüzde bazıları küstahlığa varan bir üslupla, korku ve tehdit savurarak insanların kendi öğretilerine İslam adına Mecburi istikamet çağırmaları Doğru bir davranış mıdır?
Cevap: Bu tip davranışlar eski zaman dayatmalarıdır, halifeler ve padişahlar, diktatörlerce uygulanmış; cılkı çıkmıştır. Günümüzde bu şeklide insanları zorla kendilerine çağıranların eski zaman özlemleri bizi bağlamıyor!

İnsanlar hak ve hukuk konusunda nasıl eşitler ise kendi aralarında inanç konusunda da eşittirler. Kimse kimsenin güya kutsal söylemlerine inanmak, itaat etmek zorunda değildir. Bu kişiler yetkiyi kimden alıyor? Peygamberler bile sadece kendilerine tebliğ yetkisi verilmişken günümüz insanına ne olur ki tehditler savurarak din savunuyorlar! Burayı iyi düşünelim. Egemen olanlar tarihsel süreçte dini ve inancı kontrol ederek güçlerini daha da etkinleştirdiler. Günümüzde dini korku ve tehdit unsuru haline getirenler kime hizmet ediyor acep?
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Hak

Tek başlarına insanlığı kurtarmaya soyunanların hazin sonu ortada değil mi? Onlara düşman olanlar, bilinçsiz toplulukları etkileyerek onların öğretilerini boşa çıkarıp "Çarmıha gerilmesi" ne zemin hazırlar! Tek başına çıkıp zayıfların ve kadınların ibadet enerjisini kullanıp başarılı olanlar da elbet vardır! Ama Haticeye bakmamalı, neticeye bakmalı! Öğretiler insanlığa barış değil de savaş, kan getiriyor ise netice o kadar güzel değil!

Din ve peygamberlik bir ırkın illüzyonu olabilir mi? Tüm peygamberlerin adeta babadan oğula seçilmiş o ırktan gelmesi! Sonrasında da bu getirilen din konusunda insanların birbirleriyle (din içi, din dışı) kıyasıya savaşmaları üzerinde düşünülmesi gereken bir durum değil mi?

Baş olmak, ilerde olmak, seçilmiş olmak çok anlamlı değil. Ve hazin sona başlangıç olur. Zaten zerre külle ayna olduğundan her birey kendi aleminde "Baş"tır. Başkalarına "Baş" olmak ise insanın külden ayrılmasına zemin hazırlar. Külle bağlantılı olan yalnız kalmaz, insan kendini bütünden kopararak yalnızlaştırır!

"Baş" olanların sıkça kullandığı gerekçe "İnsanlığa hizmet" tir! İnsanlığa yapılacak en güzel hizmet onları düşüncelerinde ve davranışlarında rahat bırakmaktır. İdeolojik ve dinsel baskılar insanların gelişimini engeller ve bu biriken negatif enerji "Kin" şeklinde evrene yayılır, kaosa neden olur! Zıt zıddını oluşturur! Her birey zaten kendi varlığıyla "Halifetullah" tır. Ayrıca onların başına geçip onların potansiyellerini onlar adına kullanmak sorun çıkardı, çıkaracak! Zaten baş olmak isteyenler veya olanların ayrıcalıklı olması. Genel kurala uymamaları kocaman bir açık şeklinde görülüyor!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Ortak Dil

Günümüzde “ana dil” mücadelesi verenler, sonradan öğrenilen yani bebeklik ortamında öğrendikleri dili “ana dil” sanıyorlar. Oysa ana dil, evrensel insan dilidir. Yani nasıl ki hayvan ve bitkilerin kendi türlerinin arasında bir dili var insanın da öyle bir ana dili var. Bu dili unutan insanlar farklı dillerle anlaşmaya çalışıyorlar. Ne kadar anlaştıkları ortada…
“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir” Mevlana

Bütün insanlığın her yerde ortak kullanacağı bir dil belki esas dil olabilir. İletişimi de kolaylaştırır. Ama unutulmamalı ki dil ile sadece sınırlı bir anlaşma söz konusu. İletişim başka anlaşmak başka yani… Anlatmakla anlamak konusu önemli. Her anlatılan acaba anlaşılıyor mu?

Dünya’da kabul görmüş diller evrensel dile aday olabilir mi? İngilizce veya İspanyolca gibi…
Sonuçta bu dilleri de sonradan öğrenenler tam kullanamıyacak. Tam kullananların dahi anlatmak istediğini tam anlayamayacak büyük kitleler. Çünkü anlaşmak için dil yeterli değildir. Duygu aktarımı da olmalıdır. Duygular nasıl aktarılır? Soyut şeyler smbollerle aktarılır. O halde duyguları temsil eden sembol dili de kendiliğinden oluşuyor. Bilgisayardaki ikonlar gibi. :) ,:(, 3 …

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Geri Kalmış Toplumlar Sadece Teknolojide Değil Her Alanda Geridedir.

Geri kalmış toplumlar nasıl ki teknolojiyi geriden takip eder, sosyal yaşamlarında da aynı gerilik vardır. Dünya’da iflas eden sistemler en son onlarda hüküm sürer. Krallıklar, kominizim, faşizm, din devleti şeklinde yerleşik olan idareler şimdi yerini kapitalizme devrediyor.

Bu toplumlar genelde dini inançlarıyla ön plana çıkarlar. Din yüzünden geri kaldıklarını söylemiyorum ama dini geri bıraktıkları kesin. Çünkü dinden beslenirler, dini tüketirler…

Günümüzde ayaklanan ve sonuçta işgale uğrayan geri kalmış toplumların bu ayaklanmalardaki kullandıkları görünürdeki söylemleri din ya da etnik kökendir. Yani mezhep ve ırk üzerinden örgütlenmişlerdir.

Pratikte şöyle işler: Geri kalmış toplumların alt yapıları olmadığından; başta eğitim, sonra iş imkanları, sanayi, üretim ve hizmet alanlarındaki yetersizlik yüzünden ekonomik sıkıntı içindedirler. Tepki olarak ise en kolay olan isyanı seçerler. Çünkü başka kabiliyetleri o kadar gelişkin değildir. Yani kendini geliştirip daha rahat yaşamayı başaranları fazlaca göremezsiniz taş atanlar arasında. Bazı uyanık diktatörler halkı top yekun maaşa bağlayıp geçici bir süre isyana mani olur. Ama son tahlilde o para da yetmez; çünkü insanlar iletişimin etkisiyle tüketime alışmış daha fazla refah ister! Bunu elde etmek için ise çalışmak istemez, alışmamıştır çalışmaya; çalışmak isteyen için ise ya kendi mesleki yeterliliği yoktur, olana da iş yoktur!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Değişim

Değişim, gelişimin göstergesi. Her şey gelişirken değişir. Yenilenmek pozitif olarak harika bir geleceği kurmamızı sağlar. “Doğru” diye sunulan şeyler doğruluğu birey tarafından algılanmadan, onaylanmadan “doğru” kabul edilemez. Doğru olduğuna inanılan şeyler algılandığında, bilindiğinde yerini bulur. Yani inanılan şey bilinince gerçek yerini bulur. İnanmak bilmek için ülküdür.

