Dilara Aksoy 2 Şiirleri - Şair Dilara Ak ...

0

TAKİPÇİ

1989 doğumlu. Yirmi yıldır yazıyor. Şiir, deneme, hikaye kaleme almakta. Henüz basılmamış olan bir romanı var. İki tane derleme kitabı mevcut. Senaryo eğitimi aldı.

Dilara Aksoy 2

Aşk bitti mi? Karaya mı saplandı aniden sarsıntılar içinde?

Aşk bitti mi gözümün nuru? Sen bittin mi? Senin adın aşk değil miydi? Aşkın en derin yerinde gizli değil miydin? Aşk bitti, ne yapacağız şimdi yüreğim?

Soluklanalım önce, sessizliğin içine gömülüp de kendimizi dinleyelim. O bitmez sandığın aşkın ateşi küllendi öyle değil mi?

Devamını Oku
Dilara Aksoy 2

Nerede o eski aşklar… Sevdiği insanın gözlerinin içine baktı mı, cennete gitmeden cenneti yaşayan insanlar neredeler? Sevdiği insanın gözlerinde kendisini gören, gözlerinin parıl parıl parlamasına neden olan… Aşk ucuzladı. Çünkü birçok insan aynı fabrikadan çıkarıyor aşkı. Çünkü artık beş yaşındaki çocukların bile ağzında ‘Aşkım’ kelimesi… Artık kız, erkek ayırt etmeden herkes birbirine ‘Aşkım’ diyor. Sevdiğini söylüyor ama, sevdiğine bakınca gözleri parıldamıyor. ‘Ben aşkı gözünden tanırım’ adlı bir şiir yazmıştım. Gözlerde bulamıyorum öyle şahane bir aşkı. Diller, “Seni Seviyorum” dese de, gözler başka yöne bakıyor fıldır fıldır…
Genç kızlar daha utangaç, daha sadık, daha çok sevenlerdi. Sevdikleri erkeğin kendisine gelip hislerini açmasını beklerlerdi, o zaman “Duygunun kadını erkeği yoktur” denmezdi. Adımı da erkek atardı. Şimdi roller bile değişmiş. Erkekler yarış atı gibi peşlerinden koşturur olmuşlar, erkekler kızların hislerini açmasını bekliyorlar, erkekler sanki utangaç birer genç kızlar da hislerini açmakta çekiniyorlar. Mesele bu değil aslında, zamanında o kadar çok erkek reddedilmiş ve gururu incinmiş ki, bunun acısını bir sonraki kıza çektirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Aşk dilsiz değil belki, ama merhametsiz de değil. Duyguların kadını erkeği de olmaz belki, lâkin herkes görevini bilmeli…
Evlendikten sonra erkek ile kadın görevlerini biliyor, o görevlere göre yaşamlarını daim ettiriyorlarsa bu evlenmeden önce de olmalı. Erkeklerin yürekten sevdiklerini göremiyorum. Çok nadir. Yeşilçam filmlerini hatırlarsınız, nasıl da yürekten seviyor, nasıl da yürekten hissettiriyorlardı o aşklarını, öyle değil mi? Kadın da, erkek de bir başkasına bakmayı, başkasıyla olmayı, unutmayı düşünmüyordu. Sevdiği adam ölse bile, kendisi ölünceye dek içindeki o aşkla yaşıyordu. Şimdiki aşklarda ise ayrılıyorlar, ayrıldıkları için ne yapacaklar? “Olmayınca olmuyor” hesabıyla, hayatlarına devam edecek, yeni aşklara yelken açacaklar. Bu kadar basit! Yaşanan onca güzellik, onca anı, onca duygu mazilerinin arasında yer bulacak. Aşk kaç kere yaşanır, kaç kere âşık olunur? “Bir kere” diyoruz, öyle değil mi? Peki bir kere âşık olunuyorsa diğer duygulara ne demeli? Onlar da içlerinde gözyaşı, hasret, anı biriktirmiyorlar mı? Erkekleri de, kızları da eleştiriyorum, iki yönlü ele alıyorum aşkın genelinden yola çıkarak. Sonra bunca olaydan yola çıkıp, “Aşk diye bir şey yok” diyorum, yaşananlar tezimin doğruluğunu ispatlıyor. Unuttunuz değil mi önceki aşklarınızı, hani çok sevmiştiniz, sarıp sarmalamıştınız hem de yıllar yılı… Onu düşünmüş, onu anmış, ona sarılmıştınız. Sonra ne oldu? Ayrıldınız ve bitti. “Bitti” kelimesi bu aşkı bitirdi. Tek bir kelimeyle bitebiliyor muydu aşklar? Çok sevmiştiniz, ne oldu hani? Sonra yeniden âşık oldunuz, öyle değil mi? ‘Doğru insan’ geldi karşınıza. Deneme- yanılma- doğru insanı bulma yöntemiydi aşk. Buldunuz. ‘Anı olarak kaldı’ dediniz. Oysaki eşiniz yanlış anlamasın, görmesin diye düşünerek fotoğraflarınızı dahi yırtmıştınız. Beyninizden de silmeliydiniz, maazallah eşinizle yaşanacak olan anılara yer kalmazdı, kim bilir?
Aşk, bir kerelik değil; aşk diye bir şey yok. Gönlünü hoş tutanı, seni hoş tutanı, sonunda da hayatını saygıyla kabullenip, seni el üstünde tutanı hayatına alıp, birlikte yaşlanmak var. Bir şeye bu kadar çok anlam yüklersek, anlam yüklediğimiz şeyin boş olduğunu anlayınca hayal kırıklığına uğrarız. Bu da demek oluyor ki; bir de hayal kırıklığına uğramak var. Bunca aşk yazılarını kaleme alıyorsun, aşkı anlatıyorsun, bir insan inanmadığı bir şeyi kaleme alamaz der gibisiniz. Ben de olsaydım, sorardım.
İnanmak, yanılmak, bir daha inanmamak var. Aşk diye bir şey yok, aşkı yaratan bir kalp, aşka inanan bir beyin, aşkı sarıp sarmalayan umut dolu insanlar var. Aşk fani, biz ölünce o da ölmüş olacak. Eninde sonunda ölecek bir şeye inanmak neden?
Doğru insanı bulun, evlenin, sevin. Ama eski aşklar yok, bunu da bilin. Yalnızca bir insana bağlanıp, o olmayınca onsuz yaşlanmayı seçmek, ya da onunla yaşlanmak diye bir şey yok. ‘Unutmak’ var. Unutmak da hatırlamayı doğurur. Hatırlamalara gebe bir ömür var. Bütün aşklarınızı hatırlatacak olan, sonunda da evlendiğiniz insana sadık olduğunuzu söyleyen bir bedeniniz var. Beden ona ait olabilir, ruhunuzun her bir parçasını her defasında sevdiğiniz insanlara bırakmak diye bir gerçek de var. Bu gerçekle nasıl olur da ‘En sadık’ olur insan?

Devamını Oku
Dilara Aksoy 2

Kinaye günahlarım geliyor aklıma. O an, özür diliyorum çer-çöp nefretimden, sen sevgilim, teşbihin kadrolusu bile olamazsın ki. Benzeri olmayan sevdalar kabininde üstümü değiştirir, sana solaryumlu krizlerimle beyaz tenimden ödün vererek izinli yalvarışlarımı giyerim. Biçare biattan zil çalan savruk başına düşen elmaların pamuk prensesin dişlediği zehirli elma girdapları döner durur ta yüreğimin fa ciğerinden. Kedi gibi, mi diyen kalbimin miyavına miladını sen diye boynuma geçiren aşk hükümlerini ihlalimden bir cevap da gökyüzünün sen bulutlu hallerinden isterim. Seni sevmek, yağlı boyayla kalbimin hacim seferine mütemadiyen aşk kaderini çizmektir de sana nasıl anlatsam da anlasan bilemem.

Teşekkür lütufların dolanıyor başımda, Ricalarım diz çökünce sana; olanlar emir kiplerinin vardiyalı sensizliklerine oluyor. Hep ama hep sen yetiş istiyorum kalbimin külliyen yalanlarının izini süren damarlarıma. Al da şu kanımı; atamız, "damarlarındaki asil kanda mevcuttur" derken, asaletimden ödün verip sokakları arşınlayan cesaretsiz tabanlarıma nemli sen bırakarak sana uzandığımı bilmeden bana kızmasın.

Ah! Ne saçmalıyorum yine ben! Sessiz, fısıltılı ve düşük çenelisine köklenmiş nimetlerimin çok yaşadığım için teşekkür eden günahları yine sen oluyorsun böylelikle. Özlüyorum. Haydi, bir şarkı dinleyelim de sevgilim; doğacak olan güneşin bulutlara kıyak bir armağanı olsun. Şuradaki aşk sen değil misin? Gördüm, gördüm, gördüm seni! Hiçbir şey benzemiyor sana, kalbimin küsuratı bende gizlenen beniz sensizliği gibi...

