Bir yudum aşkını bana çok gördün
Çöllere atıp da yüz deme bari
Vermek istemedin istemek verdin
Kendini kendinden süz deme bari
Hem her şeyde varsın hem hepsinde yok
Elestte tek oldun dünyada bir çok
Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Devamını Oku
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Çok güzel ama biraz daha uzun olsun selamlar
Allah-c.c- Kendisini Kur'anda nasıl tarif etmişse aynen öyledir. O, ne sapkın tasavvufçuların ne de diğer sapık mezhep ve tarikat gruplarının zannı üzere değildir.
İslam dininin ölçüleri ve tüm detayları da Kur'an-ı Hakim'in muhkem ayetlerinde ve Resulullah-s.a.v-'in sahih hadislerindedir. Bu iki kudsi kaynağın dışında kabule şayan ve ind-i ilahide muteber olan bir görüş, yorum ve tevil yoktur. Var diyenler, bid'at ve hurafe ehli sapıklardır.
Elest bezmi diye bir şey yoktur. Allah, insanları ve cinleri dünyaya getirip, kendilerine akıl verip onları aklen baliğ ve raşid kıldıktan sonra onları sınava tabi tutar ve onlara manen "BUNCA DELİL VE BÜRHANLA İLAN EDİYORUM Kİ, BENDEN BAŞKA İLAHININ VE RABBİNİZ YOKTUR! BEN SİZİN RABBİNİZ DEĞİLSEM KİDİR RABBİNİZ?" mealinde sorularla onları iman edip teslim olmaya çağırmaktadır. Bunun dışında kalan yorumların hepsi de batıldır.
Kim, Allah'ın kitabındaki bunca delil ve izahata rağmen, kitaba ve sahih hadise uymayan fikirler ortaya atıyorsa ki, -bu zat aynen bunu yapmıştır- Bu resmen küfürdür ve dinden çıkmaktır. Yani Serdar bey, şeriatın hakikatini, tarikatın hurafelerine kurban etmiştir vesselam.
Şathiyat çok tehlikeli bir meseledir arkadaşlar nazlanmak Cenabı Hak hazretlerinin huzurunda mümkün mertebe edebe mugayyir olma korkusundan sakınılması gereken bir husustur sahv sekre üstündür serdar abi bunların bildiğinden emin olduğum bir ağabeyimdir erenlerin ve dervişlerin aklının taştığı durumlardaki sözlerine benzemiş ...ekseriyeti hüsnü zan üzere olmak dinin mükellefiyetindendir selamlar herkese
Yüce Rabbimize yakarış makamında yazılmış bir şiir. Çok güzel bir şiir olmuş. Yazarın gönlüne kalemine yüreğine sağlık.
Allah Allah, Allah
Muhtesrmdi
Muhteşem
Tövbeye muhtaçken tövbemin ahı
Sensiz işlemedim hiç bir günahı
Tevbeye muhtaç tevbelerimiz...Atamız Adem zelle işlemeseydi efendimiz dünyaya nasıl gelecekti...Yine de tercihlerimizden sorumluyuz...irademizden sorumluyuz...Sevdim bu şiiri...
'Nice dilberleri peşine takıp,Kimin yolda kimin çölde bırakıp,Hadi gel der gibi uzaktan bakıp,Attığın kazığa naz deme bari'. her kıtası ayrı bir güzel beğenerek okudum şairin gönlüne sağlık
MAVİ YILDIZLI ŞİİRLERİN ŞAİRLERİNE SELAMLAR…
Gerçekten anlam yüklü bir şiir.
Anlaşılmayacak bir tarafı olduğunu da sanmıyorum. Duygularını ve tasavvufi anlayışlarını gayet güzel ve hatta oldukça anlaşılır ifade etmişler.
“İlahî” tarzı ile “şathiye” arasında bir şiir.
Biraz “şathiye” yanı ağır basıyor. Bu açıdan bakıldığında şiir daha anlaşılır hale gelir.
Şiirin kayıt tarihi 31.03.2003. Yani 12 yılı içinde değişikliklere uğraması, yeni düzenlemeler yapılmış olması çok tabiidir.
Şiirin altında “Serdar Tuncer” adı var.
Yani 12 sene önce bizzat kendi tarafından kaydedildiği görülüyor.
Son dize, hatta dörtlük biraz düşündürücü görünüyor. Dediğim gibi “şathiye” türü olarak düşünülürse bu aykırı görünüm ve algı da nispeten kalkar.
Kimsenin şiirine müdahale etme şansımız olamaz.
Ben de Youtube’den kendi sesinden dinledim şiiri.
Linkini de ekliyorum. İsteyen Serdar Tıncer’in kendi sesinden dinleyebilir.
/>
Kendi sesinden okuduğu şiirinde, son dize yorum yazan Vakt-i Kelam’ın dedikleri gibi;
“Düştüğüm ahvâle naz deme bari”
…şeklinde bitiriliyor.
Bunun sebebi de, belirttiğim üzere zaman içinde yapılan düzenlemeden dolayı olmalı. Tabi, şairi kendileri açıklık getirirlerse daha isabetli olur.
Bir yudum aşk…
İnsan aşk susuzluğunu, yanmışlığını gidermek için, aşk membaından bir yudum su içmeyi diller. Gönül ülkesinde aşk pınarı gürül gürül akacak, aşktan kavrulmuş bir yudum içemeyecek.
Mecnun gibi aşkından çöllere düşecek, güneşin sıcağında yanacak; gecenin soğuğunda üşüyecek; çöl fırtınalarında havasız, dermansız kalacak ve asıl yandığından, kavuşmayı dilediğinden derdine derman bulamayacak.
Rabbim vermek istemez. Yani durduk yere vermez. Gönülden istemeyi bilenlere dilediklerini verir.
* (Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki:
“Af isteyen yok mu, affedeyim.
Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim.
Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim.
Ne isteyen varsa istesin, vereyim.”
Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İbni Mace]
-Alıntı-
İnsan kendini yani nefsinin kötü yanını kendinden süzerse, “insan-ı kâmil” olur. Yani Allah’a daha çok yaklaşır. Kötü nefsinden arınmalı. Dünya nimetlerine bağlı kalmamalı. Aşırıya kaçmamalı. Vaktinin çoğunu Allah’a zikrederek geçirmeli. Nefsini terbiye etmeli. İşte o zaman Allah’ın emaneti olan “can” saflığıyla aslına döner.
İşte bunun için kendini süzmeli, arındırmalı…
*
Güya her perdeden öte yerdesin
Ya perde yok ya sen sana perdesin
Tamam sustum sormuyorum nerdesin
Taktığın perdeye göz deme bari
Hiçbir kul Allah’ı göremez. Görmek isteyenlerin de ne durumlara düştüğü malumunuzdur.
Hz. Musa’nın gözleri o muhteşem “Nûr”a bakamamış, anında bayılmıştır.
En'âm suresi; 103. Ayet:
“Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Diyanet Vakfı meali)
Hiçbir göz Allah’ı ihata edemez.
Çünkü O, zaman ve mekândan münezzehtir.
Hz. Peygamberimiz de Miraç’ta Allah’ı görememiştir.
Bize verilen dünyevî gözle bizim Allah’ı görme ihtimalimiz ve şansımız hiç yoktur. Ancak gönül gözüyle görülebilir ki, bu da görmek değil, hissetmek olur.
O zaman Yaratan’la aramızda görmeye mani çok büyük ama görünemeyen bir perde var. Görmeyi düşündüğümüz gözlerimiz bile O gerçeği göremeyeceği için ancak görmeyen perde olur.
İster Rabbimiz kendine perde olsun, ister bizim O’nu görecek gözümüz bize perde olsun, bu gözlerle O’nu asla göremeyiz…
Sonuçta arada aşılması mümkün olmayan bir perde mevcut.
Nerede olduğunu sormaktan vazgeçiyor şair.
Dediğimiz gibi “zaman ve mekândan münezzehtir.”
Ancak verdiği perdeye “göz” demese bari.
Bunun gibi ifadeler “şathiye”nin bariz örneklerindendir.
*
Nice dilberleri peşine takıp
Kimin yolda kimin çölde bırakıp
Hadi gel der gibi uzaktan bakıp
Attığın kazığa naz deme bari
“Yaratan’dan ötürü yaratılmışı sevmek.”
İslam’ın da, Tasavvufun da temel felsefesi bu minval üzeredir.
Son dörtlüğün ilk dizesinde de sıkıntılı bir söyleyiş var. Ancak biraz zorlamayla yol alınabilecek bir söyleyiş.
“Dilberler” ifadesi çok değişik anlamlara gelebilir. Özellikle de mecazî anlamı olumlu olmayan bir söyleyiş biçimi.
Kaldı ki, “Mecnunları” deseydi, durum daha da net anlaşılır, anlam kaymalarına ve zorlamalarına sebebiyet verilmemiş olurdu.
Yahut “dilberleri(n)” bir harf daha eklenmiş olsaydı, buna “Leyla” kastediliyor diyebilirdik.
Allah’ın peşinden gidenler “dilberler” değil, kullarıdır. Kulları da “bütün insanlık âlemi” demektir. Yani kadını, erkeği ayırt etmeksizin…
Allah aşkıyla yola düşenlerin kimi yolda kalmış, kimi çöllerde. Kim deli olmuş, kimi divane…
Kimi mevta olmuş, kimi fani (fenafillah)…
Zaten ölümün iki yolundan biri gerçekleşmeden Allah’a kavuşmak mümkün değildir.
Sevgililer, uzaktan “gel!” derler. Gittikçe yakınlaşmak yerine biraz daha uzaklaşırlar.
Ne kadar çok yaklaştığını zannetsen de, hatta elini atsan tutacağını düşünsen de, her el attığında metrelerce uzakta olduğunu görür, anlar âşığı.
Bu sevgilinin âşığına “naz”ı gibidir.
Tebessümle “Gel gel!” deyip, gamzeleriyle öldürmesine benzer.
İster;
“Attığın kazığa naz deme bari” şeklinde değerlendirilsin ki, işte yine iki tarafı keskin bıçak misali bir ifade.
Şathiyelerde Allah’la senli, benli, samimi bir söyleşi vardır. Bu da o söyleyiş biçimlerinden biri…
İster;
“Düştüğüm ahvâle naz deme bari” sevgili peşinde koşan ve bir türlü kavuşamadığı için perişan olan âşığı, düşürdüğün hale “naz” deme bari.
Haşa Allah’la pazarlık edermişçesine söylenen bir ifade şekli.
Bu da şathiyenin güzel yanı.
İnsan, soracaklarını ve söyleyeceklerini asi olmadan, bütün içtenliğiyle dile getirmiş oluyor.
İmansızlıkla, inançsızlıkla alâkası olmayan bir söyleyiş ve nazım şekli “şathiye” şiirleri.
Zaten şathiye yazacak şairler en azından dervişlerdir, ermişler veya şeyhlerdir.
Başkaları söylerse samimiyetsizlik olarak algılanma ihtimali gerçekten çok çok yüksek olur/du.
Günümüzde artık “şathiye”nin ne olduğunu şiirle uğraşan pek çok kişi bildiğinden “kaba sofuluk” yapacakları kanaatinde değilim.
Güne düşen şiir vesilesiyle bizzat kendi sesinden de şiirini dinleme fırsatı ve imkânı bulduğum, zaman zaman televizyon programlarını seyrettiğim değerli Serdar Tuncer’i gönülden tebrik ve takdir ediyorum.
Nice şiirlere…
Sevgi ve saygıyla…
Altay Tigin
05 Nisan 2015
“Güne Düşen Şiir” Grubu
Bu şiir ile ilgili 27 tane yorum bulunmakta