Demokrasi bizim gibi ülkelerde, bir sürecin gelişmesi içinde olgunlaşışla bir öznel kemali yet değildir. Bizim gibi aileden inançlarından ve siyasi yönetimlerinden gelen itaati kültür zaten demokrasiyi kullanamazdı. Demokrasiye kavuşmakla insanımız adeta ne yapacağını bilemez oluşla, baş başaydı!
Bu nedenle insanlarımız saltanat ve hilafetle bir iyi uyumlaşmıştı. Kendisini zahmete sokmuyordu, birileri kendisi adına düşünüyor ve kendisi için en iyi olduğunu sandığı kararları alıyorlardı. Bunun murakabesini de Yüce Tanrı’ya havale etmiştiler.
Yöneticilerin değil kendileri için uykularının kaçmaması, eğer; “Fırat’ta kaybolan kuzudan sorumluluk duymazlarsa” öte dünyada hesabını çatır çatır yanmakla verecektiler! Bütün öğreti ve dinamik buydu.
İşte bizim gibi ülkelerde bu kabil anlayışın yerini, demokrasinin siyasete katılma yönünü; yukarıdaki “ulul emre itaat” diye özetleyeceğimiz ilkenin; kişilerini siyasete katılmaktan pasif ize eden anlayışın değişilmesi gerekiyordu. Ulul emir gibi ilkenin kendisi, zaman ve zeminin ortaya koyduğu bir anlayışça düzenlenir olacakla, o günlerin bir ikamesiydi. Şimdi de kendisi zaman ve zeminin bir düzenlet imi olmanın değişilmesine uğrayacaktı.
Değişen saltanat ve hilafetti, değiştirecek olan uygulayım da demokrasiydi. Yani şöyle de özetleye biliriz; bizim gibi ülkelerde, demokrasiyi hilafet ve saltanatın demode olmuş olması ortaya çıkarmıştır.
Değişen saltanat ve hilafetin yerine de bir şeyler koymanız gerekiyordu. Bu bir şeyler saltanat ve hilafetin bıraktığı boşlukları demokrasinin doldurmuş olmasıdır. Saltanat ve hilafeti değiştirmenin ikamesine, demokrasi dolgu malzemesi yapıldı. Bu nedenle de demokrasi kültürü bizim gibi ülkelerde pek cari olup gelişemedi. Siyasetler kendilerini demokrasi yerine koydular.
Kendisini demokrasi yerine koyan siyasetler, daha da fütursuzlaşarak; “Bu ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz dediler! ” Evet demokratik uygulamaların, saltanat ve hilafetçi uygulamaların değişmesiyle bir iliş kinliği varsa da; demokrasi güncel üretim tüketim ilişkilerini hukukileştirecek olan ve güncel otoriter ve kurucu irade olan sürece üretim gücünün de katılmasıydı.
Toplumun özne bilinç etkinliği olan toplumsa gücü ile toplumun bu gücü ortaya koyan ve bu gücü hisseden tekil dağılımları arasındaki bu güç ve gücü hissetme ilişkisinden; çok büyük bir gerilim doğar. Yani toplumun soyut-somut gücü, yöneten siyasi irade gücüdür. Yöneten güçle yönetilen güç arasında iki taraflı bir alan akışı vardır. Bu alan akışı gerilimlerin kaynağıdırlar.
İşte tarih boyunca, özelliklede sınıflı toplumlarla olan üretim ilişkileri bağıntısı; bu gerilimi düzenleme (regüle etme) uğraşı ile geçmiştir. Günümüz toplumlarındaki gerilimin basıncını regüle edici eylemleri yasallıktı olan gayretlerle düzenletilen bir dizi uygulayımlara, demokratik tutumlar (tavırlar) diyoruz.
Yani demokrasi, toplumsal öznenin, bir korunan ilke oluşunu bilişle; toplumsa güçten gelen bu kabil gerilimi, olabildikçe kişiler lehine doğru düzenleyişle götürmektir. Bir güç düzenlime girişmesi olan demokrasi, zaman zemin devinimine bağlı olan anlamayla, gelecekte de değişecek olan bir sürekliliğin bilincidirler. Demokrasinin uygulayım hali ise, demokratik bir tutumdur.
