Yani bu işsizlik denen toplumsal yara ve hatta illetle buluşup haşır neşir olmam pek erken gerçekleşmişti.
Öte yanda bir de büyük büyük konuşan insanlar vardı bu çevrede.Bu konuştukları büyük büyük lafları neye dayanarak söylediklerinin asla farkında olmayan bir sürü insan...
Bunlar hiçbir bedensel eziyet çekmemişlerdi hayatlarında karınlarını doyurabilmek için,çoluk çocuklarının geçimlerini sağlayabilmek için...Şayet biraz eziyet çekmiş olsalardı,örneğin sabahın altı'sında kalkıp yedi'de işbaşı yapmak için buz gibi yollara düşselerdi,bir dakika gecikmeyle kontrol saatini işaretlemeyip ustabaşından fırça yemiş olsalardı,hayatın ne kadar ciddi ve acımasız olduğunun farkına varırlardı.
Ufak bir sac levha 22 kilo geliyordu.Ve ters çevirip dört defa indirip bindiriyordum giyotine.Günde 8 ton mal yaptığım oluyordu tek başıma.Bu kadar da değil...Bir de akşamları,üç kişi birlikte yaptığımız malları yüklüyorduk kamyona.
Akşam yatağa uzandığımda yorgunluktan bütün kemiklerim sızlıyordu.Öylesine yorgunluktu ki bu bazen insana uyku bile uyutmazdı alışılanın,bilinenin tersine...
İşte o büyük lafları edenler acaba ömürlerinde böyle bir bedensel yorgunluğu tatmışlar mıydı hiç? .. bunun ne olduğunu bilmişler miydi acaba?
Hiç zannetmiyorum.Eğer öyle olsaydı asla o büyük büyük konuşmaları yapmazlardı.'
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta