Dedi Kuzgun: Hiçbir Zaman!

A. Ali Ural
39

ŞİİR


60

TAKİPÇİ

Dedi Kuzgun: Hiçbir Zaman!

Gece, iyice koyulaşmayı bekledi şairin kapısını vurmak için. O koyu kara zifti, kararmış bakır bir cezveden göz kapaklarının üstüne ağır ağır boşaltmaya başladığında, şair kitaplarının içinde sırt üstü yüzüyordu. Hayır, kulaç atmıyor, ayaklarını ileri geri oynatmıyordu. Kendini emin sulara bırakmış, unutulmuş eski bilgiler üzerinde düşünüyordu. Bir süre sonra, düşünceleri de gece gibi koyulaşmaya, flu bir rüyanın anaforuna kapılmaya başladı. Tam kapanıyordu gözleri ki, gecenin kapıyı çalma vakti gelmişti küçük bir tıkırtı düştü kulağına. Bir tıkırtı; azarlanmaktan korkan.

Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin

O acaip kitapları, gün geçtikçe unutulan,

Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,

Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;

“Bir ziyaretçidir,” dedim, oda kapısını çalan,

Başka kim gelir bu zaman? (1)

Merak, şairin zihninde çadırlarını kurmaya başladı. “Kim? ” Alfabenin her harfi bir çadırın içinden fısıldadı: “Kim? ”

Ah, hatırlıyorum şimdi, bir aralık gecesiydi,

Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman.

Işısın istedim şafak, çaresini arayarak,

Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenor'dan,

Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenor'dan,

Adı artık anılmayan.

Şömine, acemi bir ressam gibi döşemeye çizdiği resmi sevgiliye benzetmeye çalışıyordu. Boyası kül ve duman olan resim, şairin içini acıtıyor, meleklerin çağırdığı sevgiliyi -adı artık dünyada anılmayan, kimsenin kendisini çağırmadığı sevgiliyi- hatırlıyordu.

İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin

Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;

Yatışsın diye yüreğim, ayağa kalkarak dedim:

“Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapı çalan;

Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan.

Başka kim olur bu zaman? ”

Bilinmeyen, korkutuyordu şairi. Mor perdenin ipeksi hışırtısı, kalbini sarıp sarmalıyor, teskin edeceği yerde kırbaçlıyordu ruhunu. Ve beden kalkıyordu yerinden: Teyakkuz bu!

Kan geldi yüzüme birden, daha fazla çekinmeden,

“Özür diliyorum,” dedim, “kimseniz Bay ya da Bayan;

Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,

Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan.”

Yalnız bu karanlığı gördüm, uzanıp da anlamadan

Kapıyı açtığım zaman.

Ha cesaret yürüyen kanla! “Ne olacaksa olsun! ” der gibi bir tavırla, diklenmeye çalışarak, ama korkak, meçhulden özür diliyordu şair. Eğer özür dilenecekse birinden. Daha iyisi bulunamazdı meçhulden

Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,

Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;

Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,

Fısıltıyla bir kelime, “Lenor” geldi uzaklardan,

Sonra yankılandı fısıltım, geri döndü uzaklardan;

Yalnız bu sözdü duyulan!

“Lenor” gelmeliydi bu ürkek tıkırtının ardından. Lenor, şairin canı ayrılan. Aklından bulutlar gibi süzülen rüyaları şaşkınlığa çevirerek girmeliydi kapıdan.

Şairin dudaklarından çıkan fısıltı yankılandı. Fısıltı ve yankı. Ancak sevgilinin adı yankılanır fısıldandığında. Ve yalnız o ad duyulur vadiler arasında.

Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,

İçimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.

İrkilip dedim: “Muhakkak pancurda bir şey olacak;

Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;

Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;

Başkası değil rüzgardan.”

Şüpheyi bastırmalıydı rüzgar. İtiraf etmeliydi pencereye vurduğunu. Şair, düş örtüsünü sıyırıp atmalıydı hakikatin üstünden. Her şey apaçık yüze vurmalıydı; ümit ve korku...

Çırpınarak girdi birden o eski, kutsal günlerden

Bugüne kalmış bir kuzgun pancuru açtığım zaman

Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle

Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan

Kondu Pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,

Kaldı orda oynamadan.

Kuzgun, gecenin öteki adı. Altmış dokuz yaşında bastonsuz uçabilen ihtiyar kuş(2) altmış altı santim boyundaki büyücü karga. Deniz kıyılarından dağlara, açık alanlardan ormanlara, döne döne yükselen duman. Kaya çıkıntılarında yuva yapan zenci.

Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca

Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;

“Gerçi yolunmuş sorgucun,” dedim, “ama korkmuyorsun

Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından;

Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından? ”

Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman”

Kuzgun, yalnızlığın öteki adı. Sevgilisini yılda bir kez gören aşık. Yaşam boyu yalnız yaşayan evli(3) Ölüm kıyısından gelmiş; nasıl söylesin ismini? !

Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama

Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,

İlgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki

Kapısında böyle bir kuş

kolay kolay görmez insan;

Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;

Adı: “Hiçbir zaman” olan.

Kuzgun, hafızanın öteki adı.(4) Ürküten kuş kelimeleri. Heykelin üstüne tünemiş, özetliyor bildiklerini. “Hiçbir zaman! ”

Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden,

O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.

Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,

Sustu, sonra ben konuştum: “Dostlarım kaçtı yanımdan;

Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan.”

Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman! ”

Kuzgun, dostluğun öteki adı. Uçmamak için kıran kendi öz kanadını. Bahanelere sığınmayan; terketmeyen “hiçbir zaman”

Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte

“Anlaşılıyor ki,” dedim, “bu sözler aklında kalan;

İnsaf bilmez felaketin kovaladığı sahibin

Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan,

Umutlarına yakılmış

bir ağıt gibi durmadan:”

Hiç –ama hiç- hiçbir zaman.

Kuzgun, ağıdın öteki adı. Vefalı taziyeci; siyah elbisesini ömür boyu çıkarmayan. Sanki her yer ölü evi.

Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;

Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,

Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,

Sonra Kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan,

Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.

Çatlak çatlak: “Hiçbir zaman! ”

Kuzgun, boğuk sesin yankısı. Öğreten, dile geleceğini çirkin sesle bile gerçeğin. Yüzyıllardan sızan bu kadim geleneğin temsilcisi olduğundan.

Oturup düşündüm öyle, söylemeden tek söz bile,

Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan

Durup o Kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,

Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,

Elleri Lenor'un artık mor mindere, ışık vuran

Değmeyecek hiçbir zaman!

Kuzgun, imkansızlığın öteki adı. Gözleri imkansızlığın, rengi imkansızlığın! Bir daha asla!

Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla

Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.

“Aptal” dedim, “dön hayata; Tanrın sana acımış da

Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;

İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan.”

Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman! ”

Kuzgun, sevimsiz yüzü gerçeğin. Durup durup söylüyor hayali zehirleyen sözü: Hiçbir zaman!

“Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?

Ey kutsal yaratık,” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!

Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,

Korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan

Acılarımın ilacı oralarda mı, anlatsan...”

Dedi kuzgun: “Hiçbir zaman! ”

Kuzgun, ağzını bıçak açmayan bilge. Ama bıçaklayan her seferinde: “Hiçbir zaman! ”

“Şu yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle;

Ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan!

Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi

Buluşacak o Lenor'la, adı meleklerce konan,

O sevgili, eşsiz kızla adı meleklerce konan? ”

Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman! ”

Kuzgun, müjdelemeyen haberci. Ne olurdu söyleseydi. Ulaşamayacak mı sevgiliye? Yoksa cennette de mi? !

Kalkıp haykırdım: “Getirsin ayrılışı bu sözlerin

Rüzgarlara dön yeniden, Ölüm kıyısına uzan!

Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın

Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni git kapımdan!

Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan! ”

Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman! ”

Kuzgun, kovulmak istenen gerçek. Kalbi didikleyen burgu; kalbi, aklı ve ruhu! Yalnız bile kalamayışın acısı! Ne ki yalnızlığın acısı! Gerçek gider mi hatıra bırakmadan ardında. Unutulur mu bir tüy bile bırakmadığında?

Oda kapının üstünde, Pallas'ın solgun büstünde

Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan

Hayal kuran iblisin gözleriyle derin derin

Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan

O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan

Kalkmayacak hiçbir zaman!

Kuzgun, gerçeğin asla çekilmeyecek gölgesi!

“Hiçbir zaman” sözlüğün en ağır cümlesi! Ümit ışığının silemediği gölge! Kuzgun nereden tünedin ruhumuzun üstüne! Kuzgun git ve bir daha dönme!

Dipnotlar

1- Kuzgun, Edgar Allan Poe. Şiirin Türkçesi: Ülkü Tamer, Türk Dili, Şubat 1961, sayı: 113

2- Bir kuzgunun altmış dokuz yaşına kadar yaşadığı bilim adamlarınca tespit edilmiştir.

3- Çiftler arasındaki bağ, yaşam boyu sürmekle birlikte kuzgunlar üreme mevsimi dışında genellikle yalnız yaşarlar.

4- Kuzgun, eğitildiği takdirde bazı cümleleri söyleyebilen bir kuştur.

A. Ali Ural
Kayıt Tarihi : 26.2.2016 14:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Ali Ural