Demokrasi değil, demokratik tutumlar yargılanır. Demokrasinin şekli şemaili belli değildir. Bu yüzden yargılanamaz. Demokrasi (tabu) imleç ve ekseni süreçler boyunca içi aktüel tartışmalarla doldurulur olan değişken bir kapsardır. Demokratik tutumlar; demokrasi içinde mütaala edilir. Bu nedenledir ki demokratik tutumlar, yasalarla şekli şemaili belirtilmiş olan somut uygulamadırlar. Bu yüzdendir ki demokrasi soyut, demokratik tutum ülkelere göre somutlaşırdırlar.
Demokrasi, yetkin olmayan ve süreçle içi dolan olgunlaşmalı bir avatar süreç kalıptır. Bu nedenle güncel demokrasi anlayışıyla ile her şeyi çözemezsiniz. Ve de demokrasi sizin üretim ilişkinizi değil aksine üretim ilişkiniz demokrasinizi belirler. Anlaşılır olsun, politik olmasın diye şöyle bir örnek vereyim. Demokrasi ile sağlığınızı koruyamazsınız.
Ama oluşturulan sağlık projelerini, demokratik bir tutum içerisinde (herkesin mevcut sağlık şartlarını, gerektiğinde sağlık talep edebilirlik hakkını) siyaseten uygulamaya sokabilirsiniz. Yani vatandaşın tümüne şamil, olabildiğince ve ihtiyacı kadar olacakla, eşitlikti aynı bir derecede yararlanma hakkını, temin edebilirsiniz.
Böylece sözleşişle sağlık sorunsalı, talep veren ve talep edenin meşruluğu zeminine çekilmiş olur. Yani siz, hak ve sorumluluğunuzu, talebinize cevap verende bu cevabı lütfen olaraktan, başa kakışla vermiş olmayıp, hizmet edişti olan sorumluluğunu bilirler. Sınırların dışı ve yine sınırların içi vardır ki durumun yasallıkları böylece ortaya konmuş olur.
Ya da oldukça vahşi kapitalist sistemdeki gibi toplumsa güçle ortaya koyduğunuz toplumsal olan bir olanağı, özel kişilere vererek, bir anda özel kişilerin kar olanağına çeviren bir durumu, sadece o alana değin hizmetin karşılığını, ödeyebildiği kadarla sağlaşan siyasetlerin, politikası da bir demokrasidir!
Günümüz üretim ilişkileri içinde, demokrasinin her halükarda bir sınıfsallık özelliği taşıdığı ve bakış yerine göre ifade edilen bir sınıf tutumu olduğu, unutulmasın lütfen. Yani demokrasi son tahlilde bir sınıf egemenliğidir. Bu egemenlik altındaki halka, bak siz de insanca itibar görüyorsunuz, demenin politikçesidir.
Elbette olaylar yaşandıkça; bir sınıfın çıkarı için konmuş olan uygulamalarda(tabi yerine yenileri kondukça sınıf çıkarının devamlılığı şeklen sürecektir) mücadelelerle, bu çelişkiler de (demokratik adımı) sınıfları bir dengeye götürecektir. Olay asıl ikame kastını aşacaktır. Eşyanın tabiatı böyle. Hiç bir şey olduğu yerde kalmıyor. Tabiri caizse şişedeki gibi kalmıyor. Şişedeki cin ortaya çıktığı zaman kimi keyfi, kimi keyfinize rağmen sizi ve ortamı değiştiriyor. Kendilik çözüm de pek bir şey değildir.
Demokrasilerde kararlar millet adına halk adına verilmez. Toplum adına verilir. Demokrasilerde pay alma, üretiminizi; gelir dağılımını bölüşme, millet adına olmaz, topluma katıldığınız oranda toplum adına olur. Çünkü millet, halk; parçalı etnik ve inanç gibi kültür yapılarını dikkate aldığınız öznel soyut ve ayrımcı bir yapılaşma tarzıdır. Bütüncül ve iradeyi tümleyen bir ifade tarzları değildirler.
Halk ve millet, bütüncül bir somut olurluyu temsil etmezler. Aksine farklı farklı sosyal, etnik ve inançtı kültür oluşların, bir arada bulunan yapısını; hoşgörüze ederek, aynı konuda birçok farklı irade beyanlarını ortaya koyarlar. Siz toplumun otoritesi olaraktan ve bu parçalık içinde nasıl ve hangi millet adına, karar alacaksınız? Ya da alacağınız bir vergi kararı halkın sadaka, zekat, kefaret, adak anlayışlarına göre mi olacak? Hangi inancın, hangi milletin bu gibi tutumlarına göre olacaktır? Yani halk ve millet adına bütünleyen bir karar vermeniz sağıtım yapmanız gerçek değil sanaldır.
Ve yine siz hangi milletin aslan payından demle ve halkın hangi unsurlarına göre itibari olacak olanı nasıl bir etnikti ırki oluşuma göre kararlarını alacaksınız? Ki bu çatışma demektir. İnsanlığın toplum öncesi durumlarına doğru çözülmesi demektir.
Yine siz toplumsal bir üretimi; yani toplumun nesnelliğine göre oluşunu ve bireylerin öznel (halktı ve hangi milletten oluş) kimliklerine bakmadan, bireyin topluma katılışları oranında toplum adına dağıtırsınız. Toplum, etnik ve ırkı olan inancı özellikler taşımaz. Ama her toplumun, insan yanının bir etnik kimliği, bir inancı, bir ırk kültürü olacaktır. Bunlar toplumda geçmezler. Bunlar toplumda girişemezler. Bunlar toplum içinde devinemezler.
Bir örnek vereyim. İsanın peygamber olup olmaması, etnik inançların bir konusudur. Kişiler bu anlayış üzerine, bu anlayışın içinde ya da dışında kalışla özel ve öznel tutum ve davranışlarını inşa ederek davranırlar. Böyle olunca paskalyada sizin yumurta yemenizle ne yemeyenler aç kalır. Ne de paskalyada yumurta yememenizle, kimsenin zenginliği artmaz! Ya da yumurtayı inancınızdan ötürü yediniz yemediniz diye kimse ölmez. Bunlar, halktı ve milletti yapının içinde geçerli olan devinme şekilleridirler.
Oysa toplumda bir bilgisayar uzmanı için İsanın peygamber oluşunu bilip bilmemesi uzman kişinin bilgisayar kullanmasını becerir olmasının, bir devinme şartı değildir. Bireyin zihninde böyle bir İsa anlayışı, bulunur da, bulunmazda. Toplum buna nötrdür. Toplum bunu istemez ve toplum içinde bu asla ne demokrasi olacakla ne özgürlük olacakla tasvipte görmez. İşlevsiz, nötrdür bir ide tutumdur.
Yine bir bilgi sayar uzmanı keyfine göre davranmaz. Bilir ki görevini yapmadığı zaman bu bir inanırın paskalya yumurtasını yiyip yememesi gibi etki yapmaz. O gün uçaklar inip kalkamaz, Hava ulaşımı durur. İnancı ne olursa olsun toplumun tümele hitabından ötürü kişi yurttaş olacakla, o günkü seferde böbrek bekleyen, kaza geçirmiş acil durumlu biri, bu ağ bağlantılı aksamadan ötürü ölür.
Görülüyor ki toplumun kararları ve paylaşımı halk ve millet adına olamaz. Toplumundan ötürü yine somut, nesnel üretimse bütünlüğü sağlayan toplumu adına kararları verir. Ve refahını yine toplumu adına dağıtır. Toplumun içinde etnik ırki, inancı özellikler işlev gen olmayacağı için verilecek her bir kararlar ve yapılacak paylaşımlar, bu temel üzere asla olamaz. Olursa insanın öznel kimlik çatışması kaçınılmazdır.
Hak ve görevlerin ve sorumlulukların, yönetilirken denetler (yönetir) olduğunu bilmenin bir mekanizmasıdır, demokrasi. Otoriteye karşı verilen mücadelerden doğmuştur. Bu mücadele verilen otoriteler, üretim ilişkileri içindeki egemen odaklara ve toplumun yöneten gücüne karşı oluşan emek eksenli bir deviniş şeklinin algılanış biçimidir. Yani üretim ve tüketim ilişkilerinin düzenleşilmesinde ve bu düzenleşilmenin, tüzenleşilen bir sosyal, toplumsal, kurumsal yapısından kaynaklanırlar.
Demokrasi, toplumsa bağlamda, söz gelimi etnik, inançtı gibi öznel oluşlara, geriye doğru çözülen bir anlayış ve ilkeler ediniş değildir. Ve yine demokrasi, geleceğe doğru oluşla, yeni koşulların niceleyici olmayışıyla birleşip yapısalcı olmaktan uzak olan serbestleşme de değildirler. Böyle olmamalılar da. Toplum disiplinedir. Daima yeni tutumlara, yeni sentezci üretim ve bölüşümdü düzen ilişkisi içine doğru ve bilişse, buluşsa olan, sosyal ve toplumsa bağ dokularının, daima olasıca ya doğru olmasıdır.
Demokrasi kendi başına olan bir şey değildir. O anki teknolojik yapısalcı üretim ve paylaşıştı olan, yasal uygulamaların, dıştan uygulanır olması içindedir. Çeşitli yeni gelişmeleri, olgucu düzenlenişler kaydıyla, bir beliriş ve belirtiş biçimidirler. Bu uygulamaların, güncel toplumunuz içindeki üretim biçiminizle ve olugunca gelişmiş üst yapı envanterlerinizle, çok sıkı bir ilişkisi vardır.
Yine demokrasi mevcut toplumlarda mülkiyetçi, egemen sınıfla; sırf kafa kol emeği olan sınıfın karşılıklı bir bağıntıyla, zorunlu bir ilişki girişmesidirler. Bu demokraside egemen sınıflar, yatırım gücünü temsil ederler. Yatırım gücü, illa da böyle, egemen sınıf eliyle olmak zorunda değildir. Mülkiyeti olan yatırıcıydı da, yatırımlar Çeşitli şekillerde gerçekleşişlerle oluşurdular. Hatta çeşitli uygulamaların parçalı eşgüdümü ile bir arada olmaları da olasıdır. Örneğin yatırımın toplumsa güç oluşuyla da gerçekleşmesi pek olanaklıdır.
Yatırımcılarla ve sırf emek gücü olanların girişmesiyle olan bu iki girişme bağıntının sonunda, üretimler sağlanır. Üretimler de, zorunlu bir paylaşmayı size öngörürler. Paylaşımın nasıl olacağı da sözleşilen yani üreten ve ürettirenlerin birlikte danışmalarının ortak keseyi demokrasilerin konusudur. Bu ortak müşterekler toplumun otoritesiyle de sözleşilerek yasal düzenleme olaraktan meşrulaşır.Yani bir tek demokrasi yoktur. Size hep, sanki bir çeşit demokrasi varmış gibi sezdirilir.
Demokrasiler, egemen sınıfla; bu sınıf karşıtı olan sırf kafa ve kol emeği olan sınıfların bir hak ve taleplerini içerirse de; egemen sınıf bir maddi oluşunun yanında aşırı çıkarlarını gözeten bir öznel güçtür de. Güç karakteri gereği, eğimi boyunca, sözleşme tanımazla, sadece akar. Emekçi sınıf, bir güçse de; egemen sınıfa göre farklı oluşla, üretim araçları ve üretim araçlarının gücünden yoksundurlar. İki güç uzlaşı koymak zorundalar.
Uzlaşma tek tarafın gücüyle, ya emekçi; ya da yatırımcı emekçi; tarafın baskı gücü ile kuruluyorsa bu uzlaşıya diktatörlük denir. Daha doğrusu bu durumda, tarafın biri, zoraki uzlaştırılmıştır. Eğer karşılıklı dengelerle ne şekil olursa olsun, uzlaşılmışsa bu demokrasidir. Böylesi demokrasi, yolun yürünmesi ile düzenletilir bir diyalektiktir.
