Benimde katıldığım uluslararası teknik bir toplantı da, son gün yabancılara boğaz turu gezintisi ayarlanmış. O kadar İstanbul’a gelirim boğazda gezinti kısmet olmadı o güne kadar. Üstelik denizde vapur yolcuğu her zaman hayal ettiğim şeydi. Bu tura katılacağımı duyunca oldukça heyecanlıydım açıkçası.
Vapura gitmek için yürüyorum, Sultan Ahmet’ten Beyazıt’a doğru… Gördüklerim neredeyse taş binalardan nefes alıp verdiğim efsanevi Osmanlı kokusuydu burnuma gelen. 1453’ten beri yürüyen insanların sesini dinledim yürürken. Kim bilir, örneğin, yüz sene evvel kim vardı bulunduğum bu yerde ve nelerden bahsedip konuşuyorlardı? Acaba benim geçeceğim bu yüzyılı hayal edebiliyor muydular? O kadar süratle gelişen teknolojiyle hızla değişen yaşam şeklimiz bu düşünceleri aklımdan çıkarıverdi birden. Çünkü gereksizdi. Çocukluğumda bile radyo bir günah ya da öcü gibi tanıtılıyordu, 60lı 50li yıllarda. Kaldı ki, o yıllarda bu yaşadıklarım nasıl düşünebilir ve hayal edilebilirdi ki... İmkânsız bir şeydi.
Kabataş iskelesinden Karadeniz’e doğru nerdeyse üç yüz kişilik vapurda AB ülkesi insanlarla yavaş yavaş boğaza açılıyoruz. Geçerken tek tük kopuk kopuk yalılar görüyorum hala ayaktalar. Korular var, yeşilliğini sergileyen... Ortaköy sahilinde, Mecidiye camisinin önünden geçiyoruz. Meşhur gecelerin camisi... Dizilere sığmayan, olmazsa olmazı... Rehbere soruyorum, mimarının ermeni olduğunu söylüyor. Şaşırıyorum. Osmanlı o hale gelmiş ki, artık Mimar Sinan’lar yetiştiremez olmuş, yıkılma yılları olan 19. yüzyılda. Demek ki, Osmanlının yıkılması son derece doğalmış diyorum içimden. Her şeyini yabancılara bırakmış, imanı dışında. Onunla da kurtuluş savaşı, Çanakkale harbini kazanmışlar... Kazanmışlarda ne olmuş sonra, bir tek taş koyamamışlar üstüne gelecek nesiller!
Uzaktan Galatasaray adasını görüyorum. Boğazda küçücük bir ada. Uzaktan insanların yüzme havuzundaki kalabalığını seyrediyorum. Havuzun yanında bir de kafeterya var. Herhalde İstanbul gibi bir yerde buraya gelmek ve bulunmak lüks olsa gerek dedim içimden.
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Saffet bey ,hoş bir İstanbul gezisi yaptım sayenizde..seyrine doyum olmayan hercai menekşem diyorum ben İstanbul'uma..Kabataşta içtiğim çayların doyumsuz tadına karışmıştır denizin yosun kokusu..ah o karabataklara verdiğim selamım kimbilir nerelere ulaştı..ah her yanı aşk kokan harika şehir..gönüllerde her daim sultan olarak kalacak..yazınız çok güzel olmuş..bence nostalji sevenler kaçırmasın derim..kutlarım sizi..sevgi ve saygılarımla..kaleminiz çağlasın....
Çok güzel bir anlatım..Çok güzel bir gözlem..Tebrikler vede alkışlar..Allaha emanet ol yunus karaçöp
çok gzl bir anlatım okudum size bir şey soracam bir şair arkadaşımız diyor ki şiirlerin arasına ne olur düz yazı eklemeyin neden acaba herkes zevki değilmidir kimsenin karışmaya hakkı yoktur öle değil mi?? gzl bir çalışmaydı kutluyorum
Mükemmel bir yazıydı...
Anlatım çok tatlıydı...
Kâleminize sağlık...
...sevgiler.
Bu şiir ile ilgili 4 tane yorum bulunmakta