Deneme Aşktrist Şiiri - Rahim TAŞ

Rahim TAŞ
132

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Deneme Aşktrist

Aşktrist

Yetmişli yılların ortalarıydı. Mahallemizin camisinin önünde duran tabutun üst tahtalarından birini aşırıp kendime ayakkabı boyacısı sandığı yapmıştım. Okul ve çalıştığım günlerin haricindeki günlerde ayakkabı boyacılığı yapardım. İyide para getiriyordu. Töb-Der ve benzeri lokaller vardı, sadece oralara giderdim cumartesi pazar günleri. Oyun oynayanlar öğlen ve ikindi vakti dürüm almam için beni gönderirlerdi. Kimi beş, kimi on, kimi yirmi lira verirlerdi. Ben bu paraları aldığım gibi tüyerdim. En az bir ay uğramazdım o lokallere. Eh arada bir ayakkabı da boyadım. Çok param olurdu, ama o parayı muhafaza etmek sorun oluyordu. Cebimde bulundurmama imkân yoktu. Çünkü evde herkes birbirinin ceplerini karıştırır, para ve sigara benzeri şeyleri aşırırdık birbirimizden. Kaldı ki babam sorsa, bu paraları nerden aldın, bir de onun hesabını vermek vardı.

Kara lastik giyerdik. Abime yenisi alındığında eskisi bana verilirdi. Ben o zaman otuz numara giyiyorum, abim otuz beş numara. Ondan bana geçen lastik ayakkabı ayağımda palet gibi dururdu. Ucuna bez tıkardım ama paralarımı o beze sarıp koyardım, kimsenin aklına gelmezdi ayakkabıya bakmak. Zaten ayakkabılar da koktuğundan kimse yaklaşmazdı. Bu paraların büyük bir kısmını sinemada harcardım. Gazoz poğaça harika giderdi. Param olmasına rağmen bilete para vermediğim çok olmuştur. Sinemaya gelen kocaman adamların palto veya ceketlerinden tutup içeri girerdim, sanki onların çocuğuymuşum gibi. Zaten içeri bir girmişsem bir daha dışarı çıkmazdım o günkü gösterim bitinceye dek.

Sinemaya yalnız gitmeye korkuyordum. Bilet paralarını vermemek için mahalleden arkadaşlarımı da davet etmiyordum. Sinemanın önünde afişlere ürkek ürkek bakar dururdum. Neredeyse bütün afişlerde silahlı ve kılıçlı adamların resimleri vardı. İlk gittiğim filmi hatırlıyorum. Kara Murat. Cüneyt Arkın, Hale Soygazi. Ne güzel bir kızdı o öyle, aman yarabbi. Ama afişte Cüneyt kıza yiyecekmiş gibi bakıyor. Vuruldum Hale'ye. Topladım tüm cesaretimi ve girdim içeri. Karardı içerisi, film başladı, Hale göründü jenerikte, adı yazarken. Sonra yok oldu. Bekle bekle Hale yok. Ben Hale’yi beklerken, atılan okları bana isabet edecek korkusuyla koltuğumda eğilerek izliyordum. Sahnelere göre tepkilerimi seslice haykırıyordum, yandakiler gülerek uyarıyordu beni, 'seni duymazlar diye. Beyaz perdede Hale Soygazi'nin göründüğü sahne hala gözlerimin önünde. Cüneyt bizim Hale’ye asılmaya başlıyor ve aşk doğuyor. Cüneyt'e hala sinir oluyorum. O filmlerinde de beddua ederdim, bir düşman kılıcına denk gelir diye. Beddualarımın tuttuğuna inanıyordum.

Samsun sigaraları bir ara Bulgaristan'dan ithal ediliyordu. Naylon diyorlardı kâğıdına, büktüğün zaman kırılmıyordu ve tadı iyi değildi. Ben o zaman yerli üretim bir paket temin etmiştim. Birkaç gün içmiştim, pakette dört sigara kalmıştı. Bir sabah kalkıp pakete baktığımda dört sigaradan bir tane kaldığını gördüm. Abimin aldığını sanıp 'Ey Allahım o sigaraları alana içmek nasip olmasın' diye içten bir beddua etmiştim. Meğer babam almış. Birini şapkasının içine, birini kulak arkasına koymuş diğeri ise ağzında ve henüz yakmamış. Benim bedduamı duyunca gülmüş, bu sırada sigara ağzından yere, çamura düşmüş, elini kulak arkasındakini almak için elini götürdüğünde, eli çarpmış o da çamura, şapkanın içindekini almak için şapkayı çıkardığında sigarayı görememiş, başının üstünde kalan sigarayı eliyle yoklarken o da çamura düşüvermiş. Dolayısıyla babam benden arakladığı üç sigarayı bedduam tuttuğu için içememiş. Tabi babam o yaşta sigara içmemin bedelini bana çok ağır ödetmişti. Birkaç yıl sigara adını telaffuz bile etmedim. Bu beddua meselesi hane içinde epey bir konu edildi, isteğimi yerine getirmeyenlere 'bak beddua ederim' diye tehdit savururdum.

