Herkes bir şekilde ama dini, ama milli, ama siyasi bir takım anlayışlar çerçevesinde taraftır. Hayatın gerçekleri içinde bu durum çok doğaldır. "Taraf değilim' demek, ben bu dünyada yaşamıyorum," demekle eşdeğer bir durumdur ki böylesi bir söylem gülünç olmaktan da çok abestir.
Her toplum ister istemez değişik sınıf ve katmanlardan oluştuğu için bu gurupların her biri kendi yaşam tarzına paralel bir dünya görüşü, algılaması ve yorumu geliştirir ve buna uygun bir yaşam tarzı oluşturur. Bir toplum içindeki bu çeşitlilik ve farklı yapılanmalar, ister istemez kendilerini ifade eden fikir ve düşünce prensiplerini de kendisiyle birlikte getirir.
Değişik yaşam tarzlarının bir arada bulunması toplumları doğaldır ki bir takım anlaşmazlıklara, sürtüşmelere ve hatta çatışmalara kadar varan sorunlarla karşı karşıya bırakır. Öyle ki bu anlaşmazlıkların çıktığı toplumların bazıları ayrılma, ayrışma noktasına kadar gidebilir. Geçmişte de günümüzde de buna pek çok örnek bulmak mümkündür.
Peki, her anlaşmazlık, ya da çatışma ayrılık mı getirmelidir? Tabi ki hayır, çok kültürlülük ve dünya görüşü yüzünden pek çok ayrılıkların olduğu dünyamızda, bu durumu kendileri için zenginlik olarak gören toplumlar da var ve bir arada pekâlâ yaşayabiliyorlar. Onların ellerinde sihirli değnek mi var? Elbette yok. Ama bir şey var, sihirli değnekten de etkili: Asgari müştereklerde bir olmak.
Bir toplum ne kadar sınıf ve katmandan oluşursa oluşsun bir arada yaşamayı bilmelidir. Bunun için de kendisine bir asgari müşterek bulmak zorundadır. Bu elde edilebilmişse eğer sorunun en önemli kısmı çözülmüş demektir. Günümüz toplumlarının da asgari müştereki (İnsanoğlu şimdilik daha iyisini bulamadığı için) tüm kuralları ve kurumlarıyla eksiksiz olarak Burjuva Demokrasisidir.
Burjuva Demokrasisi denilen yönetim biçimi birey eksenli olarak geliştirilmiş bir yönetim şeklidir. Her ne kadar daha pek çok eksiği varsa da ve bu eksiklerin giderilmesinin şartlarını oluşturmak hiç kolay değilse de bireyin ihtiyaçları, istekleri, çıkarları çevresinde şekillenir, şekillenmelidir.
Burjuva Demokrasilerinde prensip olarak her birey (dolayısıyla mensubu olduğu toplumsal yapılanma) eşit oranda söz söyleme hakkına sahiptir. Her insan, zümre, katman ya da sınıf, kendi meşrebince tavır belirler. Burjuva demokrasilerinde kendilerine yer bulan bu sınıf ya da katmanlardan biri ya da bir kaçı ne kadar güçlü ve imkânları bakımından yetkin olurlarsa olsunlar diğerlerine karşı tecavüzkâr olamazlar.
Demokratik prensipler sınırları içinde örgütlenmiş toplumlarda kendi dışındaki görüş ve fikirlere uzak olmak azınlıkta bile kalıyor olsalar onların susturulmasını gerektirmez. Hiç kimse ve topluluğun böyle bir hakkı olamaz.
Burjuva Demokrasilerinin yaşayabilmesi ve hatta gelişebilmesi için bu anlayış hiç değilse öncelikle bireysel bazda benimsenmelidir. Çünkü çok kültürlülük ve farklı dünya görüşlerinin bir arada yaşayabilmelerinin tek şartı uzlaşmadır. Uzlaşma, önce bireyleri ve giderek mensubu oldukları toplulukları bir arada tutmaya yöneltir, yöneltmelidir ama uzlaşabilmenin yolu öncelikle tahammül göstermekten, demokrasi bilinciyle donanmış olmaktan ve bu anlayışı özümseyip içselleştirmekten geçer. Demokrasiler işte bu tür insanlar vasıtasıyla hayatiyetlerini sürdürebilirler.
Demokrat olmak demek en basit bir ifadeyle ne kadar da katılmıyor olsanız başkalarının da fikirlerini en az sizin kadar hiç bir engellemeye tabi olmadan serbestçe ifade etmesine yardımcı olmak, karşı çıkanların karşısında durmak demektir. Öyle "Ben demokratım," demekle demokrat olunmuyor. Hiç hak etmediğiniz halde bir sürü yanlış anlaşılmaları, ithamları, hakaretleri, aşağılanmaları ve hatta mahkûmiyetleri göze almak gerekir. Bu da her babayiğidin altından kalkabileceği bir iş değildir. Demokrat olmanın pek çok toplumda çoğu zaman bedeli ağır olur insana. Hem de çok ağır...
İşte bu yüzdendir ki ortalarda demokrat demokrat gezinenleri ama demokrasi adına hiç bir şey yapmak niyetinde ve isteğinde olmayanları fazla ciddiye almamak gerekir. Çünkü nasılsa çuval bir gün bir yerden delinir ve içindeki şey (neyse o) bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıverir. Kişileri söylemlerinden çok eylemleriyle değerlendirmek gerekir. Böyle davranmak kişiyi yanılgılardan kurtarır.
"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz," demiş Ziya Paşa. İnsan ya düşündüğü gibi yaşar ya da yaşadığı gibi düşünür. "mış gibi" yapamaz. Ve insan her halde çevresine ama az ama çok kendisinden bir şeyler bırakır ve kendisinden sonra da bırakmış olduğu şeylerle anılır.
Kayıt Tarihi : 1.5.2009 09:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!