Devamını Oku
Dilara Aksoy 2

Sesini duydum, sevda arefesindeydi sanki gönlüm; huzurun dilim dilim bölünmüşlüğünde en büyük parçası bana kalmış gibiydi. O güzel sesini duydum, dünya durdu bir an için. “Evet” kelimen “Benimle evlenir misin?” sorusuna verilen “Evet” cevabından bile daha değerliydi. Çok sevdiğim şarkılardan daha özeldi, sesini duydum ya hayatım boyunca unutmak istemediğim tek şeydi. Zaman yenik düşürdü sesini de, unuttum sesini; bir sen kaldın yine… Sesini, sözünü, sana harcadığım özürsüz umutlarımı unuturum da sen unutulmamak için bana kalan en güzel şeysin. Aşkı böyle bilmezdim, sanki doğduğu günden beri gönlümde ölmeyi unutmuş gibi. Doğmak ölmelere gebe kalmaz mıydı? Hayatımız böyle işlemez miydi? Bir doğdun gönlümde, ölmeyi unuttun bende… Sesinle yaşattın beni, sesinde öldüm. Sesinde bin sene konaklayabilirdim, sesinde bin sene yaşayabilirdim. Unutmak ne büyük aldatmalara gebeymiş meğer, unutuldum da unutan olamadım. Bir tek bende mi güzel durmuyor unutmak?
Sesini özledim, gelsin de bir kuş misali konsun kulaklarıma. Bayram etsin kulaklarım, duymasın sesinden başka… Seni özlemek yetmiyor muydu da, bir de sesini özlemek çıktı başıma!
Sesini duydum, yaşadığımı anladım; sesine hasretim, öldüğümü anladım. Seni sevmek hiç hak etmeyen vicdanına aşkı bağışlamak gibi bir şey. Seni sevmek senden bana kalan ne varsa hepsini yine sana devredip yanında kendimi de sonsuzluğa uğurlamak gibi bir şey. Seni sevmek bende şahane de, sana ulaşamayan bir nimet. Sevilenler niçin anlamazlar çok sevildiklerini, ya da neden anladıklarında kaçarlar kaçmaları gereken ne kadar sığınak varsa? Neden duvarlar örerler ki?
Yakışmaz mıydım, yanına yaraşmaz mıydım, sesinde adım aşkla güzel durmaz mıydı? Evet sevgilim, sen beni benden edenim; ben sesine, sana hasret bitenim… Şimdi hangi sesi duysam sesini arar kulaklarım, onlara gerçeği söylemeye dilim bile varmaz. “Onun sesi huzur sesiydi, yalnız bir daha duyamayacağınız bir sesti” desem sağır olmayı dilemezler mi?
Dolaştım senden ayrı sensizliklerde, bir türlü seni alamadım. Vazgeçtim. Benim de vazgeçmek hakkım vardıysa sonunda ben de vazgeçtim seni sevmekten. Çok geldi böyle bir sevmek bana da, boyumu aştı, baş edemem ben sensiz, sesin olmadan öylece sessiz…
Sesine seviyorum sözcüklerini yerleştirseydim, en azından rüyalarımda söyleseydin. Rüyalarımda bile zinciri kopmuş kolye gibiyiz. Olmaz, takamazsın beni aşk gerdanına…

Devamını Oku
Dilara Aksoy 2

Hep yalan, hep yavan, hep terli avucunda direnen yanlış kalemler gibi duruyor sensiz yaşamak. Hangi direnişine sen koysam, öteki isteyişine ben katıyor cümleler. Keşke senin bende fazlalığının olduğu gibi benim sende iz buluşlarım olsaydı. Göz kapaklarına yerleşebilseydim meselâ; terliğinin altında gönül izinle bastığın bir yuvada misafir koltuğunda da olsa oturan olsaydım.

Gökyüzünde hayaller asılırken gecene, kaydığını sandığımız yıldızların Göktaş'ı olduğunu öğrendim. Bir hayal kırıklığı daha vurdu beni. Dilek diliyordum, seni istiyordum bir yıldızın parıltılı gözlerinden; karanlığı unuttursun diye aklıma, seni istiyordum.

Hülyalara dalma, yaşam tozunda el emeği göz nuru anılarım olacak; dilerim. Yıldızsız, hatıra defterime düştüğüm notların sen girdabınca.

Devamını Oku