Die Kunst der Fuge
J. S. Bach
Contrapunctus I-XI
Canon I-IV
Contrapunctus XII-XIII
Fuga a 2 Clav.
Fuga a 3 Soggetti
Choral
“Die Kunst der Fuge” (Füg Sanatı) adlı bu yapıtı Bach ölüm döşeğinde iken notalamıştır. Eser yirmi değişik bölümden oluşur. Genelde tek bir temanın ondört ayrı kontrpuan ve dört kanona uyarlanışıdır. Ama, her bölümün ayrı bir anlatımı ve yapısı vardır. Fug latincede uçmak, kaçmak anlamlarına gelir. Fügde çok sesli bir dokunun yanında bir de gelişme bölümü vardır ve bir konu sunulur. Her şey kutsal pekin güzellik içindir. Ama zaman akıp geçmektedir. Sonunda her şey bitecektir. Ama, yine de insan geride bir iz bırakmaya çalışır. Eğer, doğum başlangıç değil ise, ölüm son olabilir mi?
Contrapunctus I
Tuz
Kükürt
kanal
nehir
Mavi kıyı.
Kuzey Denizi!
Şehirler,
Dünya.
Dünya şehirlerle doluydu.
Ta uçta
Burunda
Eski Zuider Zee nin kuzeyinde
Polderi kapayan setin batısında
Den Helder kenti var.
Düzlükler ovalar
İğne yaprakları ormanlar
Yüksek otlaklar
Çalılıklar
Bataklıklar
var.
Ekilmiş toprak
Düşler
Orta Avrupa!
Düşler
Sayfa
Sayfa
Kilometre kilometre
Uzayıp giden yollar gibi!
Göl
Gölet
Çiçek
Su
Yaprak.
Nilüfer çiçeği.
Nilüfer çiçeğinin yaprağı.
Nilüfer çiçeğinin su üzerinde duran yaprağı.
Contrapunctus II
Tuna
Feldberg tepesinin kuzeyinden
Kara Ormanlar dan doğar.
Bin dört yüz doksan üç metre yükseklikten
Akar
İki çatal uç alarak
Akar demiryolu ile
Yukarı Ren Ovasından
Suab Juraları eteklerinden
Kollar alarak
İller, İsaar, İnn
Wörtnitz, Altmühl, Regen
Tuna akar
Kol kol
Rüya rüya akar
Avrupa’nın ortasında.
Tuna akar
Boylam boylam.
Tuna akar
Kıyısında kızlar yürür
Sivri burunlu
Saçları parabol parabol
Hiç bilmediğimiz
Çizgi çizgi elleri
Sislenir Bavyera.
Bir yol durur ormanın derinliklerinde
Mor lacivert bulutlar
Bir şehir ebediyen durur
Ve bu dünya durur ebediyen!
Benim parlak hayallerim
Hülyalarım nerede?
Nerede benim gençliğim?
Orada
Bir yol durur orman boyunca
Tuna kıyısında
Bir gebe kadın
Saçları çizgi çizgi
Dalga uzunluğu
Hiç bilmediğimiz
Kusursuz elleri
Uzun bacakları
Kutsal ayakları
Sislenir Bavyera.
Contrapunctus III
Bin
Sekiz
Yüz otuz
Yılında
Floransa daki
Gotik katedralin
Som altın haçından
Bir ışın
Ta Denizler Kanalına kadar yansıdı.
Kanal denizleri birleştirirken
Köprü kıtaları birleştiriyordu.
Bir ışına binsem!
Bin ışına binsem!
Bir rüya olsam
Bin rüya olsam!
Einstein ın gördüğü!
Contrapunctus IV
Küçük kızlar en cici elbiselerini giymişlerdi: Siyah saçlısı klavsen çalacak, beyaz dantel yakalısı bir ilahi söyleyecekti...
Bir çocuk, duvarın üstüne çıkmış, kentin Büyük Polonya Düzlüğü ne bakan caddesinde koşuşan köpekleri seyrediyordu...
Siyah saçlı kızın beyaz ve zarif, eli su yüzeyine konan yumuşak bir tüy gibi,
klavsenin tuşlarına dokundu...
Kilisedeki herkes kendini tutamayarak kahkahalarla gülüyordu.
Rahip de kendini tutamayarak güldü.
İşte sanki: İsa, Kutsal Meryem ve tüm heykelcikler de gülüyordu.
Herkes sanki Kutsal Ruh ile dolmuştu.
Bu sabah, kilisede, o küçük kızın söylediği bir ilahi değil,
Güzel Tuna adlı okul şarkısıydı!
Hala söylüyor...
Contrapunctus V
Eve gelince küçük kız aynada kendini gördü ve hayranlıkla şöyle mırıldandı:
Ben ne kadar güzelim! Ne kadar sevimliyim ben! Ne kadar eşsiz ve şirinim! Çalınmamış bir piyano sonatıyım ben. Kendimin bestesiyim. Gözlerim koyu lacivert mavi, saçlarım doğan gece renginde. Herkes ne kadar da neşeliydi! Sevgili Kutsal Meryem hep böyle kalayım!
Hala herkesin neden öyle kahkahalar atarak güldüğünü anlayamamıştı. Annesi ile babası, kızlarının –ki onun adı Judith idi- odasına doğru koşup diz çökerek şöyle dua ettiğini işittiler:
Sevgili Rab
Göklerde olan babamız
Sevgili Rab İsa
Hep böyle kalayım!
Contrapunctus VI
Bir köpük olsaydım
Sabah güneşinin altında.
Bir takanın arkasına takılı
Pırıl pırıl dans eden
Engin bir deniz olsaydım
İnsan olmasaydım.
Hiç olmasaydım.
Dünyaya gelmeseydim.
Contrapunctus VII
Dün akşam
Bir yıldız
Yolculuk ediyordu
Bir buluta binmiş
Göğün ötesindeki dağlarda
Güneş batıyordu.
Dün akşam yıldızlar yolculuk ediyordu, bulutlara binmiş, yağmur dolu...
Yağmurda yürüdüm yavaş yavaş.
Toprak yağmur kokuyordu.
Damlalar tıpırdıyordu saçağın üstünde.
Sigara içtim yağmur yağarken ellerime yavaş yavaş.
...Bulutlar ne kadar yakındı!
Bir buluta sıçrasam, bir buluta binsem!
Ve bulutlar
Savura savura yelelerini, götürseler beni kentten kente,
bıraksalar beni usulca balkonuna evimin, girsem oradan süzülüp, çarşafların arasından, mandallarla salona girsem, mavi, kırmızı, sarı, pembe yorgun bir begüm gibi.
Contrapunctus VIII
Saksıda çiçekler var
Çiçeklerde düşler
Çaykovski’ nin
Yaylı Çalgılar Serenadı
Bach’ ın fügleri
Sirüsler
Yerde duran halı.
Halı
Büyük emekle
Elde dokunmuş
Bir
Genç kızın
Berrak bakışı
Sirüslerde
Çiçek çiçek!
Ne kadar güzelsiniz
Ne kadar güzelsiniz
Ey prenses!
Contrapunctus IX
İlk buğday tohumu
Toprağa düşüğü an
İnsanın
O büyük yalnızlığı başladı.
Uygarlığımız
Zaman içinde
Mezopotamya’ da doğmuştu
Bir bitkinin büyümesi gibi
Maddeler dünyasının
Latince’ye çevrilmesiydi bu.
Contrapunctus X
Ve ben sana gelmek için kalktım
Ve baktım
Ve işte:
Yüzyıllar geçmiş ve ben ölmüştüm!
Işıldak sönmüştü.
Karanlıkta
Ay ışığının aydınlattığı barbakan
Sessizlik
Ve tahta beşiğin gıcırtısı
Artık
Gençliğin çok gerilerde kaldığını
Ve onun hiçbir zaman
Geri getirilemeyeceğini
Anımsatıyordu insana.
Ve ben yeni baştan baktım ve dedim:
Peki bunun en sonunda ne olacak?
Ve bana şöyle dendi:
Keşke kalkmasaydın
Keşke bakmasaydın
Keşke sönmeseydi ışıldak
Keşke bilmeseydin nedir sonu!
Contrapunctus XI
Masada
Bir bardak çay
Yeşil tabakta
Bir parça kiraz vardı.
Kül tablası
Kiraz sapı
Çekirdek
Ve yapraklarla doluydu.
Günlerden haziranın on yedisiydi.
