DENE'MEME
Öğlen oldu, yine çok sıcak
Sana bahsetmiştim hani, yan odada kalan kadınlardan, beşi bir arada diyorum onlara.
Sabaha kadar çekirdek çitleyip, şarkılar söyleyip, çay içiyorlar ve biliyorum ki açlar
yüzlerinde sevdasız kalmış bir ışığın izleri var.
Sabah çaldım kapılarını
-Pardon, sağlıkçısınız sanırım? G eçen gün istemden konuşmalarınıza kulak
misafiri oldum. Sizden bir ricam var?
- Tabiki, nedir dedi pembe elbiseli olan
- Yaralarla ilgili bir yazı hazırlıyorum sizden yardım isteyecektim.
Esmer genç olanı, öylede yanmış ki. sanki yirmi dört saat güneş altında uzanmış
bronzlaşmış gibi yüzünü bana dönüp;
- Biz yönetim departmanındayız, tedavi veya müdahale kısmını bilmeyiz dedi.
Yenilmiş kırılmış gibi üzüldüm, oysa çok güzel bir yazı olacaktı.
Yaralarımı tanıyacaktım belki de. Bir gizi aralar gibi sevinecektim, olmadı.
Teşekkür edip ayrılırken, içereide ki yara bolluğunu hissettim. Yara kelimesini
söylediğimde savruldu her biri. Anladım ki çok büyükmüş yaranın elleri.
Özellikle kısa sarı saçlı olanı, dün bana balkonundan bakıp sevecen bir yüzle
- bir kaç mandal alabilirmiyim diyen. Öyle tuhaflaştı ki, anladım tazeydi henüz
yarası, kabuğunu kaldırmıştım sanki. Kaçıp buralarda yaralarını sarmaya çalıştığı
ne kadarda belliydi. Kalabalık içinde insan sanki daha az acırdı.
İşte böyle, her şeyi anlamaya dair çok şey görebiliyorum. Bazen diyorum yalvarmak,
çağır beni, gel al beni demek herkese o kadar zor ki. Neden bilmiyorum.
Sonra canım, o güzel masadan, iki beyaz plastik sandalyemden, o güzel balkondan,
kül tablam ve gece konakladığım ip askılı olan balkondan ayrıldım. Sıcaktı bu öğlen
yine sıcak, hep sıcak. Buna rağmen seviyorum bu odayı, sabah aldığım diş fırçası ve
macununu televizyonun arkasına koydum. Herşey yerli yerinde.
Telefonun kapalıydı, ulaşılamayanlardandın diyordu o metal sesli kadın. O yabancı ses
yerini alan, seni uzaklaştıran. Bu kadar yakın olabilmişken ulaşılamamak iğrenç bir şey
biliyor musun! Daha evvelde yaşamıştım, halen yaşıyorumda, sanırım hiç alışamıyacağım.
Dışarı çıkayım dedim. Kapıyı içeriden kilitledim. Düğmeye basıp sertçe çekince,
güm diye kapanıyor kapı, uyuz oluyorum böyle kapanmasına. Diğer odalardan kızıyorlardır kesin.
Meydana indim şimdi, kahvaltıda çay hem bayatlamış hem de azdı. Meydan kahve'de iki büyük
bardak içtim. Yine o yaşlı amca geldi.
-Bir büyük bardak çay alabilirmiyim dedim
-Alabilirsin dedi
Bu adam uzun cümleler kuramıyor herhalde dedim. Sıcak yer insanları hep böyleler. Cümelleri ve
hareketleri kısa ve yavaş oluyor. En hızlı yaptıkları şey. Hızlı para üstü saymak sanırım.
Duş alsam demiştim çıkmadan evvel, oysa uyanır uyanmaz almıştım. Zaten saçlarım öyle tuhaf
oluyor ki. Burada rüzgar çarpınca anında dağılıyorlar. Anlıyorum ki, denizden gelen rüzgarlar
kısa saç istiyorlar.
Bugün çok rüzgarlı canım. Dün geceden beri öyle sert esiyor ki, uzanarak astığım, asarken düşmekten
korktuğum bu balkon iplerine gıcık oldum. Dün beyaz gömleğim ve havlumu asmıştım. Akşam
döndüğümde yerlerinde yoktular. Sonra aşağı balkona düştüklerini gördüm. Sabah kalkınca
pnsiyon sahibine söyledim, aldı geldi alt kattakilerden. Gömleğimi geldim geleli yıkamadım
koltuk altları sadece ter oldu. Yıkanmaktan bıktım burada inan ki. Günde 5 kere su şampuan havlu
bezdirdi.
Gece kumsala gittim. O renkli büyük mumuda aldım. Bir de büyük kola şişesini maket bıçağı ile
altından ve üstünden kesip mumu rüzgardan korumak için baca yaptım. Arabadan döşeme kilimide aldım.
birini aldım çünkü biliyordum ki sen gelmeyecektin, çok bekledim aslında belki gelirsin diye. Gelmedin.
İki soğuk bira içtim. Üstüne bir küçük su. Ülker takım yıldızı göğün orta yerine yükselince, saat iki
gibiydi herhalde, kalktım ve yürüdüm pansiyona, taşlık pilaj küfürbaz bir kaç sarhoşla kaldı baş başa.
