DENİZ ÇAĞIRIYOR
Günün, insanı saran sarı sıcak aydınlığına karşın, içine dalmış gözlerinde açılmış anılar kapısından dökülen hüzünlerle, kendinden çok uzak ve karanlıktı. Nevâle kapma yarışındaki martı çığlıkları arasında, durgun denize sabit bakarken, farkında olmaksızın konuşuyordu kendi kendine. “ Ne garip, insan en nefret ettiğine âşık olup sevebiliyormuş meğer! Bak gidemiyorum, ayrılamıyorum ben de hâlâ senden. Hayat öğretiyormuş insana yaşadıkça…”
Başını kaldırdığında, yüzünü gördüğünün sesiyle irkildi birden. “ Bir şey mi dediniz bana? ” “ Ah! hayır denizle konuşuyordum” Bunu söylerken, hüznün isyanıyla meczup gibi bakıyordu gözleri. “Tövbe tövbee” diyerek uzaklaştı önünden geçen. Bir müddet daha kaldı oturduğu yerde öylece. Sonra yavaşça doğrulup, kalktı banktan.
Zaman, acıların üzerini ince bir kabukla kapatmıştı henüz. Düşüncelerle, böyle uzun uzun dokundukça, sızlıyordu derinden.
Elindeki ekmek torbasının kırıntılarını denize silkeledi, büküp ilerdeki çöp kutusuna attı ve yürümeye başladı. Sahil boyundan kıvrılıp, karşı taraftaki ara caddeyi yürüdü. Sondan bir önceki çıkmaz sokağa saptı. Küçük bahçeli evlerden, ikincisinin bahçe kapısında duraladı birkaç saniye, sonra anahtarı çantasından çıkarıp, kilitli kapıyı açtı. Annesini kalp krizinden yitireli, iki yıl olmasına rağmen, her seferinde bu hareketi tekrarlıyor, sonra robot gibi eli çantasına gidiyor, anahtarı çıkarıp kapıyı açıyordu.
İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,
Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,
Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.
Bir bakış, bir aşığa neler anlatır,