Hey deniz!
Aşk yokmuş aslında, şairlerin uydurduğu, soyut bir şeymiş.
Nasıl acıyor etim, kalbime sığmayan bumuymuş soyut kavram. Gözlerim ne karanlık bir derinlik gidişiyle. O savaşlardan yenik çıkmış adam gücünü üzerimde denedi son mağlubiyeti oldum.
Çünkü; ben girdiğim savaşlardan hep galip çıkarım, hep kahraman! Bu yüzden yapayalnızdım bu harp meydanında.
Zayıflıklarımı azık etti üç kuruşluk keyfine. Olsun; ben yine kalkarım ayağa, parçalarımı yapıştırım yıldız yıldız semaya. Yönünü bulmak için çevirdiğinde gözlerini hep öne düşer başı bu utançla.
Ne çok doğruydu inanmadan söyledikleri, ne çok canımı yakan gerçekleri vardı oysa. Bir serçenin yüreğini ellerine verdiğimden habersiz öylece çekip gitti.
Sayıklamalarına ortak etti beni de. Şimdi; her aynaya baktığımda on yıl gitmiş ömrümden sanki, yerleşmiş derin çizgilerle hüzün. Uyanabilir miydim bu kabustan bir zil sesiyle, sarılabilir miydim ona. Af edebilir miydim çekip gitmeleri. Merhametim deryayı kucaklardı ya, kıyar mıydım yine de ona. kalbimin usumla antlaşmışlığı olmasa yakardım kendimi çekilen ruhumla. Bu kadar faşizan bir gidişe onurlu bir devrimci duruşu takınmalı... Direnmeli gücüm yettiğince.
Başa sarıyorum, hep başa! Ne güzel bir tesadüftü oysa; misyonlar yükleyen ikimizin yorgun omzunlarına.
O ahşap evde unutacaktık her şeyi yormadan birbirimizi; sakın ha! Sakin sevecektik. Telaşa meal vermeyecektik ya bu ışık hızıyla kayboluşun nasıl çakar adamı kuyu kuyu derin karanlıklara. Bir insan nasıl bu kadar acımasız ve umursamaz olur! Geceyi kuma diye alıp koynuna, nasıl bakar "çok seviyorum" dediği kadının yüzüne uykuda.
Her seferinde ihanetin kılıcı cehenemdeki ininden çıkıp bağrıma mı saplanacak! Ve, her seferinde kahraman edasıyla nasıl yola devam edeceğim ben. Bu şehrin bitmez yağmurlarına eşlik mi edecek hep gözlerimdeki pınarlar. Ah o ihanetin keskin kılıcı değen etim acıyor, can çıkıyor bedenimden de yine de etim kanıyor. Nasıl bir sadistliktir bu nasıl bir medcezir! Ay yüzümü anaforunda kaybeden deniz gelgitlerine kurban etti ya beni. Beş kuruşluk heveslerine adak adadı ya hiç yoktan...
Yüzük parmağıma dolanan sahipsiz boşluğu, her saniserde yoklatıyor kendini.
Hep aynı imgeyle sevilir mi kadın! Yenilemeden sözler kendini, farkını bulur mu aşk? Çocuk gülüşlü kadınları olmuş... Başım gözüm üstüne!
tövbe;
bir daha aşık olursam şaire
şiir olayım!!!
sude nur haylazca
Sude Nur Haylazca 2Kayıt Tarihi : 17.1.2020 12:40:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Sevincini bir barış, bir bayram sabahı gibi taşıdım içimde. Sesine güvendim, gözlerine en çok yakışan o sürekli yaz ikindisine.
Bütün öksüzlerin kederiyle baktım yüzüne, ne zaman geleceği düşündüysem.
Bir haksızlığı haykıran herkese senin soluğunu verdim. Bütün hapislerin penceresi yaptım seni. Sonra tuttum kenar mahallelerin yalnızlığını gösterdim, bir özür, bir bağışlanma umuduyla. Söze inandım, gövdene ondan çok…
Dönüp dönüp sana geldikçe anladım özgürlüğün aşk olduğunu. Alışkanlıklara yenilmedim ben, seni bir alışkanlığa dönüştürmek istemedim yalnızca.
Işıklı bir korunak arayacağım sesinin kıvrımlarında. ‘Gelmen iyiliktir’ diyeceğim. Yüreğimden başka yanıtım olmayacak. Bir sorudan bir soruya vuracağım seni yine.
Dünyanın bütün yağmurları yağacak iki söz arasında. Ellerimi geçmişe mi geleceğe mi koyacağımı şaşıracağım.
Küller altındaki köz için bir yudum soluk isteyeceğim. 'Aşk iki kişiliktir’ sözünü düşüneceğim uzun uzun. Kalkıp pencereden hayata bakacağım. Alnından öptüğüm yerde 'Ülkemsin’ diyeceğim. Bir gülüşünle çıkıp caddeleri dolduracağım.
Ya sen bu ülkede doğmasaydın, ya ben aşkı herkes gibi bilseydim?”
Şükrü Erbaş
TÜM YORUMLAR (2)