Çok değil daha birkaç sene evvel, biri bana gençliği açık denizlerdeki tekinsiz hayatın güzelliklerini özleyen ama oraya geri dönmek istemeyeceğini bilen emekli korsanlara benzeteceğimi söyleseydi alaycı bir tebessümle yüzüne bakardım herhalde. Üstelik genç olmanın o delişmen, kıpırtılı ve fazla savruk haline pek bayıldığım da söylenemez. Evet, ben de herkes gibi ucu görünmeyen o karanlık tünelden geçtim ama doğuştan yaşlı olduğum için sınırın öte tarafına yürümekten pek ürkmedim; bilakis o geçiş sürecinde başıma gelecekleri heyecanla bekledim. Bu yazıyı yazmak için masaya oturduğumda gençliğin neye benzediğini hatırlamaya çalıştıkça tökezlediğimi fark ettim. Ama artık kendimle acımasızca dalga geçebiliyorum. “Gençliğin sıkışık, ölçüsüz ruhunu şımarık halimin yanı başına bıraktım”, diyebilme cesaretinin biraz da bu aldırmaz küstahlıkta saklı olduğunu düşünüyorum.
Nerede okudum hatırlamıyorum; yazar ancak yaşamın başında ve sonunda tam manasıyla temiz olabildiğimizi, çok uzun süren ortasında kirlendiğimizi söylüyordu. Sanırım onca ihtiras, şehvet, yalan, sıkıntı içeren oyunların sonunda, bu kavgaların pek de işe yaramadığını anlayan ‘ihtiyarların’ masumiyete dönüşünden bahsediyordu. Doğrusu ben de buna inanıyorum. Kendini ebedileştirebilen bilge bir olgunluğa, her fırsatta gençlerle kavga edenler, küçümseyenler değil ancak onlara hayatı mükemmel yapan çelişkileri, eksiklikleri olduğu gibi tevazula aktarabilenler sahip olabiliyor. Hayatın basit gibi görünen zor bir aritmetiği var. O çakıl taşlı yollardan ayaklarını kanatarak geçmemiş gibi davrananların hoyratlığı, kime neden kızdığını bilmeden çığlık atan gençlerin yetişmesine de katkıda bulunuyor sanki. Sadece iyilik değil ruhu çürüten aptal bencillikler de bulaşıcı.
O kara safra...
Gençlik sıkıntısı, her an iyi bir şeyler olabilecekmiş gibi ümit veren ama çoğunlukla hiçbir şeyin net görünmediği puslu rüyalara benziyor. Melankolik kıpırdanmaları dipten gelen akıntı sesleriyle hisseder o ‘sahipsiz’ ruh. Şafak vakti gök kubbe ham bir incir gibi usulca çatlarken, bu dünyada hiçbir işe yaramamanın, hor görülmenin, geleceğe umutsuzlukla bakmanın kederi çöker cılız göğsüne. Daracık yataklarına uzanıp tavandaki çatlakları sayarken düşsel sevgililer, eksik hikâyeler yaratır o. Mutsuzluk o çatlaklardan yavaş yavaş sızar, birden gelmez. Hüznün, neşenin, tutkunun, sevmenin, nefretin, kıskançlığın, korkunun berrak bir tarifi yoktur o dondurulmuş zaman parçasında. Sadece hayatı koyu bir zihin karmaşmasıyla merak edenlerin ürkekliği hissedilir kıvrımları henüz çok belirginleşmemiş yüzlerde.
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta