Destanlaşan Şehir! ! Şiiri - Yorumlar

Mehmet Sertpolat
9

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Maraş’ın kurtuluşunun 87.yılı anısına..




Arkadaş, mâziye dön düşün bir an!
Düşün bu şehri ki, nasıl kahraman?

Tamamını Oku
  • Afet Kırat
    Afet Kırat 14.02.2009 - 09:03

    hakkını almış şiir kutlarım.

    Cevap Yaz
  • Rahime Kaya
    Rahime Kaya 13.02.2009 - 13:18

    Destanı yazdıran yüce ulusa ve şiiri yazan kaleme saygılar..

    Cevap Yaz
  • Saadet Ün
    Saadet Ün 12.02.2009 - 23:52

    Maraş’ın kurtuluşunun 87.yılı anısına..


    Şiire ve şaire tebrikler

    Selam olsun Maraş'a... Maraşlılara...


    Saygımla

    Cevap Yaz
  • Selma Baltacı
    Selma Baltacı 12.02.2009 - 21:48

    Şiiriniz güzelmiş, tebrikler.

    Cevap Yaz
  • Ziya Öztürk
    Ziya Öztürk 12.02.2009 - 21:08

    Soğuk sularından içtiğim Sütçü İmam Çeşmesi hâlâ öyle gürül gürül akıyor muki, hemen yanıbaşındaki o koca çınar ağacı da duruyor muki acaba?

    Cevap Yaz
  • Arap Naci
    Arap Naci 12.02.2009 - 19:05

    Başlangıç:
    Onlar
    onlar ki toprakta karınca,
    suda balık,
    havada kuş kadar
    çokturlar;
    korkak,
    cesur,
    cahil,
    hakîm
    ve çocukturlar
    ve kahreden
    yaratan ki onlardır,
    destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

    onlar ki uyup hainin iğvâsına
    sancaklarını elden yere düşürürler
    ve düşmanı meydanda koyup
    kaçarlar evlerine
    ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
    ve yeşil bir ağaç gibi gülen
    ve merasimsiz ağlayan
    ve ana avrat küfreden ki onlardır,
    destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.

    demir,
    kömür
    ve şeker
    ve kırmızı bakır
    ve mensucat
    ve sevda ve zulüm ve hayat
    ve bilcümle sanayi kollarının
    ve gökyüzü
    ve sahra
    ve mavi okyanus
    ve kederli nehir yollarının,
    sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
    bir şafak vakti değişmiş olur,
    bir şafak vakti karanlığın kenarından
    onlar ağır ellerini toprağa basıp
    doğruldukları zaman.

    en bilgin aynalara
    en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
    asırda onlar yendi, onlar yenildi.
    çok sözler edildi onlara dair
    ve onlar için:
    zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
    denildi.

    Nazım Hikmet Ran

    Cevap Yaz
  • Arap Naci
    Arap Naci 12.02.2009 - 19:04

    Yedinci Bap:
    922 ağustos ayı
    ve
    kadınlarımız
    ve
    6 ağustos emri
    ve
    bir âletle bir insanın hikâyesi

    ayın altında kağnılar gidiyordu.
    kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru.
    toprak öyle bitip tükenmez,
    dağlar öyle uzakta,
    sanki gidenler hiçbir zaman
    hiçbir menzile erişmiyecekti.
    kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
    ve onlar
    ayın altında dönen ilk tekerlekti.
    ayın altında öküzler
    başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
    ufacık, kısacıktılar,
    ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
    ve ayakları altından akan
    toprak,
    toprak
    ve topraktı.
    gece aydınlık ve sıcak
    ve kağnılarda tahta yataklarında
    koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
    ve kadınlar
    birbirlerinden gizliyerek
    bakıyorlardı ayın altında
    geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
    ve kadınlar,
    bizim kadınlarımız:
    korkunç ve mübarek elleri,
    ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
    anamız, avradımız, yârimiz
    ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
    ve soframızdaki yeri
    öküzümüzden sonra gelen
    ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
    ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
    ve karasabana koşulan
    ve ağıllarda
    ışıltısında yere saplı bıçakların
    oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
    kadınlar,
    bizim kadınlarımız
    şimdi ayın altında
    kağnıların ve hartuçların peşinde
    harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
    aynı yürek ferahlığı,
    aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
    ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
    ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
    ve ayın altında kağnılar
    yürüyordu akşehir üstünden Afyon’a doğru.