Ve o tek beyaz evin orada iki kadın ve bir erkek oturmuşlardıya, sövüp durdular sürekli. Çiçekli elbiseli
kadın
- Ben onun anasını.keyim diyordu. Bir çocukla bırakıp gitti beni diyordu.
Bir kadından böyle küfürler duyuyordum, hiç hoşlanmıyordum ama ne yapayım. Kadın o kadar rahat ediyordu ki.
geceyi bozan bir onun küfürleri bir de senin gelmeyişin dedim. O kadar saat yanan mum yarıya kadar
küçüldü. Bir kaç gün daha yanar herhalde. Zaten o zaman ben gitmiş olacağım. Ankara'da denizide yok
mumda yakmam zaten. Eğer gece gidersem. Plajda mumu yakıp bırakırım. Hep diyordumya. Mum yansın ki
deniz kızları anlasın, blsunlar yollarını ve kaybolmasınlar. Ben gidince yerime yakarsın bazen. Deniz kızları
için hani, Sahipsiz hissetmesinler kendilerini. Kendinede yakarsın istersen. Artık sende deniz kızısın
hep denizden gelip bana çarpar gidersin. Bir gün belki bilmiyorum bir gün işte. Pek umutta yok içimde
işte o gün, aman neyse.
Gündüzden migros'tan kavun, peynir, turşu rakı almıştım. Biralarda bitince kumsalda. Yarımda kalmışım
gider balkonda demlenirim dedim. Ağır ağır yürüdüm odama doğru. Çok ağırdı içim, her zamankinden ağır
bir şeyler batıyordu içime. Kötüler ve zalimler diyordum. Biraz yakın olunca sahip göründüklerinde, daha
çok seviliyorlardı nedense. Bu teslimiyet bu kölelik çok vahşi geldi bana. Oysa diyordum bir kadın önce
kendi kendine yetmeliydi, sonrada erkeğine.
Tan ağarana kadar içtim, uzun zamandır rakı içmemiştim. Tadı güzeldi meretin. Kavunda güzeldi.
turşuda, denizde, rüzgarda. Her şey güzeldi o küçük beyaz balkonda. Olmayan şeylerde vardı
elbette, gücümün yetmediği şeyler gibi. Ama artık alışıyorum canım, umutsuzluk kaplayınca içini
unutuyor insan her şeyi. Sanki derin dondurucuda düşünceleri.
Görüyorsun senlik bir şeyler anlatmıyorum. Bulunduğu yeri beğenmeyen varoş çiçeği kızlar gibisin.
Ne kadar haylazsın oysa, o kadar haylazlıkla ayaktasın hâla, seni dinleyince yatıklarının farkında
olmayan birini dinliyorum sanki. Çizgilerin ince görünsede bence çok kalın. Acıyorsun doğrudur.
Çocuklar kötü şeyler yapmazlar, iyi yaptıkları şeylerin sonucu kötü olur sadece. Açıklardım bunu
belki bir kitaplık mevzuu. Ne olursa olsun keşiflerini kendin yapacaksın bence.
Rüzgar esiyor sürekli, meydan kahve sessiz, iki çay içtim. Bir kaç yazı okudum ve okuduklarımın çoğunu
bende yazabilirim dedim. Neden bilmem basit geldi incelediklerim. Hele bir yazıda 'su'ya' diyordu ki. Kaç
gündür ben böyle yazıyordum. Haftalık bir dergide görünce acaip şaşırdım. Gül ve su yanyana gelince
iyice apıştım. Demek ki birileri konu bulmakta zorlanıyordu. Profesyonel zehirlenmeyi yasıyorlar.
Ben şu keyfimi değişmem profesyonelliğe dedim.
Kahvenin hasır gölgeliği altında, karşımda deniz, söft öğrenen çocuklar, dergi ve notlar, sigaram ve ne varsa
hepsi yanımda veya karşımdalar. Ne bekliyoruz bilmiyorum. Seni bekliyoruz diyeceğim fakat biliyorum ki
sen gelmeyeceksin. Ölüme biraz küsmüş çiçek gibisin. Bir yağmur yağsa avuçlarına biliyorum ki hemen
dirileceksin.
bu gecede sen,
tanrısal ağızla konuştun
ilk defa
acıdım sana,
tanrı olmak zordur çocuğa
ilk defa,
acıdım sana
etimden parça
verecektim sana,
ilk defa
acıdım sana sonra
öğlen sıcağı bastırdı
ve birazdan
yanık sebze kokularıyla
bir fahişe gibi ölebilirim burada
ağustos sıcak kesiyor rüzgarıyla
ve ben ilk defa
gerçekten acıdım sana
gelirken eğer
gelirsen tabiki
belki de gelirsen
bıçak al yanına
soğut sapını
öyle sapla,
soğuk
acıtmaz yarayı,
ilk defa evet,
kesin ilk defa
acıdım,
tanrıça olmak yakışmıyor sana
ilk defa...
Datça / 23 06 2006
Zafer Zengin EtnikaKayıt Tarihi : 24.8.2006 14:48:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!