İnsanlarla ilk karşılaşmamızda yüzlerine dikkat ederiz. Çünkü yüzler, bizim için karşımızdaki kişinin kartvizitidir. Çünkü kimi düşünürlere göre yüzler, insanların ruh dünyalarının bir aynasıdır.
Her yüzün kendine göre bir öyküsü vardır. sevgilerin, acıların, kuşkuların, güvenin yada güvensizliğin, umudun, olgunluğun ya da hamlığın gezindiği mekânlardır yüzler. Okuruna göre değişen bir kitaptır da diyebiliriz yüzler için.
Kimi okumak gereği duymadan bakar o kitaplara; kimi okuduğunu zanneder de anlayamaz. Kimisi de duyarak, düşünerek inceler yüzlerden yansıyan görüntüleri. Bu nedenle toplumsal yaşamda karşılaştığımız insanların yüzlerini okuyabilmek; başarının temel anahtarlarından biridir.
Şair Abdülkadir Bulut insan yüzünü şöyle nitelemekte: “Yeryüzünün en derin denizi, gökyüzünün en derin yeri neresidir deseler, hemen hiç durmadan insan yüzüdür derim. Bir taş atsam insan yüzünün tam ortasına, acaba kaç yılda dibine iner. Hele hele bu yüz, onurlu bir yüzse.” Yüzler insan ruhunun aynasıdır dedik de, aynı zamanda insan bakışlarının gezi alanlarıdır. Ama gün olur bir yüzde kendimizi buluruz. O yüzün aydınlığı yaşantımıza benzersiz bir ışık saçar. İşte o zaman gezimizin en önemli molalarından birini vermiş oluruz. Bu aydınlık yüz, umutlandırır bizi, yüreğimiz kıvançla dolar. Bu yüzün arkasında bencillikle yapılmış bir kavganın izleri vardır. Doğal olarak bu kavganın galibi içtenlik ve insancıllıktır.
İnsan yüzleri, şuna ya da buna göre farklı algılanabilir. Bu durum, bir görüş ya da beğeni sorunudur. En önemlisi, o yüzden çıkarsadığımız anlamdır. Bizi saran, varlığımızı sevinç ve mutlulukla dolduran bir anlam. Farklı düşünmek, insanlığımızı çözülüşe uğratır, acılarımızı yoğunlaştırır. Gerçekleri gizler, sevgileri kara bir ambalaj ardına kilitler. Bu yüz kimi zaman sevdiğimiz bir dostun, kimi zaman bir sevgilinin, kimi zaman da hoşgörü perdesiyle bakmağa tahammül edemediğimiz insanların yüzüdür. Ama yine de her yüzden çıkaracağımız bir sonuç vardır.
İlk önce bizi etkileyen, yüzlerle gelen dostluklardır. Bakarsanız, ya birden sarar, çeker kendine. Ya da üşütür, kovar sizi. Her yüzün söyledikleri farklı farklıdır. Elbette ortak noktalarda bileşenler de bulunur. Bunların içinde bizi en çok etkileyenler, olgun insanların yüzleri ve kötü etkilerle bozulmamış olan, içtenliğin ışığı içinde parıldayan yüzlerdir. Bu yüzlerin birinde uygarlığın yansımasını, diğerinde atık sularla kirletilmemiş bir pınar suyunun arılığını buluruz.
İnsanların dünyalarına önce yüzlerinden gireriz. Kişi kendini nasıl gizlerse gizlesin, gene de yüzündeki gerilme ve kıvrılmalardan; duygu ve düşünce dalgalarından kendini açıklar. Soyguncu, hortumcu, despot yüzlerle sevecen, insancıl, toplumcu yüzleri pek az bir yanılgı payıyla anlayabilmek mümkündür. Kim parasına güvenerek başkalarını ezmeye çalışır? Kim her ne kadar candan ve yakın görünse de kişisel çıkarları ortaya çıktığı zaman acımasızlaşır? Kim köprüyü geçene dek ayıya dayı demeyi göze alır? Kim bencilliğin fosseptik çukurunda insanlığını yitirme pahasına kâr ve kazanç peşinde koşar. Kim halkın çıkarlarını savunur görünüp kendisinin ve takımının cüzdanını şişirmeye çabalar? Hepsini yüzlerden okumak mümkündür. Ne kadar cambaz, ne kadar madrabaz olursa olsun yüzündeki hileli gülüş kendini ele verir. Sözgelimi bağnaz yüzleri tanımak çok kolaydır. Çünkü geleceğin gemileri onların iskelesine uğramaz. O yüzde, muştular getiren yolcuları göremeyiz. Onların yüzleri, ağaçsız yamaçlara benzer. Makiler bile tutunamazlar üzerlerinde.
Kimi zaman da çocuk yüzlerine takılır kalırız. Sevincin, mutluluğun, coşkunun yanında korkuyu, kaygıyı da kolayca okuruz onların yüzlerinde. Ne yazık ki son zamanlarda hep korkulu, kaygılı çocuk yüzleri görmeye alıştırılıyoruz. Nasıl unutabiliriz, gözlerinde korku şimşekleri çakan Afganlı kızın yüzünü. Hiç unutmak mümkün mü ateş çemberinin ortasında kafasından kanlar akan Iraklı çocuğun yüzündeki korkuyu. Gazete fotoğraflarının bir özelliği ortaya çıkıyor burada. Bu fotoğraflar yüzleri olduğu kadar duyguları da donduruyor, kalıcılaştırıyor.
Kimi zaman bir sanatçının fırçasından ya da objektifinden yüzler yansır yaşamımıza. Ama bu yüzlerde çoğu kez genciyle, yaşlısıyla, çocuğuyla Anadolu insanının onurlu duruşları; yoksulluklarına, yalnızlıklarına karşın umut, alçakgönüllülük ve insancıllık vardır. Doğayla ve yaşam koşullarıyla verdikleri zorlu kavganın izleri vardır.
Bir de şu kendini beğenmişlerin yüzleri var ki, ne kadar bakarsanız bakın, insanî bir sıcaklık bulmak çok zordur. İçtenlik yoksulu, soğuk, ürkütücü, sevgisiz.... İlle de tepeden bakmak isterler. Ama bu bakışlarının kendilerini ne kadar küçülttüğünü fark edemezler. Yaşamları zorlukların dışındadır. Kurnazdırlar. Parmaklarını bir kez yakanıza geçirseler, vay gele hâlinize. Sesleri, gülüşleri, bakışları yapaydır. Yüzlerinin her kıvrımında güvensizliğin fayları döşelidir.
Evet, sessiz konuşmalar ağır basar yüzlerde. Yüzlerin kurduğu tümceler, en usta yazarın kaleminden çıkan tümcelerden daha etkilidir. Dilerim günlerin yolculuğu içinde karşınıza çıkan yüzlerin tümü bencillikten, kötülükten arınmış; içtenlikli ve özgeci olsun. Bencil, bağnaz, hükmeden ve kendini beğenmiş bir yüzle karşılaştınız mı takmayın. Bırakın o yüzler, bencilliğin fosseptiğini kulaçlasın dursun. Sizler, aydınlıklara, güzelliklere ve sevgilere uçurtmalar uçurun.
Ali Ziya ÇamurKayıt Tarihi : 13.6.2006 17:26:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!