    “6 ağustos emri” verilmiştir.
    birinci ve ikinci ordular, kıt’aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
    yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
    98956 tüfek,
    325 top,
    5 tayyare,
    2800 küsur mitralyöz,
    2500 küsur kılıç
    ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
    ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
    kımıldanıyordu gecenin içinde.
    gecenin içinde toprak.
    gecenin içinde rüzgâr.
    hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
    gecenin içinde:
    insanlar, âletler ve hayvanlar,
    demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
    korkunç
    ve sessiz emniyetlerini
    birbirlerine sokulmakta bulup,
    kocaman, yorgun ayakları,
    topraklı elleriyle yürüyorlardı.
    ve onların arasında
    birinci ordu ikinci nakliye taburu’ndan
    İstanbullu şoför ahmet
    ve onun kamyoneti vardı.
    bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet:
    ihtiyar,
    cesur,
    inatçı ve şirret.
    kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
    şasinin altına, dingilin üzerine
    budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
    ve kalb ağrılarıyla
    ve on kilometrede bir
    karanlığa yaslanıp durduğu halde
    ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
    şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu:
    “6 ağustos emri”nde ondan ve arkadaşlarından
    “… ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
    ve cem’an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
    100 kadar serî otomobil…” diye bahsediliyordu.
    ihzar ve teşkil olunanlar,
    bu meyanda ahmet’in kamyoneti,
    insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
    Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.

    ahmet’in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
    bu şarkı nihaventtir
    ve beyaz tenteli sandalları,
    siyah mavnaları,
    güneşli karpuz kabuklarıyla
    bir deniz kıyısındadır şehir.

    vantilâtörde adedi devir
    düşüyor gibi.
    arkadaşlar ileri geçtiler.
    ay battı.
    manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.

    sen Süleymaniyelisin oğlum ahmet,
    çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip bücür’ü,
    kalk,
    sıra servilerin önünden yürü,
    çeşmeyi geç,
    mektep bahçesi, medreseler,
    orda, harbiye nezareti’nin arka duvarında
    siyah çarşaflı bir kadın
    çömelip yere
    darı serper güvercinlere
    ve papelciler
    şemsiye üstünde papaz açarlar.

    motor mızıkçılık ediyor,
    bizi dağ başlarında bırakacak meret.

    ne diyorduk oğlum ahmet?
    dökmeciler sağda kalır,
    derken, uzunçarşı’ya saparken,
    köşede, sol kolda seyyar kitapçı:
    “hikâyei billûr köşk”,
    altı cilt “tarihi cevdet”
    ve “fenni tabâhat”.
    tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
    yani yemek pişirmek.
    hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
    yaldızlı kuyruğundan tutup
    bir salkım üzüm gibi yersin.

    ilerde bir süvari kolu gidiyor,
    saptılar sola.

    Uzunçarşı’yı dikine inersin.
    sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
    ve sen İstanbullu,
    sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
    şaşarsın İstanbullulara:
    ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
    rüstem paşa camii.
    urgancılar.
    urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
    ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
    urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
    Zindankapı, Babacafer.
    uzakta Balıkpazarı.
    kuruyemişçiler.
    yemiş iskelesindeyiz:
    sandalları, mavnaları,
    güneşli karpuz kabuklarıyla
    yüzüne hasret kaldığım deniz.

    sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
    inip
    baksam…

    yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
    Eyüp’te niyet kuyusu’na gittikti.
    elleri yumuk yumuk,
    bacakları biraz çarpıktı ama,
    yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
    kaşları da hilâl gibi çekikti.
    tam Kasımpaşa’ya yaklaştık, beyaz başörtüsü…

    lastik hava kaçırıyor.
    derdine deva bulmazsak eğer…
    dur bakalım babacafer…

    üç numrolu kamyonet durdu.
    karanlık.
    kriko.
    pompa.
    eller.
    küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
    lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
    ahmet hatırladı:
    bir gece nüzüllü babaannesini
    sedirden sedire taşırken
    kadıncağız…

    iç lastik boydan boya patladı.
    yedek?
    yok.
    dağlarda avaz avaz
    imdat istemek?

    sen Süleymaniyelisin oğlum ahmet,
    sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
    hem, hani bir koyun varmış,
    kendi bacağından asılan bir koyun.
    Süleymaniyeli şoför ahmet
    soyun…

    soyundu.
    ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
    ve kırmızı kuşak,
    ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak
    bırakarak
    dış lastiğin içine girdiler,
    şişirdiler.