“Dünya’da mekan ahrette iman” Dünya’da mekanı anlamak kolay; ferah, geniş bir mekan insanın bedensel ihtiyaçlarını karşılamasını ve toplumsal aktivitesini kolaylaştırır da ahrette iman ne işimize yarar, kapsamlı düşündük mü? Yani ahrette iman olsa ne olur, olmasa ne olur? Her şeyden önce imanı anlamalıyız; iman her hangi bir şeye inanmak veya Tanrı’nın varlığına inanmak olarak indirgenirse anlaşılamaz. İman, insanın kendi bedensel algıları ve ruhsal algılarıyla ulaşmayı hedeflediği bir ülküdür. Yani iman edilen bilindiğinde bir üst aşamadadır insan. Özetle iman ettiğimizi bilmek için hedefe alırız, hedef fetih edilince yeni imanlar hedefe yerleşir. Değişim sınırsız ve sonsuz olarak devam edecek; bunun sebebi değişime konu olan esmanın sınırsız ve nihayetsiz olmasındandır. Önce iman edilir, iman edilen algılarla bilinir, yeni imanlar açılır; gelişim sonsuza dek sürer… Peki insan gelişince ne olacak? İnsan, Dünya boyutunda maddi algılarla data, veri topluyor; bu veriler, datalarla diğer boyutlarda yolculuğuna devam edecek…

2012 de değişim arayışlarına girildi. Bunun sebebi inançların kökten değişimidir. Tüm ideolojiler çöktü, ideolojilere olan inançlar zayıfladı, dinler çöktü; dinler birleşerek ortak tavır alma yoluna gidiyor. Günümüzde egemen olanlar insanlara yeni, karma bir din hazırladı(Dinler arası diyalog) ...Irkçılık eski gücünde değil. Bu gelinen noktada değişim kaçınılmaz.

Bu değişimi kurgulamak kimsenin tekelinde değil elbet ama evdeki hesabın çarşıya uymadığı durumlar olur, olacak. Egemen olanlar, para ve gücü elinde bulunduranlar din ve ideolojileri hatta ırkları satın alır. Medyada borazanlık yapanların kimler tarafından yemlendiğini söylemlerinden ve savunduğu fikirlerden anlamak mümkün. Değişmeye herkesin hakkı var elbet. Yadırgamamalı ama değişen kendi değişimini içselleştirmeden başkasına dayatmaya kalkışıyor, bunu da menfaatine uyduğu, birileri tarafından yemlendiği için yapar. O zaman kokuşmuş bir ortam oluşuyor. Dengeye gelene dek savrulmak kaçınılmaz. Düne kadar dini karalayanlar, bu gün hidayete erip, yarım yamalak kulaktan dolma bilgilerle taraftar olduğu inancın doğrultusunda militanlık taslıyor. Bazıları doğuştan dini telkin almış ama bilgisi olmadığından sadece kuru taraftarlık yaparak mide bulandırıyor. Eski dinsizlerin mukaddesatçı kesilmesi de komedi zaten. Gözlemlediğim daha farklı bir durumdan söz edeceğim; yaşamının her alanında din ile iç içe olan çok kişi değişime girdi ve debeleniyor. Kendi ve yakın çevreleriyle çelişiyor ve perde önünde dini inançlarını sergilerken perde arkasında her türlü rezaleti yapıyorlar. Yaptığı tercih ettiğine kendisi rezalet demese başkası diyemez zaten. Oysa perdeyi yırtsa kendi olsa daha huzurlu olacak. Toplumda kabul oluşacak, kimsenin kimsenin tercihine karışamadığı bir ortamı oluşturmak için destek verse kendi rahat edecek. Ama rol yapmayı daha kolay zannediyor. Kişiler üzerinden, özellikle eski çağlardaki kişiler üzerinden yorumlar yapılıp onlar göklere çıkarılıyor. “Bizler asla onlara yetişemeyiz” söylemleriyle de kendi alt kişiliklerini meşrulaştırma yoluna gidiyorlar. Gelişmek yerine tevazu zannıyla alçalıyorlar. Aşırılık yapanlar çökmeye mahkumdur. Geçmişte dine aşırı saldıranları gözlemledim, şimdi mızıklıyorlar. Kendileri başlarına açtıkları beladan şikayet ediyorlar. İdrar sıkan altına işer. Denge şarttır. Özgürlükler tanınmadan toplum refahı sağlanamaz. Egemenlerin yemlediği kişiler bazı din ile, bazı ideoloji ile bazı da ırksal söylemlerle toplumun başına bela olur.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Biz Kimiz

Aklı baliğ olan çoklarının kendine sorduğu ilk soru “Ben Kimim? ”

Yunus “Bir ben var benden içeri” derken ruhunu mu kast ediyor?
Hayır!
Ruh insanın yazılımı, beden ise donanımı. Ruh bedenin maddi algılarını kullanarak Dünya boyutuna has bir canlılık gösteriyor. Bu canlılığa “ben” diyelim. “Ete kemiğe büründüm yunus diye göründüm.” Yunus, “Bir ben var benden içeri” derken hangi bene işaret ediyor? Yunus’un ilk bahsettiği “ben” ete kemiğe bürünen ruhunun hayat hali. Diğer ben ise (içerdeki ben) ruhun ve bedenin algılarının kullanılması ile üretilen yaşamsal veriler. Buna da “zat” diyelim. İşte o asıl ben(Zatı) ile insan her boyutta çoğalabilir. Zatın bir madde olmadığına dikkat çekmek isterim. Zat yaşamsal verilerin tamamı. Yani ruh ve beden ile oluşan canlının ürettiği her türlü data o kişinin zatıdır. İnsanın zatı güzel ise Cennet halinde, kötü ise Cehennemi bir halde olacağı açık.

İnsanın nihai hedefi nedir? Kendini gerçekleştirme denen şey nasıl bir şey?
Nihai hedef bazıları için “Enel hak” olması manidar değil mi? Cennet isteyenlerin de kendince haklı tarafları var elbet. Tüm ihtiyaç ve heveslerin olduğu bir yeri kim istemez. Eski çağlarda kendini Tanrı olarak sunan Firavunlar akıllarınca büyük hedef çizmişler diyebiliriz. Son tahlilde en kapsamlı hedef Tanrılık oluyor. İnanışa göre en kapsamlı güç O’nda toplanıyor çünkü…
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Gel

"Gel", "Kendine gel" gibi! İnsan, kendinde olduğunda tüm algıladıklarının farkına varır! Evrende, "Güzel-çirkin, iyi-kötü" algıya izafi, biri aynı şeye ya da davranışa "Güzel" der, bir başkası "Çirkin"; kişiye göreceli bir algılama var! Tüme bakıldığında ise evrende yaratılan her şey, "Doğru ve yerindedir"! Herkes, kendine uygun olanı çeker! Zaten insanlık tarihindeki tüm kavga ve savaşlar, birilerinin kendi izafi "Doğru" algısını herkese kabul ettirmek istemesinden kaynaklı! Hukuk ise kişiyi-bireyi, bu izafi algılardan korumak içindir! Yani bir bakıma hukuk, biri ya da birilerinin "Doğru" dayatmasından, diğerini- diğerlerini korur! Öyle umulur veya o amaç içindir!

Dinler arası geçişin, "Yatay geçiş" olduğu söylenebilir! Yani din içinde kalarak şerit değiştirmek gibi, istikamet aynı! "Deist" için inanç var, din konusunda ucu açıklık var! Yani Allah inancını illa bir dine bağlamak istemiyor gibi.

Ateist ise evrenin bir yaratıcısı olmadığına inanıyor! Bu da bir inanç ama din değil. Ateistin her hangi bir kutsaldan Allah'ı öğrenmesi de mümkün kendi özündeki açılımla evrenin bir sahibi olmalı şeklinde bir inancı oluşturması da mümkün!

Önemli olan kişinin kendi kanaati ya da inancı! Bir kutsaldan diğerine yatay geçişlerin çok keskin geçişler olmadığı düşünülebilir, zaten taban "İnanç" noktasında çok da farklı sayılmaz! Eski dönemlerde de yeni dönemde de genel kapsamıyla "Din" egemenlik sağlamak ve bu ilkeler üzerinden bir itaat sağlamak için kullanılmış! Burada yine inanç önemli, dini kişi sadece kendi tekamülünde, gelişiminde ve Allah'ı bilme noktasında değerlendirebilir. Bir başkaları da kendi ırkının seçilmiş olduğu, Allah'ın vaatlerinin bir ırka ya da sadece kendi dinlerinden olanlara dair olduğunu iddia edebilir! Bu iddia dahi "İnanç" kapsamındadır! Allah adına, Onun yerine konuşmak abes olur!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İçinde Ara

“Her ne arar isen kendinde ara! ” Hacı Bektaşi Veli
Dışarda arayan bulamadı!
Her şeyin aslı içinde saklıdır!
Allah’ı mı arıyorsun kendi içinde ara!
“Küpte ne var ise dışına o sızar! ”, içine bak!

İnsanlar arasındaki kavga ve çekişmeler irdelendiğinde ilk kıvılcımın içerden olduğu görülür! Aşağıda bahsedeceğim; “Ben” ikili yapısından çıkar bu ilk çekişme! İlk insan kardeşini öldürmekle başlamış bu iç çekişmelere! Sonrası bildik hikaye; ilahlar çıkarmışlar aralarından sonra o ilahlar kendi içlerinde mücadele etmiş daha sonraları da ilahlar göğe postalanmış yerde insanlar taraftar olduğu o ilahların çekişmesini devam ettirmiş. Daha sonra yine kendi ilahlarının farklı aracıları çıkmış, o aracıların taraftarları kendi içlerinde çekişmiş, sonraları aracıların da aracıları türemiş… Kabaca durum bu!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Tapınma

“Ben sizin taptıklarınıza tapmam! ”

Tapınma: Tutku ile sevmek, bağlanmak!

Tapınmanın kişisel bir eylem olduğu ve kişinin kendi özgür tercihine göreceli olduğu söylenebilir! O halde kimse, kimsenin taptığına tapmak zorunda olamaz! İnanç ve din de kişinin kendi özgür tercihidir! Neye, nasıl inanacağına da kişi kendisi karar verir!

Kişi özgür iradesiyle inandığı bir şeye bağlanabilir ama başkasını bağlama konusunda yetki sahibi değildir! Teklif başka, zorlama ve tehdit başkadır!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Levh-i Mahfuz’daki Kuran

Levh-i mahfuz, kurana da kaynaklık etmiş ama kuran bu kaynaktan koparılmış. Bu nedenle insanlar eski öğretilere saplandı.

Kainat kitabı derim ben levh-i mahfuz’a; kainat, evren okunur aslında. Tüm bilimler evrenden çıkar, evreni okur! Matematik, felsefe, tıp, astronomi, kimya, fizik gibi ilimler evreni okur! Hani “Tüm ilimleri bilenlerce tefsir edilsin kuran” denmiş, zamanında! İşte bu ona benzer. İlimlerden bağımsız tefsir olmaz. Her müstait kendi tefsirini yapmalı aslında, bu ortak bir data oluşturur. Sınır koyulmaz ise anlayışa, sınırsız olan kuranın da anlayışı sınırlanmamış olur; yoksa eski zaman nakillerine kurban edilir muhteşem bir kaynak…

“İslam dini'nde kader olarak isimlendirilen, geçmiş ve gelecek tüm olaylar ve varlıklar Allah katında bulunan Levh-i Mahfuz'da yazılı bulunmaktadır. İbn-i Kemal'e göre, Levh-i mahfuz, korunmuş levha demektir. Olmuş ve olacak her şeyin yazılı olduğu kitap anlamındadır. Melekler, Levh-i Mahfûz'u görürler.
"Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta olmasın." (Neml Suresi, 75) [1] Ayette geçen apaçık kitap Levh-i Mahfuz olarak yorumlanır.
Olmuş ve olacak şeyler Allah'ın bilgisine bağlı olduğundan Levh-i Mahfuz doğrudan Allah'ın ilim sıfatı ile ilişkilendirilir. Korunmuş olarak nitelenmesinin nedeni, burada yazılı olan şeylerin herhangi bir müdahale ile değiştirilmekten, bozulmaktan uzak ve korunmuş olmasındandır.” Vikipedi

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

İşin Rengi Değişir

Bütün dinler ve kutsal kitaplar tek kişinin beyanıdır. Bu kişilerin ikinci bir şahidi yoktur. "Allah'tan getirdim! " ya da "Allah yolladı! ” derler! Bunu halk kabul ederse din ve kutsal kitap oluşur! Kendisine hiç kimsenin tabi olmadığı peygamberlerin de olduğunu bazı alimler söyler! Mesele inandırma meselesidir!

Ben ise diyorum ki "İnanma bil! " yani gerçeği bizzat kendin ara! Nakledilen bilgilerin, eksiltilip-artırıldığını zaten söylüyorlar ki; bu nedenle yenilendi durdu dinler ve kitaplar. Yenilenme gerekçesi; eksiltilip, ilaveler yapılması zaten. Şunu unutmayın; tek kişiye ulaşılır sonuçta kaynak olarak!

Hukukta ise tek kişinin beyanı bir diğerini mahkum edemez! İki eşit insanın beyanları da eşittir! Bu nedenle din alanında ayrıcalık söz konusudur! Yani dini getiren kişinin, seçilmiş kişi ya da seçilmiş ırktan olması bu eşitliği bozacak ve tek kişi beyanıyla toplum şekillenecektir! Bu konu inanç olduğundan bireye karışılmaz ama sorun çıkması şundandır. Tek kişinin beyanıyla toplumdaki diğer kişiler de mahkum edilmeye kalkışılır. İşte o zaman işin rengi değişir!

Ahmet Bektaş
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Kavga

Mağlubiyet veya galibiyet durumlarından birinde olmak! Bir mücadele var ise bu iki durum vardır! Belki böyle bir mücadelede yer almamak asıl galibiyet! Yani insanlık iyi kötü göreceliliğinde birbirini yerken, yenerken, yenilirken onların bu mücadelesinde taraf olmayan kazanabilir. İki kişi kavga ederken birbirini hırpalar ve yorar; üçüncü kişi her ikisinin de ulaşamadığına ulaşabilir! Klasik kız kavgasını bilirsiniz! Bir kız için iki kişi kavga eder! Bazı biri diğerini öldürür, biri mezara diğeri hapse girer! Kavga dışında kalan ise kızı alır! Buna benzer çok hal var aslında.

Kavga eden, kaybeder! Savunma adına yapılan kavgaları hep örnek verirler. O kavgalarda bile geride duranlar kazanır. Cephedekiler telef olur. O halde kavgayı kutsallaştıranlar çok kurnaz, kavgacıları gaza getirip geridekileri kollamış. Cephedekilere ise çok önemli makamlar vermiş ama Dünya’da değil! Mevzu uzun. Tüm seyirde buna benzer işler dönüyor. Kadim kutsalları deşersek buna benzer kurnazlıklar çıkar! Din adamları, din için savaşı önerir ama kendileri cephede olmaz! Veya başka savaş önerenlerin ortak noktası; cephede olmamak! Ya kutsal bir makamda ya da geride dururlar. Gaz verirler!

Son tahlilde; kavgaya girmeyen kazançlı çıkar! Kavga körükleyicileri kurnazdır, kendileri geride saklanır, sloganı yani gazı verir saklanır! Gaza gelip, başkaları için kavga vermemek gerek! Binler yıllık kavgaları veren cihangir toplumların genç nüfusu cephelerde telef olmuş! Onların sayesinde çokları rahat yaşamış! Araplar pek uğraşmamış mesela topraklarını korumak için Osmanlı ne güne duruyor! Toprağını kutsal ilan et, başkası korusun! Savaşmayan yabancılar ise mala mülke sahip olmuş! Hatırlatma babından olsun, kısa kesiyorum!

Ahmet Bektaş
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Dini otorite

Akademik kariyeri olmayanların her hangi bir konuda fikri olamaz mı? Yada fikir oluşturmak için o konuda mutlaka ihtisas yapmak mı gerekir?
Bu neden aklıma geldi?
Çok genç, çocuk sayılabilecek bir kaç kişi şöyle söyledi;
“Her konuda yazma,
Akademik kariyerin yoksa yazma! '

Neden yazmayım ki ben özgün fikir ve kanaatlerimi yazıyorum. Mutlak doğru olduğunu iddia etmiyorum ki. Bilgi öğrenmek isteyen için zaten Akademik kaynaklar var, oradan temin eder öğrenir.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Şer

Bir ortamda ya hayır vardır ya da şer. Aslında denge hali hayır haldir. Aşırılıklar dengeyi bozar ve sonuçta şer hakim olur. Şerrin oluşması için hayrın olmaması yeterlidir. Şer için ayrıca çaba sarf edenler olmasa dahi hayır yoksa o ortamda şer hakim olur. Zaten şerlerin en dehşetli kısmı hayır perdesinde yapılanlardır. Münafıkların gizli, perdeli şerri zalimlerin açık şerrinden çok daha tehlikeli olur! Çeşitli hayırların ya da kutsalların arkasına saklanan şer en fazla tahribatı yapar.

İyi görünümlü, toplumda kabul görmüş bazı insanların neden fesat ve kıskanç davranış gösterdiklerini düşünmüşümdür! Kendi hayatlarını gereksiz kısıtlamalarla daraltan kişiler başkalarının da aynı şekilde daralmasını ister. Ruhlarındaki esaret ve kötülüğü topluma bir şekilde yansıtırlar. Şeklen iyi, ahlaklı, kutsal görünmeye odaklandıklarından özü kaçırırlar.

Riyakarlığın en üst safhalarına ulaştıklarında ise dengesizleşir ve hayırı, şerri birbirine karıştırırlar. “Kaş yaparken göz çıkarmak” gibi bir haldedirler. İyilik zannıyla bir sürü şerri meşru sayarlar. Sadece pratiğe bakarlar; kolaycıdırlar. Yüzeysel davranışlar ve sahte gülüşler hatta sahte nutuklarla (vatan, millet, ideoloji) toplumu ve kendilerini kandırırlar. Ama “Mızrak çuvala sığmaz.” Yapmacık olan illa kendini gösterir. Bu tip kişiler kendi öz benliklerini dahi açığa çıkaramazlar, başkalarının kendi benliklerini açığa çıkarmasına da mani olmak için çaba sarf ederler.

Genellikle din, dil, ideoloji, ahlak ve sosyal statü üzerinden insanları kategorize ederek kendi yakıştırdıkları kılıfa diğer insanları sokmaya çalışırlar. Bu sakat tutumlarında yanıldıkları açık olsa da kabullenmezler. Kategorize ettikleri kişiler itiraz ederlerse onları genel kabul görmüş ahlak ve ideolojilere veya dini anlayışa uymamakla itam edip alt etmek isterler. Gülünç ve ezik halleri yüzünden toplumda sevilmedikleri için hırçınlaşır ve rast gele etrafa saldırırlar. Kırmızı görmüş boğa gibi hedefe aldıklarına veya ona benzettiklerine saldırırlar! Bunu sıkça gözlemledim. Hatta yandaşlarını da kendi yanlış hedeflerine saldırması için tahrik ederler. Toplumda fitne, fesat çıkarmaktan çekinmedikleri için çoğunluk tarafından asla sevilmezler, sevilmeyecekler! Zaten bir işe de yaramazlar. Onlardan bir yol olmaz! Taraf oldukları davalarını dahi ahmakça davranışlarıyla çürütürler.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Statükoculuk


Bakınız dindar arifler ve dindar olmayan arifler çok çok ilerde! Toplumu güzellikleriyle süslüyorlar. Onlar asla statükocu ya da tutucu değiller. Bir hakiklati açığa çıkarmak maksatlı çıplak yazıyorum.


Statükoculuk, doğruluğu önceden kabul edilmiş, sorgulanmayan esasların kabulü olarak bakıldığında öyle bir zehirdir ki çaresiz kalan akrebin kendini sokması gibi zaman içinde statükoyu da yıkar! Yıkılan statükonun yerine ikame statüko oluşturmak için dine sarılanlar pek çoktur! Zamanında ideoloji üzerinden insanları tek tipleştirmek sevdası güdenlerin pek çoğu günümüzde "Din" üzerinden aynı şeyi yapmaya çalışıyor! Bakın sizi şaşırtacağım; günümüzde yüzeysel olarak din büyüklerini veya esaslarını slogan ve söylem bazında savunanların pek çoğu aslında statükoculardır. Bunların arasında; eski din karşıtları, eski hovardalar, eski üçkağıtçılar, eski haramiler, eski zilliler, eski despotlar çoktur...

Neden statükocular şerit değiştirir?

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Yükselen İslam

Yükselen dindarlık değildir, İslam’dır. Klasik manada dindar olanların veya görünenlerin, İslam’ın gizlenen yüzünü keşfetmesi gereğinin (Kendini vasat bir Müslüman olarak görenler daha şanslı) anlaşılması…
İslam, bütün Dünya için yükselen din olarak görünüyor. Türkiye’de dindarların İslam’ın tanıtılmasında ve doğru anlaşılmasında büyük eksikleri var. Gelenekler, zamanla din(İslam) esası olarak algılanmış. Birçok konuda olduğu gibi özellikle namus konusunda(töre cinayetleri, vb.) anlayış eksikliği veya yanlışlığı var. Tabii ki her töre dine dayandırılmıyor. Fakat dinden destek aldığı düşünülüyor veya öyle zannediliyor. Dinde olmayan bazı şeyler varmış gibi dayatılırken; dinen meşru olan bazıları da aykırıymış gibi gösteriliyor. Eğri ile doğru karıştırıldığı için, çok bilgili olmayan büyük bir çoğunluk canının istediğini alıyor.
Çok tekrar edilir “Dinde zorlama yoktur”. Dinde zorlama olmasa da her dinin kendi kuralları var. Bu kuralların uygulanışında yaşanıyor sıkıntı, zaten. Şahsi vazifelerde Allah ile kul arasına kimse girmese de şahsın, toplumsal vazifelerinde veya toplumun kabul edilmiş normlarına uymasında / uymamasında sıkıntı oluyor.
Elbette aşılamayacak sorun yoktur. Toplumun sevilen, sayılan, sözü geçen, aydınlarına bu konuda büyük vazifeler düşüyor. Toplumsal huzur ve barış ortamı olmadan hiçbir şey yapılamaz.
Sevgi ve saygılarımla.
Ahmet Bektaş
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Niteliksizlik

Bir düşünce deneyi işle başlamak isterim yazıma; iki ıssız ada olsa aynı büyüklükte ve aynı şartlara sahip. Bu adalara yüzer kişilik, yarısı erkek yarısı kadın orta yaşlarda (Otuz) sağlıklı nesiller yerleştirilse. Adanın birine yerleştirilenlerin tamamı okuması yazması olmayan ve bilgisiz olsa! Diğer adada olanların ise sadece biri her konuya hakim bir profesör olsa. Yüz yıl sonra hangi adanın daha ilerde olacağı öngörülür?

Japonya ve Almanya çok değil yetmiş yıl önce tamamen bitik durumdaydı. Şimdiki durumlarına bakınız! O yıllarda onlardan daha ilerde olanları nasıl geçtiler? İnsan alt yapısı ile geçtiler. Nitelik ile... Bu toplumları sıkıntıya sokan şeyler bildik şeyler; ırkçılık, ideolojik ve dinsel akımlar olabilir!

Niteliksiz toplumlarda ırkçılık ideolojik ve dinsel akımlar ön plana çıkar! Nedeni açıktır, teknoloji geri olduğundan yoğun işsizlik vardır. Ücretler yeterli değildir; bu nedenle insanlar yan yollara kayar. Bu şekilde menfaatleneceklerini düşünürler. Zaten iç çatışma yaşayan toplumların tamamında bu nedenler ön planda olur. Birileri devleti ele geçirip yandaşlarıyla yemeye koyulunca, diğerlerine dışardan destek verenler iç kargaşa çıkarıp ikisini de alt ederek yeraltı ve yer üstü kaynakları ele geçirir. Bildik hikaye bu da din, dil, ırk, ve ideolojik söylemlerle yapılır. Bu toplumlarda refah olsa, eşit gelir dağılımı olsa ne demeye dışardan yardım alıp içerde savaşsın ki? Yani nitelikli toplumlar iç kavgaya girmeye gönüllü olmaz! Bu kısır döngü öyle felaketler oluşturur ki; bu geri kalmış toplum bireyleri öylesine işe yaramaz hale gelirler ki; ceplerine para koyup, ellerine silah verilerek adeta paralı milis olurlar! Afrika'da birbirini katleden kabilelerin durumu... Bakınız onları (Din, dil, ırk, ideoloji, mezhep) açısından destekleyenler vardır ama bu destek samimi değildir.Çünkü bu insanlar için acilde yapılacak kolay bir çözüm yoktur! O toplumların geri kaldıkları mesafeyi kapatması için çok büyük çaba gerekir! Niteliksiz oldukları için iş gücü açısından da bir değeri yoktur. Günümüzde otomobilleri robotlar yapıyor; demir, döküm fabrikaları bile el değmeden üretim yapıyor, tam otomatikleşmiş. Bu insanların kaçak işçi olma hayalleri dahi hazin bir şekilde sonlanıyor. Ellerinde tek seçenek kalıyor, savaşmak! Egemenlerin verdiği silahlarla, egemenler lehine savaşarak kendi topraklarının hakimiyetini egemenlere kaptırmakla sonuçlanacak bir savaşı yapmak zorunda kalıyorlar!

Son tahlilde; bizim toplumumuz niteliksiz olmasın! Her alanda, teknoloji ve kültürel alanda yenilenelim. Küçük menfaatler uğruna ideolojik, ırksal, dinsel ayrımcılığı körükleyenlerin oyununa gelmeyelim! Unutmayalım ki refah azalınca çıkar kavga! Bu nedenle toplumdaki refahı yükseltelim, ideolojik ve dinsel kavgayı değil. Zaten nitelikli insanlar o konuları da aşar.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Bilgi Kirliliği

Günümüze kadar gelebilen eski öğretilerde neden en çok “İtaat” konusu vardır, hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm; geleceğe eser bırakanların hemen hepsi gücü elinde bulunduran diktatör ya da kral türü kişiler olduğundan halkın itaatini kutsallarla sağlamışlar! Halktan olan hakikati dillendirenler zaten pahalı kağıt ve tabletleri kolayca kullanamaz, kullansa dahi kral ve diktatör hatta din adamlarının aleyhinde bir şey yazamaz! Bu durumda günümüze ulaşan bilgiler kral mezarlarından ya da kralları öven, itaati emreden yazıtlar olacaktır. Bu nedenle tarihsel nakiller güvenli değildir! Bilimsel incelemelerle varılan sonuçlar ise zaten yorum olarak görülmeli. Demek ki tarihsel verileri sadece bilgi için kullanmalı, tarihsel verilerde takılı kalmak tam bir felaket olur. Eski zaman egemenlerinin bıraktığı bilgileri tekrarlamak olur. O dahi potansiyeli eski zaman ulularına kaptırmak olur. İnsanlık bilmeden eskiye esir olur veya eskici olur!

Günümüzde bile bu bazı toplumlarda böyle değil mi? Taze bilgileri bile korkudan yazamıyor insanlar, bilgi daha üretim aşamasında sınırlanmış oluyor. Padişahım çok yaşa diyenler ne yazarsa halk onunla idare edecek. İtaat ediyorum o halde varım diyecekler.

Güya konusunda uzman bazı kişilerin saçmalığa varan hatta saçmalığı aşıp küstahlığa varan hallerini gözlemledim! (Benim kürtaj konusunda şahsi kanaatim cenin canlandığında kürtaj için geç kalınmıştır.) Eleman kürtaj konusunda karşısındaki aciz kadına diyor ki; “Beden senin ama karnındaki senin değil! ” onlar devamını getirmedi ben hayalden devamını yazacağım. Peki kadının karnındaki kimin? Birinci cevap için “Erkeğin de hakkı var.” Diyelim. O halde erkek ve kadının rızası varsa ve cenin canlı değilse; kime ne? İkinci cevap; “Tanrınındır” şeklinde olur ise ne olur? Bu durumda Tanrı ile o kişiler muhatap olur! Yani Tanrı adına birileri insanlara kural koyduğunda zaten sorun oradan çıkıyor. Kutsal kuralları Tanrı koyar ve sadece inananlar içindir onlar da, zorlama olmaz. Kişi hak ve özgürlük kapsamında olan kurallar ise zaten toplumun yasama kurumlarınca yapılır.

