Deneme Yanılma
Öğrenmenin iki yolu var; kolay olanı, başkalarının deneylerinin sonuçlarını hazır öğrenmek, diğeri bizzat deneyerek öğrenmek! Öğrenmek, “Bilmek” değildir! Bilmek, bizzat sonucu içselleştirmektir! “Hazmedilmeyen ilim” konusu! İlmi hazmetmek, bireyin yorumlaması ve bir kanaat edinmesi. Ezber öğrenilenler, hazmedilmemiş ise “Bilmek” olmuyor! İnsan, deneme-yanılma yoluyla öğrenir! Deneyen, yanıldığını kabul ettiğinde öğrenir; denemeyen, yanılmaz, öğrenir ama bilmez! Gözlem, deneyi tetikler, deney ise öğrenmeyi; öğrenmek ise bilmeyi açar! Her öğrenilen, bilince dair olmuyor!
Bilim adamları, sayısız deneyler yaparak öğrenir ve deney sonuçlarını değerlendirdiklerinde bu “Bilim” olur! Deneylerin ve yanılmalarının sonuçlarının değerlendirilmesi, “Bilim” oluyor! Deneyler ve yanılgılar değil!
En iyi gözlemci, bebekler; gözlemlerini duyu organlarını kullanarak denerler! İlk aşamada elleri ve ağızlarını kullanırlar; ellerine ne geçerse denemek için ağızlarına götürürler! Denemek, öğrenmek ve bilmek! Bunu öğrenene dek değil, bilene dek yaparlar! Tadarlar, acı olanı öğrenirler, yine tadarlar ve sonunda bilince o şeyi bir daha ağızlarına almazlar! Bu bir sürece dair işler ve devam eder! Bilinç oluştururlar! Büyüdükçe, deneyi de azaltırlar! Hem her şeyi denemek mümkün olmaz! Bu nedenle öğrenmeye yönelirler ve başkalarının deneylerinin sonuçlarını ezberlemeye başlarlar! Öğrenim aşamasındaki tüm süreç, başkalarının hazır bilgilerini öğrenmekle geçer! Bilmek, öğrenmekle aynı olmadığı için “Yeni şeyler denemek arzusu” bilmeye dairdir! Öğrendiklerinden bizzat bilmek istediklerini denerler! Bu da tercih konusu! Bilirsiniz, öğrenim aşamasından sonra “Pratik” aşaması gelir! “Staj” aşaması! Bizzat deneyerek, bilme aşaması!
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...
Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...