    bu şarkı nihaventtir.
    deniz kıyısında bir şehir…
    beyaz başörtüsü…

    saatta elli yapıyoruz…
    dayan ömrümün törpüsü,
    dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför ahmet’i,
    dayan arslan…

    hiçbir zaman
    böyle merhametli bir ümitle sevmedi
    hiçbir insan
    hiçbir âleti…

    Cevap Yaz
  • Arap Naci
    Arap Naci 12.02.2009 - 18:41

    KUVÂYI MILLIYE - BIRINCI BAP


    YIL 1918-1919
    ve
    KARAYILAN HIKÂYESI



    Atesi ve ihaneti gördük
    ve yanan gözlerimizle durdu
    bu dünyanin üzerinde.
    Istanbul 918 Tesrinlerinde,
    Izmir 919 Mayisinda
    ve Manisa,
    Menemen,
    Aydin,
    Akhisar :
    Mayis ortalarindan
    Haziran ortalarina kadar
    yani tütün kirma mevsimi,
    yani, arpalar biçilip
    bugdaya baslanirken
    yuvarlandilar...
    Adana,
    Antep,
    Urfa,
    Maras :
    düsmüs
    dövüsüyordu...

    Atesi ve ihaneti gördük.
    Ve kanli bankerler pazarinda
    memleketi Alaman'a satanlar,
    yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
    düstüler can kaygusuna
    ve kurtarmak için baslarini halkin gazabindan
    karanliga karisarak basip gittiler.
    Yaraliydi, yorgundu, fakirdi millet,
    en azili düvellerle dövüsüyordu fakat,
    dövüsüyordu, köle olmamak için iki kat,
    iki kat soyulmamak için.

    Atesi ve ihaneti gördük.
    Murat nehri, Canik daglari ve Firat,
    Yesilirmak, Kizilirmak,
    Gültepe, Tilbesar Ovasi,
    gördü uzun disli Ingiliz'i.
    Ve Aksu'yla Köpsu,
    Karagöl'le Sögüt Gölü
    ve gümüs basamakli türbesinde yatan
    büyük, âsik ölü,
    sapkasi horoz tüylü Italyan'i gördü.
    Ve Çukurova,
    kiyasiya düzlük,
    uçurumlar, yamaçlar, daglar kiyasiya
    ve Seyhan ve Ceyhan
    ve kara gözlü Yürük kizi,
    gördü mavi üniformali Fransiz'i.
    Ve devam ettik atesi ve ihaneti görmekte.
    Esraf ve âyân ve mütehayyizânin çogu
    ve agalar :
    Bagdasar Aga'dan
    Kellesi Büyük Mehmet Aga'ya kadar,
    düsmanla birlik oldular.
    Ve inekleri, koyunlari, keçileri sürüp, götürüp,
    gelinlerin irzina geçip,
    çocuklari öldürüp
    ve istiklâli yakip yiktikça düsman,
    daga çikti mavzerini, nacagini, çiftesini kapan
    ve çig gibi çogaldi çeteler
    ve köylülerden pasalar görüldü,
    kara donlu köylülerden.
    Ve bizim tarafa geçenler oldu
    Tunuslu ve Hindli kölelerden.
    Ve Türkistanli Haci Ahmet,
    kisik gözleri,
    seyrek sakali,
    hafif makinali tüfegiyle
    daglarda bir basina dolasti.
    Ve sabahleyin ve ögle sicaginda ve aksamüstü
    ve ayisiginda ve yildiz alacasinda geceleyin,
    ne zaman sikissa bizimkiler,
    peyda oluverdi, yerden biter gibi o
    ve ates etti
    ve düsmani dagitti
    ve kayboldu daglarda yine.

    Atesi ve ihaneti gördük.
    Dayandik,
    dayandik her yanda,
    dayandik Izmir'de, Aydin'da,
    Adana'da dayandik,
    dayandik, Urfa'da, Maras'ta, Antep'te.

    Antepliler silâhsor olur,
    uçan turnayi gözünden
    kaçan tavsani ard ayagindan vururlar
    ve arap kisraginin üstünde
    taze yesil selvi gibi ince uzun dururlar.

    Antep sicak,
    Antep çetin yerdir.
    Antepliler silâhsor olur.
    Antepliler yigit kisilerdir.