Son tahlilde; insan ile Tanrı arasına kim girerse ve ne adına olursa olsun bu aracılığı meşru değildir. Zaten dinsel kurallar inanca bağlıdır. İnanç yoksa din de olmaz! Zorla da güzellik olmaz!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Cehalet Okumakla Kalkmaz!

Altı yaşımda okumaya kırkımda da yazmaya başladım, çok değil on yıl oldu…

İnsanları yeterince tanıdım, özellikle cahil ve bildim sananları izledim. Ezber ideoloji sahipleri ve ezber din takipçilerinden daha ahmağına da rastlamadım. Bunlar taraf oldukları şeyleri sadece savunurlar. Bilmedikleri şeyleri savunurlar. O kadar ahmaktırlar ki kendi duydukları şeylerin de dışına çıkılsın istemezler.

Mesela ideolojilerinde kendi öğrendikleri köhne kalıplar kalıcı olmalı ki cehaleti saklı kalsın. Din konusunda ise öğrendikleri sıradan şeylerin haricine çıkılmamalı ki sırıtmasın cahilin hali! Bu yüzden yeniliklere karşıdırlar. Ve biliyormuş havasını hiç bırakmazlar. Bildikleri de nakli şeylerdir; falanca alim bunu dedi, falanca kitapta bu var, filanca eskiçağ filozofu bunu dedi; üzerine laf olmaz, onları geçemeyiz, söylenecekler söylendi gibi konularda takılı kaldıklarından asla ileri adım atamazlar!

Huyları pistir ve kıskançlıklarından doğru da olsa pek çok konuda muhalefet ederler. Karşı olmaya programlıdırlar. Bu yüzden hiçbir işe yaramazlar!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

A/Teist

Felsefi terimleri kullanırken her defasında Felsefe Sözlüğüne bakarım. Çünkü aklımda tutamam tam olarak içeriği. Skolastik, Vahdet-i Vücut, Evrim, Deizm, Teizm, Monoteizm, Ateizm, Panteizm, Substance, İdealizm, İşrakîlik, Monizm, Fatalizm, Atomizm, Metafizik, Determinizm, Materyalizm, Rasyonalizm, Archee. Bu terimlerin hepsi elbet felsefi açıdan insana kaynak. Fakat yapılan büyük bir hata var! İnsanı bu terimlere sıkıştırmak ya da bu terimlerle kategorize etmek var! Yani insanları bu terimlerle tanımlamak yanlışı var! Şahsen ben bu terimlerin hiç birine tam olarak sıkışamam, ya da hepsinden bende biraz var! Her insana ait farklı durumlar olacaktır, olmalı! Böyle geniş açıdan bakmalı…

Ateist ve deist bu ikisini açıklamak yeterli bu yazımın başlığı açısından!
Yanlışlığı iddia edilemeyen bir şeyin doğruluk değeri olmaz! Bir şeye “Yanlış” denemediğinde o şey “Doğru” olarak sunulamaz! Sunulursa, inanç ve kabul olur. Yani doğrulanması için “Yanlış” iddiasının önü tıkalı olamaz! Algılanmayan da bilinmeyen de var veya yok bir anlamı olmaz! Yani bir şey var ve algılanmıyor ise bu boyutta onu algılatacak bir etki oluşturmuyor ise o halde, o her ne ise varlığı iddia edilse, inanılsa da inkar edilse de bir anlamı olmaz! Algılanmayan bir şeyin anlamı olmaz!

Avam lisanıyla yazmak istiyorum bu tanımları!
Ateist: Tanrıtanımaz! İlah tanımaz! Bir ateist, evrende bir varlığın bu evrendeki tüm işleyişe müdahale edebilir ve evrenin sahibi fikrinden uzak olmalıdır! Yaratıcı konusunda nötr olmalı! Eğer sıkışınca bir yaratıcıya sığınıyor ise “Ateist” de değildir!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Üç Kağıt

“Bul karayı al parayı” Üç kağıttaki amaç hedef kartı, dikkatle izleyip üç karttan hangisi olduğunu bilmek! Dikkat ve motivasyon sağlamak için çıkarılmış olduğu söylenir, sonraları bildik “Üç kağıtçılar” türemiş!

İnsanlık tarihinin en eski sınıflaması belki de “Üst-orta-alt” sınıf!
Mesleki olarak; “Çırak-kalfa-usta”
Hemen hemen tüm alanlarda bu “Küçük-orta-büyük” ölçeklendirme, değerlendirme yapılır!

İnsanlar, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan doğal olarak üç grupta görünüyor!
Üst-orta-alt
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Olimpos Döngüsü

“Olimpos Döngüsü” olarak adlandırdığım bir döngü üzerinden insanlık gelişim evrelerini gözlemlemek istedim.

Olimposlular, Yunan mitolojisinde Dünya’yı yöneten tanrılar!
“Teoloji” yazımda bahsettiğim gibi “Din” ve “Tanrı” konusunun, insanlığın bilinç ve aklının gelişimiyle paralel olarak geliştiğini söylemek mümkün! Eski dönemlerde önemsenen ve insanların ihtiyacı olan şeylerin başında gelen güç, kudret gibi özellikleri temsil eden, “İlah” ve “İlahlık” konusu! İlk dönemlerde bu güç ve kudrete sahip olan insanlara “İnsan ilah” şeklinde kabul görmüş! İnsan ilahların, ölmesi ya da hastalanması diğer insanların kabulünü azaltıyor, bunu aşmak veya ikna için “Yarı insan, yarı ilah” sunumu getirilmiş; daha sonraları İlahlar, göğe çıkıyor ve yerde onları temsil eden “Put” ya da benzeri somut şeyler kullanılıyor. Aracılar ise yine insan! Bu alandaki aracılık, diğer insanlar ile “İlah” arasındaki bilgi ve emir alışverişi! Aracıların “Güven” konusu önem kazanıyor ve devamında aktarılan bilgilerin zaman içerisinde değişmesi konusu var! Pagan dönemlerde “Tanrı” daha somut olarak düşünülüyor; güç, kudret sahibi ve ihtiyaçların karşılanmasında yardım istenecek bir makam! Pagan dönemlerde “İlah” hem mekan veya özellik olarak tanımlanabiliyor hem de sahip olduğu güç ve kudretin cinsine göre sınıflanabiliyor; bazı da hepsi daha kapsamlı tek olanda toplanabiliyor!

Olimposlular, 12 tanrı! 12 sayısına başka manaların yüklenmesinin de çıkış noktası gibi düşünülebilir! 12 Ay, 12 Burç, 12 Havari ve diğerleri! Tanrıların başı, “Zeus”; eşi “Hera”! Mekan, Olimpos Dağı! “Herkül”, yarı tanrı; ölümlülere örnek de “Ganymedes”, Zeus’un (şarap sunucusu yapmak için) kaçırdığı güzelliğiyle meşhur bir kral oğlu! Zamanın ihtiyacına göre, fiili bir tanımlama oluşmuş!
Olimpos tanrıları ilk kuşak “Titan” soyundan; ikinci kuşak, Titan’ları yenen “Zeus” soyundan! Soy kavgasının tanrısal boyutu!
İlk kuşak tanrılar; Zeus, Hera, Poseidon, Demeter! Toprak, hava, ateş, su güçlerinin tanrısal alanda sahiplenilmesi konusunda ayrıntıya girmeden; Zeus, gökyüzü hava olayları; Hera, evlilik, kadın, bereket; Poseydon, deniz yani su ve depremler; Demeter, tahıllar ve tarım! Birinci kuşakta, yeraltına hükmeden “Hades” ve aileden sorumlu, “Hestia” da anılabilir!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Savaş Ve Araçlar

Savaşlar, genellikle “Alan” egemenliği kurmak için yapılır! Bu alan, tüm evreni kapsayacak kadar genişletilmek istenir! Yani ilk egemenlik, kişinin kendi yaşadığı toplumda başlar ve bunu genişletebildiği kadar genişletmek ister. Kişi, öğretisi ile tüm Dünya’ya hakim olabilir ise sırada evren vardır! “Alan hakimiyeti” konusunu genişletelim; bu alan, bir futbol taraftarlığı da olabilir, basit bir derneğin ele geçirilmesi de olabilir hatta bir kahvedeki insanlara hükmeden bir kişi de bu amacı hedefleyebilir; köy ağalarının hakimiyet alanı, o köy ve içindekiler! Bu alan, siyasal alan da olabilir, din, dil, ırk veya ideolojik alanda olabilir! Yazıda “Alan” geçtiğinde bunların tamamını düşünelim! Zaten Dünya’da bile göreceli olarak büyük bir hakimiyet kurulduğunda “İlah” iddiası güden Firavunlar olmuş, olacak! Dikkat ettiniz mi? Alan hakimiyeti sağlamayı kişiler istiyor ve bunu toplumlara yaptırıyor! Yani tüm evrene hakim olmayı toplumlar istemez, kişiler ister; toplumlar, bunu yapmanın aracı olur!

Neden toplumlar, bir kişinin veya yine bir kişiden çıkan öğretinin savaşçıları olur?
Cevap: İnsanların çoğu menfaatçidir! Menfaatlerinin güdümünde yaşarlar! Menfaat gördükleri kişi veya bir kişinin öğretisinin etrafında kümelenirler! İşte bu eğilimleri onların yönetilmesini ve yönlendirilmesini kolaylaştırır! Bir kişi ya da öğretisinin savaşçısı olarak menfaat elde etmeyi umar ve bazı da buna ulaşır! Aradığını bulamayanlar, saf değiştirir; bulanlar, daha da ileri derecede menfaatlerini sağlayan kişi veya öğreti için savaşırlar!

Gelişmemiş toplumlarda zaten sınırlı olan kaynaklar, adil dağıtılmadığında "Kaynak kapma" yarışı olur! Bu kaynak kapmacada pay alamayanların, sorun çıkarması beklenen bir durumdur! Kaynakları belirli bir kesim sahiplenince veya ele geçirince de dış kaynaklar devreye girer ve boşluğu doldururlar! Önemli olan kaynak kapmaca değildir, önemli olan boşluk oluşturmamaktır. Bu amaçla, kaynaktan pay alamayanlara "Sosyal yardım" yapılır, bunun da ileri aşamalarda sıkıntıları ortaya çıkar elbet ama kaynak kapamayan kesimin patlaması önlenmiş olur. En güzeli de dengeli bir büyüme ve kaynak kullanımı, yani toplumsal refahın ve fırsat eşitliğinin sağlanması. Böylece denge sağlanır ve boşlukların başkaları tarafından doldurması önlenir!

Savaşın en önemli aracı insandır! İnsanlar, insan öldürmek için savaştırılır! “Araç amaca feda edilir! ” Yani egemenler savaş aracı olarak insanı kullanırken aracı, amaca feda etmeleri doğaldır! İnsan, araç ise ölen de öldüren de araçtır! Amaç, alan egemenliği olduğuna göre maksat sağlanacak ise araç amaca feda edilecektir! Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur; egemenler için bireyin kendi menfaati için savaşmaya istekli olup olmadığı önemlidir! Çünkü sonuçta egemenler için savaşacak olan da o, kendi menfaati için savaşmaya istekli olan kişidir!
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Meşruiyet

Tarihin her döneminde para, din ve seks üçgeni vardı, olacak da. Çünkü din (Hadi batıl olanını hedef alayım) eski zamanlarda da para ve seksi meşrulaştıran gerekçeleri kolaylıkla kutsal yollardan üretebilir...

Sorarım bazılarına; Allah, sizin bozuk dileklerinizi onaylayan, yerine getiren sizden emir alan biri mi? Değilse, bozuk isteklerle O'na gitmeyin, lanetlenir- lanetleşirsiniz ama bunu dahi anlayamazsınız...

Cesaret bambaşka bir şeydir. Kahramanlık başkadır cesaret başkadır. Korkaklar arasından muhtemelen kahramanlar çıkabilir. Cesurlar ise bin yılların öğretisine karşı duruş sergilerler, daha bebekken aklına sokulan hurafelere karşı duruş sergileyebilirler; öğretilmiş köleliği reddedebilirler! Kutsallarla korkutulmuş ezik insanlar arasından kahraman çıkmasının cesaretle fazlaca alakası yoktur. Eski kutsal korkular ve ezikliklerin ardından da kahramanlar çıkabilir. Asıl cesaret kutsal korkulara ve kutsal öğretilerle daha bebekken verilen korkulara ve öğretilere karşı cesur duruş sergilemektir.

Kayıp yoksa ayıp da yoktur. Yani bir eylem herhangi bir menfaat ya da herhangi bir değeri yok etmiyor ise ortada ayıp da kayıp da olmaz. Ama bakın, bağıranlara bakın; bir kayıptan söz ederler; bu para olur, menfaat olur, saygınlık olur, güç olur! Yani kayıp varsa ayıp ortaya dökülür.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Tanrı’ya Ne Yapması Gerektiğini Söylemek

“Tanrı zar atmaz! ” diyen Einstein’a meslektaşı diyor; “Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemeyi kes! ”
Tanrı ne yapar, ne yapmaz? Bunu kim bilir? Hiç kimse! Ne isterse onu yapar ve kimse de ona engel olamaz!
Evrende her an, her şey olabilir! Tüm olasılıklar, tercihe açık tutulmuş. Gözlemci, bunlardan birini tercih ettiğinde o tercihi belirleyici rol oynuyor! Yani tercih, sayısız seçenekten bir durumu belirlemek oluyor! Yani tercih, diğer olası durumları iptal edip tercih edileni belirliyor!