“Anlatılan şeylerin heyecanlandırdığı, telaşlandırdığı ihtiyarlar, gençliğin, nasıl geçmiş olursa olsun, ne kadar güzel bir şey olduğunu ve ondan kişinin belleğinde, yalnızca canlı, sevinç dolu, duygulu bir şeyin kaldığını, artık hiç de uzaklarda olmayan ölümün ne kadar yakınlarına sokulduğunu düşünüyorlardı.”
Bizim gençliğimizin mavisi
BİZİM GENÇLİĞİMİZİN MAVİSİ
Oralardan bizi hatırla!
Canon I
Durdurmayacak mısın akışını ey rüzgar?
Azaltmayacak mısın hızını?
Yalımını yüreklerin söndürmeyecek misin?
Azaltmayacak mısın arzunu?
Esmeni durdurmayacak mısın ey zaman?
Arzunu azaltmayacak mısın?
Yaşamın ateşini söndürmeyecek misin?
Hızını azaltmayacak mısın?
Canon II
Ey zamanların yıldızı
Ey günleri eski olan ışık
Ey geçtiği yol bulutların
Ey acılı mavilik!
Akacak mısın hep böyle çok sular gibi
Dönüp durdukça göklerin rengi?
Canon III
Hayır
Dedi durup bir an için sarmal yel
Kırık bir mızrağın parçaları gibi dağılan
Kentin sokaklarında.
Ve işte siz
Açıp kapayıncaya kadar gözünüzü
Ben
Güç, güzellik ve erdemi
Ve oluş ve yaşam ve ölümü
Zamanların sırları ile örteceğim.
Bir göz kırpmasında
Vakit ve vakitler geçecek
Ve onları bulamayacaksınız!
Mercan kolye eskiyecek
Firuze taş çatlayacak
Ve tahta değirmenler
Ve kurşundan horozlar
Ve patiska bebekler
Ve gül yapraklı oklar
Ve tüm imlemler
Doğu rüzgarı
Batı rüzgarı
Hepsi geçecek
Anılar unutulacak.
Yer
Gök
Ve nizamlar geçecek
Ve siz eskiyeceksiniz!
Tekrar
Hayır dedi
Yüce pırıltı.
Kırık bir yüreğin doğramları gibi dağılan
Canların korunağında.
Ve işte siz
Kapayacaksınız gözünüzü
Ve bir göz kırpmasında ben
Erk, sevgi ve usu
Tin, ten ve doğuşu
Yok edeceğim maddedeki gizlerle
Bir esinti üflecinde kızıl atomun!
Ve artık onları bulamayacaksınız!
Ve işte o zaman
Altın kolye eskiyecek
Ve o büyük soydanlar
Dokuzlar, on ikiler, on beşler
Kuzey rüzgarı
Güney rüzgarı
Hepsi geçecek
Ve siz öleceksiniz!
Ve anılar unutulacak!
Yer
Gök
Ve nizamlar geçecek
Ve siz yok olacaksınız!
Canon IV
Böyle üfürdü
Günleri eski olan
Ve uzaklaşan bir kuşun kanat sesleri gibi
Her zaman canlı
Her zaman çapan
Her zaman çevik
Çekip gitti.
Böyle çınladı
Işık saçan yıldızların zamanı
Ve her zaman keskin
Her zaman acımasız
Her zaman ölümcül
Çekip gitti.
Contrapunctus XII
Hayatımız
Hayatımız
Zavallı hayatımız!
Hayatımız
Ağaçsız kırların ortasında
Ot yığınları altında duran
Terkedilmiş bir piyano gibi!
Kuzey yıldızı
Kuzey yıldızı!
Bu gelen hep gece
Ve düşen üstümüze!
Her zaman vakit çok geç.
Çok geç!
Nereye varıyoruz?
Bir akşam
Issız bir kasabanın
Kahvesini içeceğiz.
Bağlarda kızlar
Ve şarap rengi bir sonbahar olacak.
Bahçelerde boncuk bocuk yağmur
Biz bir trende tanımadık insanlarla.
Kuzey yıldızı
Kuzey yıldızı!
Düşen hep gece!
Fakat ne yazar ki?
Contrapunctus XIII
İnsanın yücelişi
Eski bir kurgan kadar soluktu
Tanrıya karşı
Babil Kulesi
Sodom ve Gomorra’ da
Mefisto ‘nun yanında
Kadınlar
Pahalı
Topuklu ayakkabılarıyla
Pembe kaldırımlarda geziniyorlardı.
Mona Lisa başlangıçta çirkin bir cenindi
Belki de gerçekte erkekti
Böyle düşündü kırmızı bereli çantalı kız
Herkesin evi, aracı, işi, yaşamı vardı.
Her kapıda bir ev
Her evde bir kapı vardı.
Çocuklar birbirlerini taklit ediyorlardı.
Fuga a 2 clav.
Düşler ülkesine giden bir gemide olsak
Güvertesinde çocukların koşuştuğu
Yeşil kırlar gibi suların ortasında
Denizlerin bitimine dek gitsek
Güneş altında ölüp
yağmurda doğarak gökkuşağı gibi
Karada ölüp
Bir balık doğarak denizde!
Mavilik
Deniz
Güneş ve sonsuzluk
Kalbindeki saklı dağdır kişinin
Gece gelen sağanak
Gökteki yıldızlar
Kirpiklere sürülen biblolar gibi
İşte ilkyaz geliyor.
Mavilik
Deniz
Güneş ve sonsuzluk.
Rüzgar
Ve denizin mavi fısıltısı
Fuga a 3 soggetti
Öyle bir uzay yaratmalı idi ki orada söz erkini görmeli idi. Gökleri ve uzayı söz ile yaratmalı idi. Varolmak yaratmak idi. Var idi ise, o halde yaratacak idi.
Morötesi kızılaltını, kızılaltı ışık dalgalarını, ışık dalgaları uzayı, uzay yıldız sistemlerini, yıldız sistemleri gezegenleri, gezegenler anakaraları, anakaralar sıradağları, sıradağlar dağları, dağlar tepeleri, tepeler kayaları, kayalar taşları, taşlar kumları yaratmamış mıydı?
En yüksek balkırlardan süzülen bir ışık “Tanrının en büyük emeli...” diyerekten bir tümceye başlıyor, ama sonu bir türlü gelmiyordu.
Söz önce imleri, sonra imgeleri, ardından düşleri, hülyaları ve tutkuları, derken uzay denilen büyük ışıkküreyi yarattı. Öncesizlikler boyunca yaşadığı uzay ötesini, göksel şifreleri bırakıp yola çıktı. Giderken gökler ordusuna şöyle dediği kayıp ışınımlara:
Ben doğrusu çoktan yola çıkmıştım
Işığımın dalgaboyu benden uzaklaştı
Ben değilim bu parlayan
Ruhun ayakkabısı beden
Daha dün ışık olan ben
Daha dün can kapıma ulaştılar
Yaşam çekirdeğinden rüzgarlar
Ve şimdi ekmek olan ben
Doğrusu Tanrı ışığı yaratmış ve ışığı karanlıktan ayırmıştı.
Fakat insanlar ışıkta karanlık, karanlıkta da ışık aradılar.
Bir şey bulamadılar.
Choral
Maviliğin türküsü gökyüzünde yazılıdır.
Bulutsuz bir yaz sabahı
Erkenden uyanırsan kuşlarla
Duyabilirsin onu
Baktığında göklere
Ve onu duyabilirsen oradan
Oradan veya uzak bir kumsaldan
Rüzgarlı kanatlarında hülyaların
Açınca ufuklar kapılarını
Onu duyabilirsin oradan.
Kum taş olmadan önce
Ve ölen bebek doğmadan önce
Kaybolmuş bir gökyüzünde
Bir Ozanın düşlerine takılı
Bir tuvaldeki kuş yavrusu
Zamansız uçan
Zamansız doğan bir can bile olsan
Bak, gör ve duy
Sana da bir gün kararlaştırmıştır Oğan-Tanrı
Yeter ki sen
Erkenden uçan bir can ol korkusuz
Bilinmeyen kumsallara
Gidilmeyen yalıyarlara
Uçsuz bucaksız kıyılara doğan
Kızıl tanların ateşten günü ol!
Yeter ki sen ol
Pastel bir renk
Duru
Aydın
Arı
Kutsal!
Büyük bir çavlan ol sesiyle yıkanan tınıların!
Yeter ki sen yüksel, gönen ve arın
Ve ulaşılmaz güzelliklere git!
Bir gün daha yaşaman için
Belirlemiştir Oğan-Tanrı
Yeter ki sen
Kendi yıldızını bul göklerde
Ve parlasın bakışın Kuzey Işıkları gibi!
Kayıt Tarihi : 15.10.2005 22:08:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hulki Can](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/10/15/die-kunst-der-fuge.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!