Geçmişten bu yana, insanın insana bakışında gözleri perdeleyen iki olumsuzluktan söz edebiliriz: aşağılama ve yüceltme... İlk bakışta birbirine karşıt izlenimi uyandırsa da aslında ikisi de aynı kapıya çıkar. Olaylara ve durumlara tek pencereden at gözlüğüyle bakmak. Tek yönlü duymak, düşünmek, anlamak...
Olay ve durumlara, kişilere tek yönlü bakmak, yadsımayı da birlikte getiren bir olgudur. Bireyde var olmayan bir yüceliği varmış gibi göstermek ya da var olan bir üstünlüğü, erdemi yokmuş gibi göstermek. İkisi de doğru ve gerçek caddesinden uzaklaşarak yadsımanın çıkmaz sokağına çıkar.
Her iki tutuma da sinmiş bulunan öznelci idealizm, yapılan değerlendirmeleri bir ölçüt olarak alma olanağımızı yok ediyor. Bu durumda daha gerçekçi sonuçlara çıkarmamıza yarayacak yöntemler içeren farklı bir bakış edinmek zorundayız. Kısaca “eleştirel bakış” diyebileceğimiz bir yaklaşımla olaylara, durumlara ve kişilere daha gerçekçi ve doğru yönden yaklaşabiliriz.
Bugün kime sorsak, bize yaşamın her alanında “eleştirel bakış” eksikliğinden yakınacaktır. Ne var ki, yakınmakla sorunlar çözülmüyor. Yakınanlar da içinde olmak üzere “eleştiri”yi ucu sivriltilmiş bir kargı ya da sırt sıvazlarken kaşağı olarak kullananlar hâlâ çoğunluktadır. İyi niyetler, günlük yaşamın hay huyu içinde çürüyüp dağılıyor. Kişisel çıkar beklentileri, cemaat örgütlenmeleri, kişisel düşmanlıklar, çekememezlikler... özlenen “eleştirel bakış”ın neden hâlâ çok uzağında durduğumuzu açıklar sanırım. Çünkü eleştirenin duygu ve düşüncelerini bağlayan grupsal zincirler, gerçeğe giden yolda yürümesini engellemektedir.
Ne zaman güneş batsa bu son gecem diyorum
Vazgeç yalan dünyanın köhne saltanatından
Yetişir bunca keder, bunca elem diyorum
Her şey sağır içimde ne şiir ne musiki