Tercihlere sunulan sınırsız durumları kim belirliyor? Madem tercih, sınırsız durumdan izafi olarak tercih edene izafi belirleniyor o halde tercihe sunulan sınırsız bir olası alan var; bunu kim belirliyor? Cevap çok basit; Tanrı belirliyor seçenekleri ve tercihe sunuyor! Şimdi bu sınırsız seçenekler, madem tercihe sunuluyor o halde sınırsız seçeneklerin tamamı Tanrısal! Tanrı, kusursuz ve abes iş yapmaz ise tercihe sunulan sınırsız olasılığın tamamının da Tanrı açısından bir anlamı vardır! Şimdi bizler, sınırsız potansiyelden, olasılıktan bir tercih yaptığımızda bu tercihin Tanrı açısından olumsuz bir yanı olmaz! Olsa zaten seçeneklerde de olmazdı! Hayır da şer de insana izafi belirleniyor! Tercihe sunulan her şeyin bir yansıması, karşılığı var! İnsan tercih ettiğini, kendi açısından olumlu ise “İyi” olarak adlandırıyor! Tercihinin sonucunu da yaşıyor! Bazı “İyi” olarak adlandırdığı tercihin sonucunu beğenmiyor bu sefer de aynı tercihe “Kötü” diyor ve tercih listesinden kaldırıyor! Sorun şurada; bir tercihe “İyi-kötü” belirlemesini kişi bizzat kendisi yapmak durumunda! Çünkü izafiyet var ve birinin “İyi” olarak belirlediği, başkasınca “Kötü” olarak belirlenebilir; bir tercih, zaten sınırsız olası seçeneklerde var ise Tanrı açısından “İyi-kötü” göreceliliği de yoktur! Tanrı’nın, kendi belirlediği ve seçeneklere koyduğu bir seçeneğin tercih edilmesinden hoşnut olmadığını iddia etmek “Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemek” gibidir!

Konuyu daha da açalım; “Tanrı’ya Ne Yapması Gerektiğini Söylemek” nasıl abes ise Tanrı’nın belirlediği sınırsız olası durumlardan bazılarını seçenekten kaldırmak da aynı kapıya çıkar! Yani Tanrı istemese idi seçeneklere de koymaz idi! Burada bir sorun daha var; insanlar arasında egemen olanlar, kendi istedikleri (Bu genelde egemenlik kurmak ve egemenliğin devamını sağlayacak seçenekler oluyor) tercihleri “Geçerli”, diğer seçenekleri “Geçersiz” kılmak şeklinde olur! Tarihsel süreçte tüm mücadele ve kavgaların da içeriğinde bu saklıdır! Kullanılan araçlar ne olursa olsun görünen şu, egemenlik sağlamak için sınırsız tercih alanının sınırlanmasıdır! Yani ilk insanın sınırsız seçeneklerini ilk sınırlayan ikinci insandır! “Adem mi Havva’yı kandırdı; Havva mı Adem’i kandırdı! ” paradoksunun ortaya atılmasının da sebebi bu tercih belirlemesindeki etkidir! Sonrasında ilk egemenler, kendilerini “İlah” olarak belirliyor ve devamında “Yarı insan yarı ilah” daha sonraları da ilahlar göğe postalanıyor ve yerde, önce aracı putlar sonra da aracı insanlar bazı ilahlarla bazı da putlarla olan bağlantı üzerinden belirleyicilik yapıyor! Bu belirleyicilik, “Tanrı’ya ne yapması gerektiğini söylemek” kapsamında ve egemenlerin belirlediği şekilde işlemeye yönelik olmuş!

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Asalak

“Bir canlının içinde ya da üzerinde sürekli ya da geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı. Mecazi olarak; bazılarının sırtından geçinen.”

Bağırsakta yaşayan minik canlılar asalak türünün en masumları belki de.

Asalağın en ahmağı hayatını sürdürdüğü canlının ölümüne sebep olanı olmalı. Çünkü onun hayatı da ölümüne neden olduğu canlıya bağlı.

Bir belgeselde izlemiştim; guguk kuşu yumurtasını başka bir kuşun yuvasına bırakır, yumurta üzerinde yatmaktan ve yavruyu beslemekten kurtulur. Yumurta diğer yumurtalardan önce doğar ve diğer yumurta ve yavruları yuvadan atar! Korsan yavru çabuk gelişir ve üvey annesinden cüsseli hale gelir. Zavallı üvey anne yuvaya yiyecek taşımaktan helak olur. Kuş aklı işte… Bazı kuşlar korsanı fark eder ama yumurtalar benzer olduğundan hepsini terk etmek zorunda kalır.

..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Rab Rabbulalemin Algısı


Ruh Rabbulaleminden insana yüklenen bilgi, hayat ise bu bilgiyi işleyen açığa çıkaran donanım. Ruh yazılımını beden ile işletmek ve ortaya bir şeyler çıkarmak ise kişinin bilinci ve "Zat"ı oluyor. İnanç bilinç olmadan sadece hedef olarak kalır...

Rab, Rabbulalemini algılayan bir bireysel bilinç. Bu nedenle her insanın Rab algısı farklıdır. Rabbulalemini ise tek bir insanın bu boyutta tam algılamsı mümkün değildir! Bu nedenle inanç devrededir. Rabbulalemine inanırsa insan Rab algısını genişletmek için bilinç elde eder! Yani inandıkları okyanus, bilinci damla. Bu Peygamberler için daha kapsamlı olsa da işleyiş aynı. Bireysel bilinç ile "Rab" algısı oluşuyor, inanç ile de "Rabbulalemin" Yani her birey inandığı kadar bilinç elde edemiyor. Marifetullah ise bu inancı bilince çevirmek içindir.

Rab algısı iyi anlaşılmaz ise Rabbulalemin algısını sınırlar! Bu nedenle bazı insanlar kendi Rab algısını başkalarına Rabbulalemin algısı olarak sunmak eğiliminde olur! İnanç ve bilinç burada önemli. Bireyin inancı çok kapsamlı olabilir, bilinci ne kadar; o önemli.

Tüm dinlerin kaynağı aynı.
..

Devamını Oku
Ahmet Bektaş

Din ve bireysellik

Profesör tahtaya mükemmel bir formül yazsa ve bir ara yaramaz bir çocuk gelip formülün içinden sadece bir rakamı değiştirse ve formülü binlerce öğrenci de not alıp öğrense ne olur? Dünya üzerinde dini kuralları kanunlarına tatbik ettiğini iddia eden toplumların şu anki hali bu…

Din hep bireyseldi! Zaman içinde toplumsallaştı/ toplumsallaştırıldı…

Evveli ve ahiri içine alan büyük bir sistemin varlığı ve bu sistemin aslında kusursuz çalıştığı apaçık görünüyor. Görünen kusurların bu sisteme uymamak / uyamamaktan kaynaklı olduğu göz ardı edilmemeli. Sistemin kendi işleyişi gereği uygun hareket edenlerle zararı olmadığı, sisteme aykırı hareketlerin ise sistemin çalışmasının bozulmasına müsaade edilmeyeceği için sistem tarafından dışlanacağı ve bunun sonucunun ağır olacağı bilinmeli. Farklı boyutlarda ebedi olarak devam edecek olan insanın varlığının terakki etmeye müsait olması ve sisteme uymamak yüzünden terakki edememe, alçalma gibi bir sonuç ile karşılaşılabileceği muhtemelken; aklı olan terakki etmek ister. Yani açılıp ağaç olmak varken çürüyüp zayi olmayı kimse istemez.

Birey kendisini bencillik, başkalarına hükmetme, her şeyi bildiğini sanma ve sadece kendi düşüncesinin doğruluğu sanısından kurtarmadıkça topluma vereceği bir şey de yoktur. Yani bireysel başlar topluma yayılır iyilik ve terakki de kötülük ve sefalet de... Sıkıntıların kaynağının başkalarına müdahale etmek olduğunu söylüyorum. Bu hakkı kendinde görmek...

..

Devamını Oku