Türk Ulusunun bir bireyi olmaktan övünç duyuyorum.Bilincimize düşen o ortaya çıkışla başlayan yolculuk, yüzyıllar içinden geçerek sonsuzlukta yol alıyor.Dileğim o ki,yüzylıllar sonrasındaki kuşaklarımız da benim gibi sevinçler yaşayacaklar ve yaşadıklarını dillendireceklerdir.
Bizim diğer uluslardan ayrık tutan bambaşka özelliklerimiz vardır.Bu özelliklerimizin temelinde ''sahiplenme duygusu'' yatmaktadır.
Tarihte hiçbir ulus kendine ait olan bir şeyi bizim kadar sahiplenme duyarlılığı içinde olamamıştır.işte bundan dolayı köklerimizden kopamıyoruz ve işte bundan dolayı kıskanılıyoruz.
Sahiplendiğimiz değerlerimizden bir de dilimiz Türkçe'dir.
Bu dil,damarında kendi kanımızın dolaştığını kavrayan ve onu yaşatma bilincinde olan ilk atamızdan başlayarak günümüze ulaşmıştır.Bu bir akıştır durdululması dahi düşünülemeyecek olan.Doğal ki her akışta olduğu gibi dilimizin de özünde arınma ve durulma vardır.Bu olacaktır.
Dilimizin kendi kimliğini,özgün yapısını koruyor olması kolay bir olgu değildir.
Çeşitli kültürlerin harmanlandığı,uluslararası iletişimin,sanayileşme uğraşlarının başdöndürdüğü bir ivme kazandığı son iki asrı düşünürsek eğer bunu daha da kolaylıkla algılayabiliriz.
Bir dilin kendi özünü koruyabilmesi,direncine bağlıdır.
Kendisine yabancı olan her ''ses birliğini'' yapısına almamalıdır.
Olayı dilbilim mantığında değerlendirdiğimizde bu sonuca ulaşıyoruz.
Öz Türkçe'ye yönelişten yanayım.Böyle olmakla beraber,kaynağını bize ait bir 'tabana'' yani kök/gövde ikilisine dayandırmayan bütün yapılandırmaları da reddediyorum.Kök konusunda bizi bağlayan temel yapıtlarımız sapasağlam durmaktadır.Bu alanda salt '' Dîvâni Lugâti’t-Türk’ü'' esas almak bile yeterlidir.
Kurtuluş ve kuruluş yıllarının hemen ardından yaşama geçirilmeye başlanan değişim/dönüşüm hareketinde dilimize önceliğin verilmesi rastlantı değildir.Bu konuda Büyük Önder Atatürk 'ün değişik özdeyişlerini ve saygın uğraşlarını burada yinelemeye gerek duymuyorum.
Dil ile düşünebiliyoruz.Düşüncelerimizi en yetkin anlatım aracımız dille kuşaktan kuşağa aktarıyoruz ve bu aktarışla kültürümüzü de canlı tutuyoruz., insandan insana düşünceleri ulaştırma aracı olan olan dil, her türlü kültür yoğunluklarının da temelini oluşturuyor. Ünlü dil bilimcilere göre yalnız kendi dillerinde ilerleme yapabilen uluslar gerçek birer kültürün yaratıcısı olabilmektedirler.. Ayrıca, bir toplumda sosyal yapıyı şekillendiren bütün değerler, dil dağarcığına aktarıldığı için bir ulusun kültürel birikimleri,kazanımları kendi dilinde yaşamaktadır. Bu ortak değerler, bir kuşaktan ötekine ancak dil yolu ile geçirilebildiği için, dil aynı zamanda bir kültür taşıyıcısıdır.
Dilimiz Türkçe anlaşılır olduğu sürece kendi kültürümüz de kimliğini koruyacaktır.Doğu ve Batı kaynaklardan Türkçe'mizin yapısına girerek ''kendimizdenmiş gibi görülen/sanılan'' ve nedeni kavranamayan bir aşağılık güdüsüyle sahiplenilen bütün yabancı sözcüklerin,eklerin,dilimizdeki egemenliğine son verilmelidir.
Bu süreçten geçiyoruz şimdi.
Konu,filoloji'ye doğrudan ilintili olduğu için derinlemesine tartışılması gerekir.Bu kısıtlı koşullarda tartışmak elbette olanaklı değildir.
Sözlerimi Fazıl Hüsnü DAĞLARCA'nın dizeleriyle sonlandırıyorum:
''Unutmuşum ana demesini bile, / öykünmüşüm türküsünü ellerin /
Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni, / Türkçem, benim ses bayrağım.'
03 Ocak 2008
Necdet ArslanKayıt Tarihi : 3.1.2008 12:40:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Hassasiyeti için değerli şairime kalbi teşekkürlerimle saygılar ...........asena
ve Türkçe öğretmeni babası olarak
yazınızı çok çok beğenerek okudum,
sahip çıkılmalı ve sevdirilmeli Türkçemiz.
kutluyorum hocam.
TÜM YORUMLAR (8)