Demokrasiler de; bu egemence ve egoistçe olan öznel yatırımcı, mülkiyetçi güçlerin diğer sınıf aleyhine olacak olan akışlarını, kısmen reosta eder (ayarlanabilir direnç) . Demokrasi bir çeşit otorite olan, egemen sınıfın karşıdaki sınıf olan, mülkiyeti olmayan, emekçi sınıfının; direnççi mücadele ilişkisini dile getirir.
Sınıflı toplumlarda egemen sınıfın gücü, toplumun siyasi otoritesinin içine sirayet edebilmektedir. Egemence sınıf, var olan toplumsa otoritenin yasalarını, oldukça mahirane bir şekil içinde yorumlayışlarla devranlarını sürdürebilmektedirler!
Bu nedenle egemen sınıf, seçilmiş siyasetler eliyle; toplumun otoritesi içinde; kendi siyasi öznel kaygı ve düzenlemeleriyle daha bir müdahildirler. Sandık, bu anlamayı ekarte etmeye matufsa da, bunun böyle olacağı çok çok kuşkulu ve hayli manidardır.
Demokrasilerde; sorun sandıkta halledilir diye bir pelesenk vardır. Pratikte bu her zaman doğru değildir. Sandıkta çeşitli siyasi hile ve desiselerle, sürekli şer durumların, seçmence seçilebilme (bindiği dalı kesme bilmezliğinin) olasılığı da, faydalı olanın çıkmasından, çok çok daha fazladır. Eğemen güçler hep siyasetin finansörüdür de.
Bu nedenle toplumun otoritesi, siyasi ve ekonomik güç çevrelerinin etkisiyle; ilzam içinde (cevap veremez duruma getirme, susturma; bağlayıcı bir hak, borç ve sorumluluk altına sokma) olmaktadır.
Yasa öngörüsü içinde, katılımcı olma ilkesi gereği örgütlü toplum kavramı; siyaseten olacaklarla toplumsa otoriteye karşı (uygulayıcılara karşı): örgütlenme özgürlüğünün sözleş ilmesidir. Buradaki özgürlük, toplumun otoritesine karşı; bireylerin ve kişilerin yapabilirliğidirler.
Şu halde demokrasiler her halükarda; o tolumsa sistemin otoritesiyle, ortak söz eşenlerince, girişen bir uygulama biçimleri şekliyle belirirler. Bu belirişlerden biri de, örgütlenme hakkıdır. Anayasal hak ve konumların, toplumlara göre ayrıntıla şan işleyiş biçimi, demokratik yasalardır. Ve her halükarda otoriteye karşı yönetilenlerin talep ve girişmesini ifade eder olacakla, şimdiki halde ve geleceğe dek olacakları mahfuz edinişlerdir. Şu hiç unutulmasın, otorite (yöneten) demokratik olmaz, çeşitli sivil baskı grupları eliyle demokratik kılınırlar.
Burada bir boş söz oyununa daha inmek gerekmektedir. Toplumun ne olduğunu bilmeyen çok geniş yığınlar: ikbalci siyasetlerin toplumsa gücü uygular olma sözleşmesine dayanakla; hükümetlerin yaptıkları hizmet ve yatırımlara değin olan uygulamalarını ve halka sundukları kullanımları; Allah razı olsun diye karşılamaktadırlar!
Bu söz bir insanın; kendisine ve bilgiye ve insanın toplumuna karşı yabancılaşması içinde olmasıyla mümkündür. Yada insanların bilime, bilgiye, kendisine, toplumuna vs.sine yabancı aştırılmasından ötürü olan bir bilmezlik gafletidir.
Sanki o uygulamalar hükümetlerin bir görevi ve hizmet yarışı olacakla ve sorumlulukla öyle olmayacaktı da; bir lütuf ve bir kayra oluşun keyfiliği ile böyle olmuştu! Gibi vehimsel kendi dışında güçlerin sayesinde eğim eşen bir yaptırımmış gibi Allah razı olsundu anlayışları temelde; çarpık, bozuk, şizofrenlik bir algılama ve algılatılma şeklidir.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 13.6.2010 09:36:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Bayram Kaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2010/06/13/demokrasi-1-2.jpg)
TÜM YORUMLAR (1)