Kükrensene hey dağlar!
Alpler’den mi
Andlar’dan mı
Zagroslar’dan mı...
Yoksa İsfendiyar’dan mı
Köroğlu’dan mı
Toroslar’dan mı...
Nerden kükrerseniz
nerden patlarsanız patlan gayri!
Çatlatsana
hey çetin koz,
soğuk kabuğunu!
Su değil
sel değil
ateş doldur derelerimize;
kurbağanın gözü yollara eridi aktı
ha ateş geldi, ha gelecek diye
kurak derelerin
çın sabrını deneye bekleye...
Kükrensene hey dağlar,
kükren gaaaari! ..
Vezüv, Venezüella
Etna, Sicilya...
Che Guevera, Bolivya;
hey haklılığın durdurulamaz
tarih defteri
kussana gayrı
kussana
yürekleri sevgi insana kesen
volkan selini!
Kus gaaaari!
İda’da Zeus mu kesiyor önünü.
Olimpos’ta Apollon’un kıskanç okları mı
yakıyor Posseidon’un gemilerini!
Yoksa Bağdat’ta başpuşun
eli silahlı
başı külahlı
beyniyokları mı...
Taaa ensekökümüzdeki İncirlik’ten kalkan
B-52 vahşeti,
“insan işi”mi!
Arabı bol çöllerin petrol kuyuları
Afrika’nın “fildişi” mi!
Bu kaçıncı Basra!
kaçıncı Bağdat
kaçıncı Kerkük
kaçıncı Kerbala
Toroslar’dan uça uça
Amed Kalesi’ni geçe geçe...
Oyunda Iraklı çocuğu biçiyor zulüm!
Beşikte Tikritli bebeği seçiyor ölüm!
Hadi bindokuzyüz ellidokuz’un Kübası gibi
“çok şükür çok şükür
bugünleri de gördük
ölsem de gam yemem gayri...”nin
sevgi “resmini
“çiz”sene hey Che!
Çiz gaaaari!
Besili atlarla eşekler tepişirken
dünya denen bir haranın çayırlarında otlaklarında
yemlenip tavlanan düşünme hadımı çürük odun kafataslılar,
doymayı, özgür yaşamayı
günah...
Tüm ayakaltında kalanlara
açlığı, yokluğu yoksulluğu
mübah...
Kendi karanlık düşlerini
ışıklı sabah
sanan,
yontulmamış taşdevrinin
füzeli bombalı ekranlı arsızbaşları
yenilmezlik psikozuyla
salyalarını saçıyorlar uluslararası,
dünyamıza ve uzayımıza...
Ve insanımıza insanlığımıza!
Kirlerini sıvıyorlar,
kentimize köyümüze
yurdumuza yerimize...
Tavuğumuza cücüğümüze
büyüğümüze küçüğümüze
çocuğumuza bebeğimize
kızımıza kızanımıza
gelinimize damadımıza...
tanrımız tarımımız; çiftçimiz çiftçiliğimiz
çokluğumuz tekliğimiz çiftliğimiz
pamuğumuz ipliğimiz hepliğimiz
kahvemiz şekerkamışımız şekerimiz
hiççekmezimiz, iççekerimiz, beş öğün boşçekerimiz
fenimiz kimyamız astroloğumuz antropoloğumuz
teoloğumuz jeoloğumuz yıkımımız depremimiz
hastamız hastalığımız pastamız pastalığımız
beyimiz beyliğimiz
dağımız dağcımız
avımız avcımız
geyiğimiz kekliğimiz
mezarımız merteğimiz
kanlanıp katlanıp
toytoylanıp toptoplanıp
teltellenip tektekerlenip
paket paket doluyor kasalarına;
bankalarına borsalarına...
Şunların tilki kuyruklarına
abidevi efsanevi gerilla botunun ıskasız tabanını
bassana Che!
Bas gaaari!
Atlasötesinin ikibacak arasından
puş doğan fırlamalara
geniş bir mesken oldu ya dünya;
Istranca’dan Ağrı’ya
Palandöken’den Cilo’ya ve Süphan’a
hükümran oldu ya
Can Yücel Baba’nın fazlalığından dökülen
aklı karalı
başısaralı
yurtsatıcılar;
Coni’nin yolgeçen hanı oldu
o koca pınarlı uygarlıkların
o engin ve zengin ekinsel damarların
Anadolu yatağı...
“Hallaci Mansur tekrar yüzüldü
Pir Sultanla Şeyh Bedrettin tekrar asıldı...”
Kore’ye yankee kurtarmaya yollanan
diyeti ödenmemiş gençlerim
ve Sarıkamış’tan işgale sürülen
boynu kıldan ince yirmi yaşlı kardeşlerim
tekrar kırıldı;
postallarını yakarak kimi
kimi yiyerek ıslata yumuşata...
Çaresiz gariplerimin donu gömleği, içi dışı
sobesiz önü ardı, küflü bıyığı yağlı sakalı...
Yani demem o ki,
gevelemeden atalım bıçağı karnına sözün
İST.başı mamur, dörtbaşı madur osmanlı! ..
Enver Paşa,
Hızır Paşa...
Anam da derdi ki;
“paşa, paşa değil
ardımdan attığımın üstünde
bokböceği oldukça,
ha Çin’in Sultanı olmuş
ha Mekke’nin varisi
ha valisi Horasan’ın! ..
Hey Can Baba
de bana;
yirminci yüzyıl karmaşasından
yirmibirinci yüzyıl umutlarına atlamışken
arpa ve çavdar kokulu ayaklarımız,
o deriiiin bilginle sen,
bu “öpülüş”ten,
ne anladın!
* * *
Ulukışla’nın körebe geçmez kelaynak konmaz
ama “deli gönüldür” düşerli, ıssız bir çokluk dağında
sırtsırta dayanmış da bir çift aç güvercin,
çırpınıyorlar ha vira;
odak-sevgi sayıklayarak
düş ambarlarında barış görüyorlar...
“Sen sıradan insan
sen sıradaki”
şu sevgi kervanına
karış görüyorlar!
Görüp kanat biliyorlar da, güzel güvercinlerim
“dillerinde tüy”
batıyor kıymık kıymık;
sökseler sökemiyorlar
ötseler ötemiyorlar...
Hani “gönül cennet ister
günahlar elvermez”in
“Al Sana Bir Silah” kahramanı dostlar,
a içli kardeşlerim,
çocukluğunuzdan Toroslar’a doğru
salacağınıza göğsünüzün ardıç kuşlu hafif sevdasını;
ormanların çürüğünü
karların kürüğünü
Toroslar’ın yörüğünü
derleyip serleyip
bileyip selleyip
döndürüverin İncirlik’in üstüne artlarını;
acımadan yellendirin!
Kırpmadan gözünüzü, kapamadan kulağınızı basın tetiğe
vallahi billahi yellendirin!
Osuruklarının tozunda
kalır mı coooni!
Kalır mı hiç, hakça söyleyin
işgal; vahşet katliam...
Osuruklarının tozunda
kalır mı caaani!
Bilirim,
Toros’un bağrı
Ağrı’nın sağrı
Yıldız’ın sabrı
Çamlıbel’in kahrı
karla kaplıdır!
Ağııır dağlardır;
ha deyince oynamaz yerinden
aksaçlı mendeburlar!
Karlarının altında da burcu burcu
nergisle kekik kokar!
Sıcak tutun iliklerini
öfkenizle ısıtın toprağını
aklınızı ninnileyin kucaklarında.
Hatta saçaklarımda
buz buz insan donmuşken;
azıcık güneşinizden de
koyun kanatları turna mühürlü
ucundan ağıt damlayan zarfa!
Ulan silahını simgesini
imajını imgesini...
Yazarını tozarını
şairini şiirini...
Astar mastar çekip düzlerim şimdi!
Zamanı mı ulan!
Açlık ve soğuk kol geziyor
İstanbul’da Şırnak’ta...
Zonguldak’ın ciğeri kömür tozu
Ankara; Kızılay ve Mamak’ta can tırnakta...
Filistin kanıyor diyorum,
Filistin kanıyor...
Iraklı çocuk diyorum,
Iraklı çocuk yanıyor...
Dünyalılarımın çoğununsa beyni kasnakta!
Sıkıysanız gelin, olun benim yerimde;
başkoyun da İda’nın güllü göbeğine
dalın da Homeros’un közlü köşküne
sarılın da Afrodit’in hileci beline
deliksiz uyusanıza tek bir gece!
Tek bir gece diyorum,
tek bir gece!
Aklını katıksız yemiş kırlangıç da der ki,
sevgi deyip geçmeyin:
Milyon kere milyon
atom çekirdeğinden daha deli
ve düşman bildiğine daha tehlikelidir;
karnı deşilirse bir
gerisini siz düşleyerek getirin!
Kökünden silkelenmesin bir,
şu eke çınarın incecik bir dalucu,
bırakın atlasötesi birkaç öküz boynuzunda
sallanıp duran yeryuvarlağını
binlerce galaksiyi dizin dizin tövbelendirir!
Sevgi evzesini, kalabalık bir dilsiz isyan öpmesin bir,
Dibinden söker canavar dişlerini
Wasington’un Berlin’in
Tokyo’nun Paris’in
Londra’nın Bern’in...
Loğlayıp geçer alimalllah
azgın bir tsunami dalgası gibi sert,
Che gibi mert,
aklı yürekli
ve iradesi öfkeli!
Bir farkla ki;
yalnızca, ama yalnızca
insanın insan gibi
hayvanın hayvan gibi
ağacın ağaç otun ot gibi
yaşayışını, yaşamak gibi yaşatmayanlara
insanca zarar verir!
De gel de, kırlangıcın minik minik terleyişini anla şimdi!
* * *
Sevginin hangi evzesine dokundurmalı iğneyi!
1Mayıs Amerikan işçisi büyüye büyüye bizimken,
’77 Taksim’i konuşur mu!
Rose ile Liebneck’i
ziyarete gitsek
alınlarından öperek,
bugünkü Hitler defteri Almanya’nın
buruşur mu!
Ekim Devrimi’nde Moskova’ya
sovyet sovyet bayrak diken sivri sakallı atın
daha yetmişine basmadan
nataşa nataşa sürünüşü...
Daha çiçeği burnunda devrimin
ondört pareye bölünüşü...
Ve sovyetsiz kalışı o görkemi Kızıl Meydan’ın,
dönüp geriye 1871’in Paris Komünü ile
aynı terazinin kefesinde
tarih tarih duruşur mu!
Desene hey uzuuun yolların
zor yolculukların
diri dilsizliği,
şu kahpeliklerin hangi evzesinden dökülür
sevgi toplumunun acı barutu!
Şu karabasanı alnındaki yıldızınla delsene Che!
del gaaari
Hey dilsiz isyan
gel gaaaaari!
* * *
Çatlatsana
hey çetin koz,
soğuk kabuğunu!
Köpük köpük köpürsene ey çağlayan
bulsana okyanusunu!
Eee, bul gaaaaari!
Kayıt Tarihi : 13.5.2008 10:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!