Demir Leblebi 8 Şiiri - Vahit Çakar

Demir Leblebi 8

Nedim Usta'nın gürül gürül, bir çağlayan gibi çoşkusu karşısında şaşırmıştım, büyülenmiştim adeta. Bu adam bir taraftan sınıfını savunuyor, bir taraftan da bu sınıf bilincinin ötesinde derin bir hümanizma ile insanı insan yapan erdemleri nasıl da coşku ile ve hatta huşu içinde savunuyordu. Aklıma ilk karşılaşmamızda konu ettiği fuhuş yapan kadının öyküsü geldi. O tanımadığı kadının dramından nasıl kendine pay çıkarıyorsa işte, yine hiç tanımadığı bir insanın da erdeminden kendine pay çıkarıyordu... Bununla övünüyor, kıvanç duyuyordu. Haklı idi şüphesiz. Onun bu hali beni de etkilemişti. Ben de içten içe bir coşku duymaya başlamıştım. Onun düşüncelerine katıldığımı, onu desteklediğimi kanıtlamak için bir şeyler söyleme ihtiyacı duydum:
- 'Biliyorum usta.Daha çok gencim. Fakat yine de ve ne olursa olsun kabuğumdan sıyrılmak istiyorum. Ve günün 24 saatinin her birini sonuna kadar keyifle ve yudum yudum içmek istiyorum. Ve de bu yaşamdan geriye kalıcı bir şeyler bırakmak istiyorum. İşte senin bahsettiğin o kişi gibi belki de yıllar sonra benden de böyle sırf bir insan olarak, gurur duyularak bahsedilmesini istiyorum. Anlıyorsun herhalde beni değil mi? '
Nedim Usta hafif bir tebessümle dinliyordu söylediklerimi. Hiç kuşku yok bu filozof yaradılışlı insan içimde kaynayan volkanı hissetmişti. Anlamıştı. 'Delikanlı' dedi, 'Sen Mevlana'nın dediği hamdım, piştim, yandım üçlemesine gidiyorsun. Şimdi pişme safhasındasın. Bu zor bir safhadır. Bu pişme döneminde, genç arkadaşlar binlerce yılda kurulan dünyadaki düzeni bir gecede değiştirebileceklerini zannederler. Ve sistemi değiştirmeye kalkarlar. Çok çabuk farkına varırlar ki bu mümkün değildir. O zaman da başka arayışlara yönelirler. Ve çoğu kez de asıl amaçlarını unuturlar. İşte aslında bu olgu da bu dünyanın, bu binlerce yıllık düzenin değişmez bir parçasıdır. Ama eğer buna karşı da mücadeleni sürdürebilirsen ne mutlu sana. O istediğin amaca ulaşma azmin, bu güçlükler ve olumsuzluklar karşısında yine de saman alevi gibi sönmezse, o amacını unutmazsan ve en azından ideal olarak içinde yaşatırsan yine de bir şeyler yapmış sayılırsın.
Topal karınca Hacca gitmeye kalkmış. 'Bu bacakla nasıl gidersin, nasıl varırsın? ' demişler. 'Varamasam da yolunda ölürüm ya...' demiş. İşte sen de kuşkusuz dünya kurulduğundan beri topal bacakla yola çıkanlar gibi belki gayene varamayacaksın ama hiç olmazsa var olma arzusu ile dolu yaşayıp bunu unutmazsan, insan olmanın erdemini kişiliğinde yansıtmış olursun. Bu da bir şeydir delikanlı.'
*********************
Bugün ile birlikte tam 12 gün olmuştu. İstanbul'da devamlı yağan kar ve aynı şiddetiyle hükümdarlığını sürdüren kar, kış...
İstanbul'da böyle bir kışın kimine göre 28 kimine göre 40 yıldır görülmediği söyleniyordu.
Kaç yıldır görülmemiş olursa olsun İstanbul'un bu yıl çetin bir kış geçirdiği muhakkaktı. İki gün önce hava sıcaklığı eksi 10 dereceye düştü. Gazete haberlerine göre Çekmece Gölü yıllardan beri ilk defa donuyordu. İşte Nedim Ustaların fabrikasındaki grev bugün bu şartlar altında altıncı gününe girmişti. Onun gibi diğer bir kaç işçi sayesinde sanki görülmeyen bir el ne pahasına olursa olsun fabrikadaki organizasyonu sağlıyordu. Bu sayede en azından şimdilik, işçilerin yılgınlık denen yıkıma uğramaları önlenmişti.
Usta her gece gönüllü grev gözcüsü oluyordu. Gündüzleri de arkadaşları onun uykularının kaçtığını söylüyorlardı. O bir dinamoydu sanki. Bitmek bilmeyen bir enerjiyle koşuşturuyor, diğer fabrikalarla irtibat kuruyor, içinde bulundukları zor durumu başka fabrikalara duyuruyordu. Onun bu iletişimi sayesinde birçok işçi ve işçi temsilcisi fabrikaya doluşmuştu. Çevre fabrikalardan bir çoğunun da bizim durumumuzdan haberi olmuştu.
Ben de o sıra onun teneffüs ettiği havayı koklarken kendimi birden bire grev denilen kavganın ortasında bulmuştum. Grevle benim de ilk kez tanışmamdı bu. Karınca kaderince bir şeyler yapmak istiyordum. Çalıştığım fabrikadaki arkadaşları Nedim Ustaların fabrikaya yardım etmeleri için güçbirliğine çağırıyordum.
Onu o gün bir tümsek üzerine çıkmış arkadaşlarını gayrete getirecek sözler söylerken buldum. Söyledikleri aynen şöyleydi; 'Arkadaşlar! Bugün grevin otuz yedinci günündeyiz. Biliyorum çok zor günler geçiriyoruz. Çoğunuzun 30-40 km. uzaktan gelmek zorunda olduğunu ve birçoğunuzun cebinde dolmuş parası da olmadığını biliyorum. Geçenlerde içimizden bir arkadaşımız -şu an aramızda- gece yarısı yatağından kalkıyor ve lapa lapa kar altında 7 km.lik yolu yürüyerek geliyor. Beş parası yok çünkü... Gözcü çadırına girdiğinde yarı donmuş bir haldeydi. Çadırda ilk sözü şu oldu: Yahu usta, akşam çoluk çocuk aç yattık. Beni de bir türlü uyku tutmadı, kalktım geldim. Ne olacak bu böyle?
Unutmayın bu süre zarfında gözcü çadırınıza birkaç kez saldırılar oldu. Atlattınız. İçinizden çıkmış bile olsa grev kırıcılarını teşhis ve tecrit ettiniz. Gerektiğinde kolunuzu bile kesebileceğinizi gösterdiniz onlara. Grev adındaki bu direniş yüzünden bizler zannetmeyelim ki direncimizin sonuna bir biz geldik. İnanıyorum ki bizler bu geçen otuz yedi değil daha nice otuz yedi günler dayanacağız. Ben asıl işverenin tükendiğini hissediyorum. Çünkü onların tahammül edemedikleri tek şey kaybetmektir. Onlar kesinlikle kazançlarının kesilmesine dayanamazlar. Bizim inançlı sınıfımız neleri, kimleri dize getirmedi ki... Onu da er geç getirecektir, yeter ki bizler çözülmeyelim.
Arkadaşlar, grev, işçinin okuludur derler. Sizler de bu okuldan alnınızın akıyla çıkacaksınız. Üstelik unutmayın. Ekmek kavgası bu verdiğimiz. Yaşam kavgası. Şakası yok bu işin.' Bu son sözü öyle üstüne basa basa söyledi ki işçiler arasında büyük bir dalgalanma, heyecan başgösterdi. Benim de tüylerim diken diken olmuştu. İçim içime sığmaz olmuştum.
İşçilerin o anki hali görülmeye değerdi. Sanki 37 gündür çoluk çocuk aç biilaç duran onlar değildi. Bayram çocukları gibi neşelenmişlerdi adeta. Ustanın konuşmasında atılan ok tam 12'yi bulmuştu. Kitle psikolojisi denen şey de bu olmalıydı. Öyle sanıyorum ki hitap ettiği topluluğa 'Sizleri ölüme götürüyorum, peşimden gelin' deseydi kimse gözünü kırpmayacak, dediğine uyacaktı. Toplum ruhunu kavrama buydu sanırım.
Nedim Usta aşağıya inince yanına gittim.
'Usta, daha söylemek istediğin bir şey var mıydı? '
- 'Var. Grev baskıdan doğar,dövüşle yaşar diye değiştirdiğim bir söz vardı. Unuttum. Onu söyleyemedim.' deyip muzipçe göz kırptı.
Andre Gide'nin 'Sanat baskıdan doğar, dövüşle yaşar' sözünü kendine göre değiştirmişti. Ama dayanamadı, yanyana yürürken 'İşçi grevlerle beslenir ve büyür' diye mırıldandığını duydum.
Usta yakın zamanda olacakları kestirmişti. Kurduğu bağlantılar sonucunda diğer fabrikalardan toz şeker, yağ, sigara, makarna...vs gibi yardımlar gelmeye başlamıştı. Fabrikalar böylesine yardımlaşmayı üstlerine birer borç biliyorlardı. Sanki işçi, zor günlerde birbirinin üzerine kol kanat germeyi kendine vazife addediyordu.

Vahit Çakar
Kayıt Tarihi : 27.1.2007 23:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Vahit Çakar