1979 İsviçre’ye geldim. Okuldan sonra iş hayatına atıldım. Herhangi bir meslek sahibi olamadım. Bundan dolayı da yaşamımı işçi olarak farklı fabrikada çalışarak sağlamaya çalıştım.
O zamanlar birkaç TV kanalı vardı. Haftada bir kez Türkiye yi gösterirdi.
Kitap okumayı çok severdim. Gençliğin verdiği bir enerji vardı. Bu enerjiyle devrimci mücadelenin içinde yer aldım. Duvarlara afiş asmak, mitinglere katılmak ve Deniz-Yusuf-Hüseyin..gibi devrimci önderlerin resimlerini asmak gibi çalışmalar içinde kendimi buluyordum. Yine hazırlanan konserlerde görev de alıyordum. Tanımadığım birçok sanatçı ve ozanla da bu sayede karşılaştım. Denizler adına düzenlene tüm konserlere katıldım. O dönemde
Deniz’lerle ilgi olarak yazılan “Dar Ağacında Üç Yiğit” isimli kitabını edindim. Kitapta ki resimleri görünce çok heyecanlandım. Bu kitabı bana veren kişinin Nihat Behram olduğunu sonrada öğrenecektim. Ben bu kitabı okuduğumda daha 17 yaşındaydım.
Yılmaz Güney’i tanıyordum. Onun video filmlerini kiralayıp izlediğimiz için hayatını tam bilmesem de az çok geçmişine dair okuduğum gazetelerden biliyordum.
Deniz’lerin hayatını anlatan kitabı okuduktan sonra kendimde bir boşluğu doldurdum Kendimi yenilenmiş olarak hissettim. O yiğitlerin uğramış oldukları haksızlıklar bende kızgınlığa ve öfkeye dönüştü.
Oysa onlar “Tam Bağımsız Türkiye Uğruna Ölmüşlerdi. Ülkeleri için öldürülmelerini, idam edilmelerini kabullenemiyordum. Bu gençler Amerikan Emperyalizmine karşı gelmişler ve sömürüye karşı çıkmışlardı. Tek suçları da buydu ve bunun için idam edilmişlerdi. Bu ne acı bir şey Türkiye için.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla