Vakit epeyce ilerlemişti. Usul usul yaklaşıyordu akşam. Biraz önce yol sapağında otobüsten inmiş, nihayet ayak basabilmişti köyünün tozlu yoluna. Hiç duraksamadan yokuş yukarı biraz yürüdü, manzaralı bir dönemeçte azıcık soluklandı. Tekrar yola koyulmanın vaktiydi. Yerinden doğruldu, dalgın dalgın yürümeye başladı. Sırtında bir çanta, elinde bir bavul ile hava kararmadan köyüne varmak, yıllarca gözünde tüten ailesine sürpriz yapmak istiyordu.
Anayola biraz uzakçaydı köyleri. Yarım saat kadar yürümüş, yolun çoğu kısmını tüketmişti. Az ötede bir çınar ağacı, onun yanı başında da şırıl şırıl akan bir pınar olacaktı. Çocukluğunda çok severdi orayı. Ne hatıralara tanıklık etmişti çınar ağacı ve yanı başındaki pınar.
Çeşme dedesinin yadigârıydı. Sanki ölmeden yetiştirmek istercesine gece dememiş, gündüz dememiş, o sert kayaların arasında yollar aça aça suyu bir boruyla yolun kıyısına kadar indirmiş, sonra bir de kendi elleriyle çift oluklu taştan bir çeşme yapmış, birkaç hafta sonra da vefat etmişti. Şöyle yazdırmıştı dedesi çeşmenin başındaki taşa:
“Çağlasın kıyamete dek şu berrak su
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta