Günümüzde hegemonya en çok da “söz” üzerinden üretilir.
Kontrolün dolaylı oluşu, tikel ve toplumsal algı önünde sisli- puslu bir ara bölge yaratarak gerçek ve korkunç yüzünün hemencecik görülemeyişinin getirdiği rahatlık, olgunun her koşulda yüzlerce, binlerce kez yinelenmesinin yolunu açar.
Despotik zamanların yasaklanan sözcükleri sizlere de bir şeyler anımsatmıyor mu? Sanki bugün bile birçok edebi yapıttan, yaşamın içinden birçok sözcük kovulmamış mıdır? Sözcüklerin ideoloji taşıyan enstrümanlar olduğunu bundan güzel ne açıklayabilir ki!
Öznel bir edim gibi görünse de aslında iletişim ve etkileşimin, ırasından ötürü, hedefinin tam tersi bir sonuca da yol açabileceğini; bireyin ve dolayısıyla toplumun yanıltılıp “yabancılaşma “ tabanlı bir “dünya üretimine “ götürülebileceğini… Kılıçtan keskince olduğunun çıkış noktası da burası değil midir!
Geleceği, yeni ve daha adaletli, daha eşitlikçi toplumsal dizgeleri anıştıran sözlerin panodaki yerlerinin boş kalmasının, ya da bu boşluğun daha “ılımlı” daha “yumuşak” türevleriyle doldurulmasının hikmeti ne ola ki! Yazılarınızı verili toplumsal ilişkileri olumlayan, kapitalist- emperyalist sisteme eleştirel anlamda bir sorun çıkarmayan ve “işine karışmayan” izleklerle, eğilimlerle, biçimlerle, biçemlerle,”havalarla” yazın ve edebiyat dünyamızın “köşe taşı “dergilerine gönderin. Yapıtınızın içindeki “gönderi” nin adresini ne de yanılmaz ve kolayca bulduğunuzu hayretle göreceksiniz. Elbet, yapıtınızın, günümüzün moda sözcükleri, biçemi ve alışkanlıkları olan kumaş, renk ve kreasyonlarından oluşan bir “haute- couture” olduğunu/ olması gerektiğini biliyorsunuzdur!
Genellikle de insanın yalnızlığını, umarsızlığını, boş vermişliğini, çıkışsızlığını; yaşama, çevreye ve kendine ilgisizliğini, münzeviliğini, şehvet düşkünlüğünü, cinsel arzu ve olabildiğince sapkınlığını, intiharlarını, madde tutkusunu ve bağımlılığını, halkı aşağılayıcı, bireyin, ancak kendinde ve kendine “gerçek” ve topluma yalıtık, psikolojik ve dramatik sorunlarını, ölü ve ölüm seviciliğini, değersizliğini(hiçliğini) , bütün insani değerleri terk edişini… bol bol yazın. Bunlar gibi birçok düşkünlüğü karşılayan sözcük ve havalarla döşenin. Aslında kendinize diktiğiniz bu “gömleğe” dönüp bakmayın! Boş verin!
İşte uyumun ve “uyuşma” nın, yazı’nın kaynağında en estetik ve trajik buluşması. Sınanabilir şeylerin Halep’i ve arşını olmaz. Hem, azıcık da zahmet gösterip derginizdeki öteki şiir ve yazıları okuyarak da öne sürdüğümüz savı doğrulayıp pekiştirebilirsiniz. Zaten sizin yazı ve şiiriniz yayımlanmasa da yayımlananlardaki öz ve biçim özelliklerinin, kurgunun, söylemin,”ileti”nin ve daha nelerin sizin kafanızdaki ve dosyanızdakilerle ne de çok benzeştiğini göreceksiniz. Bu yolda ısrarla yürürseniz yıllıkların, yollukların, ödüllerin, hak edişlerin tıpış tıpış ayağınıza geldiğini de…
Ya, nehri tersine, kaynağına doğru yüzenler? İnsani iyiliğin, güzelliğin ve her türlü zenginliğin sebilini arayanlar…Bir kulaçlık bir ömürden herkese ekmek, herkese urba, ilaç ve çatı çıkarmaya kalkışanlar? Onların doğal durumlarının; arzu,istek ve düşlerinin doğrudan karşılığı olan izleklerle, sözcüklerle, havayla yazanlar! Onların yok sayıldıklarını, itilip kakıldıklarını, kovulduklarını hatta dövüldüklerini… göreceksiniz. Bundan daha mantıklı ne olabilir ki! Aslında geriye itilen ve ötelenen yazının/ şiirin içine gömülü ve filizlenerek uygun toprak arayan yeni ve daha adil, daha eşitlikçi ve insani bir dizge isteğidir. Çelişki ve çatışkı zaten bir zorunluluk değil midir ki? Gelişmenin, ilerlemenin ve değişimin ana yasası olarak gelişmenin her anında kendini ortaya koyan ve her yeni’nin ebesi… “Eşya” doğasına ve ırasına uygunluğu nedeniyle “eşya”dır.
Buradan, yeni ve verili dizgeyi aşan, daha ileri bir toplumsal “imge”yi imleyen sanat ürünlerinin ancak, bugünkü verili toprak, iklim ve habitat özelliklerini terk ederek ve terk ettikçe kendi endemik aurasında serpilip gelişebileceği gerçeğine, bu “ağır” gerçeği yeniden ve yeniden suratımıza çarpan “ders açılı” yörüngesinden “dank yeri” ne varıyoruz.
En “onulmaz “çelişki, hala üretimin toplumsallığıyla mülk edinmenin özel’liği arasındaki çelişkidir ve çözümü de yaşamın sosyalizasyonudur. Bu nedenle sorun daha çok ve yakıcı olarak “bu tarafta” nelerin olup bittiğiyle ilgilidir. Toprak, iklim, su ve diğer endemik koşullar bu tohumun burada keyfince gelişmesine uygun mu? Çünkü doğum ne denli doğal olsa da yeni doğan kendi “özel” inde büyüyecek! Öyleyse yüz görümlüğüne doğru elimizde “bizim elden” yazı ve şiirler… ileri!
Ali Tekmil / 20.07.2008
Ali TekmilKayıt Tarihi : 26.7.2009 15:24:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!