(omzun yorgun bir dağ yamacı, çekilsem yıkılacaksın
düşlerin sönmüş karanfil, bilincin aşka tutuklu, olmasam çıldıracaksın)
düşer gecenin karmaşasına sağanak duygular
ağlasam, döker yapraklarını görkemli ağaçlar
ölsem, umutlar küser
olağandışı dediğin nedir ki! artık her şey ilenmektir
Kara gözlüm bu ayrılık yetişir,
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.
Ayların sırtında yıllar taşındı,
Devamını Oku
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.
Ayların sırtında yıllar taşındı,
Şiir şairine göre işlenmiş bezenmiş. yazarı ve beğeneni kendisi.Emek dolu güzel cümlecikler var.Zira mezarlık çiçeği gibi topla topla harca.Daha öz yazılabilirdi.Tarz meselesi tabii ! Davul var tokmağı yok bence.Herkes kendi yapıtının celladıdır.Şiirin adı üstünde ' Deli Senfonisi 'Daha doğrusu duygu denizinde pembe telaş var...
14.06.2010 //ankara /*/ nazır çiftçi
Bakalım kendimize gelmiş miyiz...
Paragraf içini en sona kalsın.
Ne demiştik, şâir burada neyi murâd etmiş?
düşer gecenin karmaşasına sağanak duygular
ağlasam, döker yapraklarını görkemli ağaçlar
ölsem, umutlar küser
olağandışı dediğin nedir ki! artık her şey ilenmektir
alı, mavisi dökülmüş sapsarı bir yel
Bu kelimeler akşam ikişer taneydi. Şâir uyarımı dikkate alıp düzeltmiş teşekkür ederim.
Gecenin karmaşasına sağanak duyguları düşürerek işe başlıyoruz. İyi bir giriş. Gecenin karmaşası ilerde bize âyan olacaktır aceleye gerek yok. Ama duygular sağanak gibi yağmaya başladı. Bu duygular hüzün cenahından gelse gerek, bir dolmuşluk var fakat ağlamaya direniyoruz. Ağlarsak kötü ağlayacağız çünkü. Ölmek bile düşünmüyor değiliz ama o kadar da değil artık. Umutları tamamen söndürmek için erken galiba.
Şu kısım da mı parantez içinde olmalı veya paragraf girintisi mi olmalıydı:
Olağandışı dediğin nedir ki! Artık her şey ilenmektir
Alı, mavisi dökülmüş sapsarı bir yel
Çünkü biz bu gelişten sonra bunun ne anlattığını anlayamıyoruz. Anlayamadığımız mısralar değil. Bu halin niye olağandışılık olduğu. Yoksa ''artık her şey ilenmektir'' bize girişin ardından tuhaf gelmezdi zaten. Buradaki olağandışılığı anlayamıyoruz, olağan gibi geliyor. Alı mavisi dökülmüş sapsarı bir yel (sarı genellikle hastalık, kırmızı ve mavi ne? Bende kırmızı yerine göre hiddet, hamaset, şevk ve heyecan, mavi hemen her zaman hürriyettir) Çok da önemli değil, bu esinti bütün diğer duygulardan kurtulup bir lânet rüzgârı halini almış gibi duruyor.
Demek ki şimdiye kadar elimizde olandışı gibi görülmeyen bir olağandışılık ve gemiazıya almış bir lânet okuma hâli var, (henüz bütün bunların niye olduğunu bilmiyoruz) Bildiğimiz sadece gece vakti başını iki elinin arasına alıp aklına gelen her şeye lânet okuyan birinin varlığı...
güneş gibi yalnızım, evren denli yalnızlık
yosunlar bağladığında sessizliğimi
bir yağmursuz bulut muşum
oysa ne kadar da yok muşum
içine kanayan umutmuşum
kendimiz yaptık, kendimiz taptık
yeryüzüne sıvanan balçıktan öte neyiz ki!
Bu sıkıntılı adam yavaş yavaş konuya giriyor galiba. Güneşin yalnızlığına benzettiği yalnızlığının evren kadar büyük olduğunu söylüyor. Sessizliği yosun bağladığında (galiba bu geceden önce) (şimdi sessizlik bozuldu veya bozulacak) içini dökemeyen bir adam veya bildiklerini kimseye öğretmeyen verimsizliğinden dem vuruyor. Böyle olmakla yok olmak kıyaslanıyor gibi. (muşum'lar niye ayrı? anlamadım) İçine kanayan umut olduğu zamanlar... yani o zamanlar sessiz kalmış çünkü bir gün aydınlanmanın geleceğini düşünüyormuş.
Ve booommmmm
kendimiz yaptık, kendimiz taptık
yeryüzüne sıvanan balçıktan öte neyiz ki?
Bütün zoru varlık yokluk muymuş?
Ben neyim, neden varım sorgulaması mı yapıyormuş?
Veya (aynı şeydir) Tanrı nedir, var mıdır derdinde miymiş?
Meraklı hal almaya başladı. Galiba kapı aralanıyor ufaktan. Böyle bir girişle buraya geldiğimize göre adam patlayacak. Fazla yakın durmazsanız iyi edersiniz. Yine de bu iki mısraya sataşmadan geçemem (okuyarak gidiyorum, sonradan bu sözleri yer miyim onu da bilmiyorum) Burada cümle içinde ciddi bir çelişki var. Kendimiz yapıp tapacak kadar eylem güçlü bir şeysek sıvanmış balçıktan öte bir şey olmamakla aşağılanmamız zor. Bir şey olduğumuz kesin. Yani (henüz kanaatimiz kesinlik arzetmese de bu bir varlık yokluk, tanrı sorgulamasıyla kendi kurgusu içinde kendisini kırıyor gibi)
Devam edelim bakalım...
ey insan! ..
sen duygularının ve tutkularının sürüngeni değil misin?
de ki ona...
kafatasında taşıdığın kerhanedir, yüreğinden açılır kapısı
kaç suçsuz can, kaç gelecek gömdün tarihin apışarasına
tarih seni kanıyor ışığın ayın arka yüzünde kaldı, anlasana
kim çizdi beni bu resmin en kuytu köşesine
gözyaşlarım senin olsun, ağlasana
ey insan... duygu ve tutkularının yürüttüğü zavallı yaratık... de ki ona...
Kime? Tanrıya mı? Ne diyeceğinden anlarız belki.
kafatasında taşıdığın kerhanedir, yüreğinden açılır kapısı
kaç suçsuz can, kaç gelecek gömdün tarihin apışarasına
tarih seni kanıyor ışığın ayın arka yüzünde kaldı, anlasana
Tanrıya galiba... Acayip köpürüyor tanrıya ha...
kim çizdi beni bu resmin en kuytu köşesine
gözyaşlarım senin olsun, ağlasana
Kesin. Tanrıya söylüyor. Yalnız delilik ayağına yatıp bir yandan kendini mazur göstermeye çalışsa da şimdilik deriiin bir felsefi sorgulama tam gaz gidiyor. Böyle giderse tanrı dönüp bi tokat falan çakabilir maazallah :)
(Müzik de sustu... bu yaşamın bana son ihanetiydi... içimdeki resmi doludizgin yapan fırça düştü elimden... beynimdeki deli senfonisi kesintiye uğradı)
Parantez içleri içinde bulunduğu ortamla kendi etkileşiminin tasviriymiş. En başa dönüp bir bakalım. Evet, mümkün ve muhtemel. Ama ilk baştaki ikinci tekil şahıs kim? Tanrı değil. Orada kendine söylüyor olabilir mi?
Devam edelim bakalım...
Yoruldum, şimdilik pas.
Sonra bakarız.
Adam bu işin sonunda fıttıracak muhtemelen.
İlginçti sadece
içimin en yangın yerinde çılgın krizantem
sen yoktun, kanlı gözyaşlarımı sensiz dokudum
yeryüzünü sensiz okudum
utkusuzdun, erilimle beslendin
benim açlığımsa düşünümde
seni geçmişten ve gelecekten söküp aldım
üstüme yıkıldı tarihin duvarı
BEN 'SENİ GEÇMİŞTEN VE GELECEKTEN SÖKÜP ALSAM' ?-DEDİM
SÖNDÜRSEM GÜNEŞ YALNIZLIĞIMI
KARANLIKTA KALMAZ MI EVREN?
şiire mahkum yürekler, iç yangını kor, asil yüreklerdir.
senin kadar şiire mahkum olabilseydim... -DEDİN
ŞİİRE MAHKUMLUĞUM SENSİZLİKTENDİR- DEDİM
şiirler yazdım, şiirler yazdın, şiirler yazdık tapınır gibi tanrıya
Sevgiliyi adeta şiirlerde yarattık ve taptık.
kutsal gömlekler giydirdik 'aşk' gibi, bütün sabahlara
Aşkı kutsal bildik. Günahkâr sabahlarda bile avuntumuz bu oldu.
kızıl gülücüklü gül gözlüm: Bayrak da sevgili de olabilir. Belki ikisi birden…
şiirler ki kirvesidir aşkın
beni soğurmanın telaşı mı şiirlerdeki
BENİ soğurmak: Birinci tekili gibi görünse de BENLİKtir. Belki ikisi birden…
Bir başka şiirinde toprağın yağmuru soğurmasından bahseder. Emmek, yok etmek… Benliği yok etme telaşı… Dilerim cümlemiz başarırız!
son tutsaklığındır aşk senin, son kutsallığın
inatçı tanrılara son boyun eğiş: İMAN!.. Olanca görkemiyle!..
İNATÇI TANRILAR: İlahlaştırılan her şey… Ev, araba, sevgili, eş, oğlan, kız; Mal mülk, arzu duyulan, şehvetle istenen her şey… Tümüne son boyun eğişim olsun! Sadece ALLAH’a RAM olacağım, bundan sonra.
duygu denizimde pembe bir telaşsın: İlahi mutluluğa ulaşma telaşı… PEMBE: Mutluluğun rengi…
yağmursuz mor gök gürültüsü: İlahi SEDA…
aşk usumun neresine sığındı?
AŞK, yani MECAZİ AŞK saklanıyor. Siniyor bir yere. İLAHİ AŞK kaplıyor, önce aklı, beyni; sonra gönlü… Tüm benliği daha sonra…
Ne mutlu ona!..
Adnan Acar pek de öyle hafife alınacak bir şair değil, gerçek bir kalem ustası!
Güzel Sanatlar Sinema TV mezunudur. Bunu yanı sıra TRT’de yönetmenlik, Yeşilçam’da, seslendirme teknisyenliği, metin yazarlığı, kameramanlık, yönetmen yardımcılığı, oyunculuk, çizgi film yönetmenliği yapmış oldukça donanımlı birisi. Resme emek vermiş (sergileri var), ayrıca bestelerini zevkle dinlediğim bir müzisyen ve muhalif duruşunu doğru dürüst takınıp bunu bizden esirgemeyen bir yazar…
Dahası bir dergici o. Nilgün Polat ile birlikte çıkardıkları “Şair Çıkmazı” dergisini görenler, bilenler vardır mutlaka. Edebiyat etkinlikleri ve kitaplığı ile tanınan “Şair Çıkmazı Yazınevi”ni de…(Beyoğlu, Mis Sok. No:17- İst.)
Şiirdeki dil yanlışlıkları kesinlikle şiir aktarılırken oluşmuş, çünkü Acar böylesi hatalar yapmaz! Basit bir örnek vereyim:
“sırı dökülmüş aynalardaki son mavi” diyor.
Dil cahili biri olsaydı eğer, “sırı” yerine “sırrı” yazardı. Nitekim dil hâkimiyeti olmayan yazarlar bu iki sözcüğü genellikle birbirine karıştırır; “aynanın sırı” demek isterken “aynanın sırrı (esrarı)” deyiverirler. Oysa doğrusunu yazmış Adnan Acar.
Şiiri ise çok beğendim. Yukarıdaki metne ne Eylül girebilmiş, ne de Haziran ama şiir girmiş! Müzik, resim (genelde görsel sanatlar) ile hemhal olmuş şairin, dizelerinde bu öğeleri yansıttığını görebiliyorum pekâlâ. İmgelerin bir vurgulu saz gibi çınladığını da…
Şiirin uzunluğunu ise başlıktaki “senfoni” tanımlamasına bağlıyorum. Şikâyetçi bir “allegro” ile başlayıp, kurguladığı bölümleri sunmuş ve hüzünlü bir “finale” ile bitirmiş.
Hayatını sanata adamış şiir dostumuzu tebrik ve selamlarımla kutluyorum.
NOT: Şiire fon müziği aranıyorsa eğer, neden Adnan Acar’ın bestelerinden biri düşünülmüyor? Kendi sayfasından ulaşılabilir. (www.adnanacar.net)
sırı dökülmüş aynalardaki son mavi
MAVİ: Üç tarafı denizle çevrili Türkiye ve İlahi âlem olabilir.
içimin en yangın yerinde çılgın krizantem
ÇILGIN KRİZANTEM: Vatan aşkı veya İMAN…
sen yoktun, kanlı gözyaşlarımı sensiz dokudum
yeryüzünü sensiz okudum
utkusuzdun, erilimle beslendin
benim açlığımsa düşünümde
seni geçmişten ve gelecekten söküp aldım
üstüme yıkıldı tarihin duvarı
Burada hem sevgiliye, hem Vatana sesleniş var. Yok olma raddesindeki bir ülkenin tekrar kazanılışıyla sevgiliye, engelleri aşarak kavuşmak. Böyle bir zaferle övünme ve sevinme var.
ellerin artık hırçın keklik sürüsü,
Başka bir şiirinde de sevgilinin elleri için KIRLANGIÇ FIRTINASI der. Dokunuşlar…
külleri ateşe veren: SIMSICAK…
tersine akan nehirler gibisin içimde: İnsan bedeninde kanın deveranı… Vücuda yayılmasını değil de kalbe doluşunu anlatmaya çalışmış, sevgiyi… Kalbin ılımasını…
ilkelini özledim, cennetten kovulmadanki yabanıllığını: Havva’nın masum zamanıyla, sevgilinin tertemiz haline özlem…
boş bardak damlayı tanımaz;
ama dolusu taşıyamaz
Şiir ve kir,
Tıpkı hayat gibi.
Hayatım/ız gibi.
Ermiyor akıl fikir.
Ne çok duyarız bu sesi,
Deli/ler senfonisi...! ...
Harfler,heceler,kelimeler,
Şiirler için de gerek,
Değil mi şiir makinesi...
Şiir suyu...
Mucit deli mucit.
içimdeki kırmızı imgeyi nereye koysam utanır
gözyaşlarım yağmur kokusudur topraklarında
KIRMIZI İMGE: Kırmızı nokta… Nefis… Şehevi arzular… Bunlar sadece ilk düşünülen kadar değildir. Yeme içme, fazla uyuma, her şeyin fazlası da şehvettir.
kararıyor son ışıklar, son bekleyiş, son sesleniş, son tükeniş
bu şiire artık ne eylül girebilir ne haziran
günleri öyle dövdük ki aşk olsun, acımadan
eylül mora döndü haziran ebruli
Ömrümün sonuna yaklaşıyorum. Tükeniyorum. Acımadan tükettik ömrü. Sermayemizi bitirdik. Ayların, farkı, mevsimlerin önemi kalmadı. Hayatın allı yeşilli dönemi, yok artık. Eylül, ölü dudaklarının rengini anımsatıyor. Haziranın mutlu zamanları karmakarışık oldu. Kederle karıştı. Net değil artık. Ebruli…
üşüyen ağaç bedenim, çürüyen tomruk sızısı
dudağında ürkek bir öpücük gibi duran ben’deyim
Bir ağaç gibi üşüyan bedenim çürümekte… Nefsimin dudağında bir öpücük gibi durmaktayım. Nefsim, yani BEN… Nefsimin BENDEsi, KÖLESİYİM.
Bu şiir ile ilgili 63 tane yorum bulunmakta