Derin Yelkenler Fora Şiiri - Muzaffer Koç

Muzaffer Koç
45

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Derin Yelkenler Fora

Havalar soğudu birden.
Dışarıda müthiş kar.
İçinde toplaşmış öfkeyi
Buzlandırıp üstümüze salıyor bulutlar.
Poyrazdan prangasını koparmış
Eğersiz semersiz bir at gibi bir fırtına;
Ege’ye doğru dörtnala uçuşan bir rüzgar…
Deniz eteğinden tutuşmuş sanki
Akyeleli dalgalar duman duman…
Boğaz’ı Anıt’tan Kumkale’ye sarmış buhar…
Bilenmiş bir hançer gibi bir ayazlanma
Yaman mı yaman; kimseye vermiyor aman!

Şilepler geçiyor Boğaz’ı yırta yırta.
Büyüklü küçüklü, flamalı pijamalı şilepler
Bir sihrin içinden geçer gibi.
Sadece direklerinden fark ediliyor
Marmara’dan Ege’ye, Ege’den Marmara’ya
Fayları oynata oynata geçtikleri.
Kimi Akdeniz’i uzunlamasına yarıp
Süveyş’ten Okyanus’a taşıyordur ihtimal
Kimbilir hangi yükünü…
Kimi İstanbul’a gidiyordur herhal
Kimi Karadeniz’e açılacak belki
İstanbul’un bebek karnını guruldatarak.
Kimbilir kimlerin geçmişi örüklü
Kıçında, sancak tarafında; mumbarlarında
Kimbilir kimlerin şimdisi ve ahvali…
Belki de Karadenizliler’in “hophop” yüreği!
Yada Artvin’den bir atabari
Trabzon’dan bir horan
Belki bir davudî ağıt Giresun’dan! ..
Bakınca kör gözle; kemikli dille
Görünmüyor “çaydanlığın ucu” buhurdan…
Her neyse; nesirde politik takılmayalım şimdi.
Doğrucu davutları sadece kovmuyorlar dokuz köyden
“İkramiye olarak” bir de tokatlıyorlar ensesini.
Saadetten vazgeçmesek de her şeye rağmen
Şimdilik “sus geç” yapalım bir kalem, “sadet”ten…

* * *
Aşağı balkona bir kızılgerdan alıştı cancağızım.
Ahşaplarıma tünüyor günlerdir.
Gece pergule aralarına sığınıyor sanırım.
Canını öyle koruyor avcı kedilerden.
Sabah benden önce uyanıyor şüphesiz.
Minik bir kızılgerdan;
Zemheride kalmış bir avuç can.
İki dirhem bir çekirdek kalır
Diş kovuğunu bile doldurmaz bir kedinin
Tüyünü tüsünü soysan.
Bir sevimli, bir şirin ki; alıştım ona
Biraz titrek ve ürkekse de karagözleri
Sabah görmesem; duymasam sesini
Günaydınlaşmasak cikciklerimizle
Sanki birden bomboş olacak dünya
Sanki hiç kalmayacak yaşayan…
Hasılı; doğa “çelik çomak” oynuyor bizimle
Mızıldanmadan; iventisiz, ilentisiz ve sessiz.
İlk kez mi tadıyorum acaba cancağızım
Enerjilerin birleşip içleşme busesini…
Anla işte; denizüstü buğu buğu
Buğu değil, Boğaz’dan Ege’ye akan
İpini koparmış poyraza kanat kaptırmış
Telekleri sisli mi sisli bir gökdolusu kuğu…
Pencerenin gerisine sinmişim sanki
Arkamda radyoaktif ufo ateşi
Sırtım yanıyor, önüm donuyor.
Mazinin kuytularında yüzüyorum; “git-gel…”
Bazen ahvalin labirentlerine dalıyor aklım
İçim “hiç” oluyor; ılgıt ılgıt kanıyor
Tımarı namümkün bir yara gibi…
Ve kainatı izliyorum; sırsız dilsiz…

* * *

Az önce düğür serptim balkona.
Yazık, kumrular yiyemiyor; şaşırıp üzüldüm.
Ben içeri girene kadar donmuş galiba.
Tuz saçtım üzerine; eridi buzlar.
Ama gel gör ki; hikmet ilahi
Şu balkonumun “as sahibi” kızılgerdan
Henüz erimemiş tuz kırıntılarını gagalıyor.
Soğukta kafayı bulacak iyottan,
Hergele bacaksız uçamayıp sonra
Ahmak şoförler gibi kazara
Yem olacak ava susamış fırsatçı “kedi trafiği”ne…
-Bir de çok kedi var ki sokakta
Bayram arifesi karayolları gibi…-
Hele bak şu cesarete
O da benim gibi, “hiçlik”i ağırlıyor
“İlklik” damarlarında…
Ne desem; soyu sopu, mayası arsız…
Tam bu ara gözlerim dalmışken deniz keşfine
Bir de ne görem; komşunun bahçesinde
Dişi bir saka
Erkek bir sokak kedisinin pençesinde…
Anlamam ki, nedir kuşların fay hattı!
Amma velakin
Bu “ayazda kalmışlık”
Gözlerimi salyasümük boşalttı…

* * *

Dün de iki ahtapot gördüm kıyıda;
“Denizin yangını”nı seyre gidince.
Ebemkuşağı hareli, turunç başlı
Dünyada yalnız Ege’ymiş ikametgahları.
Biri bir hayli irice
Kalburik yayılmasına bakarsan
İki kiloya yakın tahminimce.
Diğeri henüz yavru.
Etlerini martılar deşeliyordu.
İçim içinden kavruldu.
Merak ettim “kıyıya vurma” nedenini.
Uğrayıp doğruca “iskele kahvesi”ne
Balıkçılara sordum.
Dediler ki: “Ağdan atılmaz büyüğü
Malûm, tezgahlarda yüksek fiyatı
Küçüğünü de biz atmadık…
Kaç gündür denize çıkamıyoruz
Fırtına, dalga ve don yüzünden.
Nafakamız boylu boyunca yatıyor dipte
Ağımızı salıp, seheri içimize çekemiyoruz…”

Sakallarına kırçıma düşmüş
Bodur boylu, ablak yüzlü
Soğuktan yüzü kararmış birisi
Alaycı bir gülümsemeyle bir çay söyledi
Bırakıp oyun seyretmeyi, çekip sandalyeyi
Telkinsiz teklifsiz oturdu yanıcığıma.
Sanki kendisi değildi de konuşan;
İlle de sigaradan kurum bağlamış dişleri
Ve her nedense kan oturmuş gibi mosmor dudaklar:
“Deniz” dedi
“Dün gece
Birden çekilince
Kalmıştır sığındığı taşın altında.
Sonra da ani don yapınca hava
Şaşırmıştır feleğini…
Dönememiştir büyük ihtimal
‘Hayat iksiri’ suyuna…”

Anlamam ki; nedir balıkların fay hattı!
Yaşam ve yapım nerede başlar;
Nerede biter…
Nerede biter ölüm ve yıkım
Nerede başlar…
Amma velakin
Bu “ayazda kalmışlık”
Gözlerimi salyasümük boşalttı…

* * *

A bre cancağızım
Dünya dediğin ne ki!
Kaysaklar dansediyor altımızda…
Bura yerlilerinin dediği gibi;
“Estire savurttura” dibimize dayandı fırtına
Yelkenler foraaaaaaaaaaa…
Aslına nesline çevrili rotaaa…
Yeni bebeğimizin kokusunu çekiyor
Derinine ha vira
“Ayazda kalmış”
Salyasümük gözlerim…

Muzaffer Koç
Kayıt Tarihi : 9.2.2010 12:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Muzaffer Koç