    Karayilan
    Karayilan olmazdan önce
    Antep köylüklerinde irgatti.
    Belki rahatsizdi, belki rahatti,
    bunu düsünmege vakit birakmiyordular,
    yasiyordu bir tarla siçani gibi
    ve korkakti bir tarla siçani kadar.
    Yigitlik atla, silâhla, toprakla olur,
    onun ati, silâhi, topragi yoktu.
    Boynu yine böyle çöp gibi ince
    ve böyle kocaman kafaliydi
    Karayilan
    Karayilan olmazdan önce.

    Düsman Antep'e girince
    Antepliler onu
    korkusunu saklayan
    bir fistik agacindan
    alip indirdiler.

    Altina bir at çekip
    eline bir mavzer
    verdiler.

    Antep çetin yerdir.
    Kirmizi kayalarda
    yesil kertenkeleler.
    Sicak bulutlar dolasir havada
    ileri geri...

    Düsman tutmustu tepeleri,
    düsmanin topu vardi.
    Antepliler düz ovada
    sikismislardi.
    Düsman sarapnel döküyordu,
    topragi kökünden söküyordu.
    Düsman tutmustu tepeleri.
    Akan : Antep'in kaniydi.

    Düz ovada bir gül fidaniydi
    Karayilan'in
    Karayilan olmazdan önceki siperi.
    Bu fidan öyle küçük,
    korkusu ve kafasi öyle büyüktü ki onun,
    namliya tek fisek sürmeden
    yatiyordu yüzükoyun.

    Antep sicak,
    Antep çetin yerdir.
    Antepliler silâhsor olur.
    Antepliler yigit kisilerdir.
    Fakat düsmanin topu vardi.
    Ve ne çare, kader,
    düz ovayi Antepliler
    düsmana birakacaklardi.

    «Karayilan» olmazdan önce
    umurunda degildi Karayilan'in
    kiyamete dek düsmana verseler Antep'i.
    Çünkü onu düsünmege alistirmadilar.
    Yasadi toprakta bir tarla siçani gibi,
    korkakti da bir tarla siçani kadar.

    Siperi bir gül fidaniydi onun,
    gül fidani dibinde yatiyordu ki yüzükoyun
    ak bir tasin ardindan
    kara bir yilan
    çikardi kafasini.
    Derisi isil isil,
    gözleri atesten al,
    dili çataldi.
    Birden bir kursun gelip
    kafasini aldi.
    Hayvan devrildi kaldi.

    Karayilan
    Karayilan olmazdan önce
    kara yilanin encâmini görünce
    haykirdi avaz avaz
    ömrünün ilk düsüncesini .
    «Ibret al, deli gönlüm,
    demir sandikta saklansan bulur seni,
    ak tas ardinda kara yilani bulan ölüm.»

    Ve bir tarla siçani gibi yasayip
    bir tarla siçani kadar korkak olan,
    firlayip atlayinca ileri
    bir dehset aldi Anteplileri,
    segirttiler pesince.
    Düsmani tepelerde yediler.
    Ve bir tarla siçani gibi yasayip
    bir tarla siçani kadar korkak olana :
    KARAYILAN dediler.

    «Karayilan der ki : Harbe oturak,
    Kilis yollarindan kelle getirek,
    nerde düsman varsa orda bitirek,
    vurun ha yigitler namus günüdür...»

    Ve biz de bunu böylece duyduk
    ve çetesinin basinda yillarca nâmi yürüyen
    Karayilan'i
    ve Anteplileri
    ve Antep'i
    aynen duyup isittigimiz gibi
    destânimizin birinci bâbina koyduk.



    Nazım Hikmet Ran


    Cevap Yaz
  • İbrahim Necati Günay
    İbrahim Necati Günay 12.02.2009 - 17:52

    ÖNDERİMİZ ATATÜRK KUMANDASINDA,ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞIMIZ VE ONUN KAHRAMANLARI.BİZ ULUS OLARAK HER YERDE VE HER ZAMAN TARİH YAZARİZ VE DE YAZACAĞIZ.BİZ ÖYLESİNE BÜYÜK BİR MİLLETİZKİ BUNU HER ZAMAN HER YERDE İSPATLADIK,ISPATLAR VE DE ISPAT ETMEYE HAZIR VE NAZIRIZ.HER METRE KAREDEN BİR YİĞİT,BİR LİDER YETİŞTİRİRİZ.
    NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.
    ATAM İZİNDEYİZ.

    Cevap Yaz
  • Ömer Çetinkaya Congeri
    Ömer Çetinkaya Congeri 12.02.2009 - 15:49

    kutlarım başarılar

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 34 tane yorum bulunmakta