Ben Kara Murat filminden sonra Hale Soygazi’ nin hiç bir filmini kaçırmadım. Sanki o da bana bakıyormuş gibi geliyordu. Göz göze geldiğimizde bakışlarını kaçıran ben oluyordum. O da beni kıskandırırcasına gider Tarık Akan' a âşık olurdu. Neyse ki, Tarık Akan' ı Sürü filmiyle sevdim. Hale Soygazi'nin beni kıskandırdığı gibi, ben de onu kıskandırmaya başlamıştım. Arzu Okay, Zerrin Egeliler, Zerrin Doğan, Dilber Ay' lara bakıyordum. Aydemir Akbaş, Sermet Serdengeçti, Hadi Çaman, Mete İnselel oluyordum kimi zaman. Sonra Yılmaz Güney in filmleri çoğu arkadaşımı olduğu gibi beni de çirkin kral yapmıştı. Taklit ederdik Tarkan’ı. Wang Yu, Bruce Lee girdi daha sonra hayatımıza. Tarihi ve vurdulu kırdılı filmlerde kullanılan kılıç ve zincirlerden yapmıştım ben de kendime. Askeriyenin çöplüğünden topladığımız kumaşlardan dikilmiş beli lastikli şalvarımda saklayarak girerdim filme.

O zamanlar donlarımız da evde dikilirdi, şeker çuvallarından. Artık kimse şeker çuvalından kendisi veya aile fertlerine paçalı don dikmiyor. Lastikli don deyince yengem gelir hep aklıma. Derme çatma iki odalı bir evimiz vardı. Kenar mahallede de olsa şehirdeydik. Köyden şehre gelen tanıdıklar, akrabalar hep bizde kalırdı. O zaman biz çocukların yattığı oda da ki sekimiz, yani tahtalardan yapılmış geniş divanımız misafire verilir, çocuklara yer yatağı serilirdi. İki yatağa dört kardeş yatardık. Güya yatardık, çünkü dört kardeş olarak yatağa girmemiz demek oyun demekti. Büyüklerimizi kızdırıp dayak yemeden yattığımız gün yok gibiydi adeta.

Köyde oturan dayım, yengemi hasta diye doktora getirmiş şehre. Doğal olarak bizde kalıyorlar. Bir kaç gün kalmaları gerekmiş. Ne olduğunu tam olarak bilemediğim, ama kadın hastalığı olduğunu anladığım bir rahatsızlığı varmış yengemin. Bir fitil vermiş doktor. Akşam yemeğinde ben de bunu duydum. Nasıl merak sardı anlatamam. Yemekten sonra hemen misafirlerin kalacağı odadaki yer yatağına baktım, hazırlanmış. Hemen uyuma numarasıyla girdim yatağa. Uzunca bir süre bekledim. Derken yengem dayımla birlikte ellerinde ilaç torbasıyla odaya girdi. Yengem ayakta entarisini çıkardı. Şeker çuvalından yapılmış paçalı donuyla dayımın ilaç çıkarmasını bekledi kısa bir süre. Anam bize de dikerdi şeker çuvalından don ve köynek. O bakımdan şeker çuvalından donu yadırgamıyorduk, ama ben yengemin donunu çok yadırgadım ve hiç unutmadım. Erzurum şeker fabrikası çuvalı idi. Çuvalın orta kısmına Erzurum Şekeri, alt kısmına ise Net 50 Kg yazardı. Yengem nasıl denk getirmiş hala hayret ediyorum. Erzurum Şekeri yazısı donun ön kısmına, Net 50 Kg yazısı da arka kısmına denk gelmiş. Okuma yazma bilmeyen yengemin bunu kasıtlı veya muziplik olsun diye yaptığını sanmıyorum. Hala düşünüyorum acaba o yazıları bir desen, bir motif olarak mı algıladı. Tekstil sektörü şeker çuvalını bir nostalji olarak anılarımıza hapsetti.

Filmlerden çıktığımda izlediğim filmin kahramanı ben olurdum. Beli lastikli şalvarımda sakladığım dövüş araçları ile mutlaka birilerine saldırır, canını yakardım, canım yanma pahasına. Sonra sosyal içerikli filmlerde kendimizi bulmaya başladık. Ya esas kıza kavuşarak ya da arzu ettiğimiz düzene eriştiğimizi düşünerek dönerdik gerçek yaşamlarımıza…

Rahim TAŞ

Rahim TAŞ
Kayıt Tarihi : 12.3.2006 00:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Hülya Arısan
    Hülya Arısan

    Şiirleriniz gibi nesir yazılarınızda çok güzel.....kelimeleriniz ve anlatımınız doğal ve içten.....anı okumanın farklı bir yanı da vardır.....o anlatımın içinde ya kendinizi bulursunuz yada hayallere dalıp o anları yaşarsınız....

    Bizlerle paylaştığınız için teşekkürler....

    Saygılar.

    Cevap Yaz
  • Hatice Kuzu
    Hatice Kuzu

    hayatı ve hayatını bu kadar doğal anlatan, bu kadar sürükleyici yazabilen sevgili rahim bey...ne çok şey yaşamışsınız ki yazabiliyorsunuz...insan yaşamının dümdüz çizgilerden oluşmaması gerektiğini anlatmaya çalışan lise öğretmenimi şimdi daha iyi anlıyorum...yüreğinize sağlık...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Rahim TAŞ