Dayan Şiiri - Habibe Merih Atalay

Habibe Merih Atalay
496

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Dayan

hayatın bir karakter yaratması
bir kişilik -şekillendirmesi- nedir
biliyor musun?

tüm güçlükler seni biçimlendiren
birer yontu aleti gibidirler, dayan!

son şeklini aldığında o güçlüklerle
nasıl başa çıktıysan, direnç gösterip,
ya da teslim olduysan ona göre biçimlenir
belirginleşir ana karakterin. dayan!

az kaldı! bazılarımızın şansı
güçlüklerle karşılaşmaksızın
hazır kişilikler olarak doğmaları
ve evet bir rahatlık bu belki;
bazılarının ise şekillendirilmeden
doğmuş olmak -en güçlü detaylarıyla-
hem de karşı karşıya -yaşayarak-
bire bir -yüz yüze- dirsek dirseğe gelerek
gerçek birer karaktere dönüşmek...
ve bana göre en büyük şans olmasa bile
en ama en keyiflisi -bu- inan ki.

biri hiç çabasız doğuştan gelip
öylesine çekilip giderken hayattan,
diğeri büyük bir mücadelenin sonuçlarından
ama yenerek ama yenilerek biçimlenir,
meyvelenir. dayan!

dayan! olaylar seni bir karakter içre
biçimlendirirken, canın ne denli
yansa da dur; sapasağlam ve
dimdik, yıkılmadan dur!

çünkü gerçekten böyle yaşayabilenler
üzerinedir hayatın karakter yaratışı
ve hayat hazır yapımlardan çok
kendi işlediklerini sever!

dayan!

eğer hayatın kendisi bir karakter olsa,
ona en yakışan unvan elbette ve bilakis
'sanatçı' olur.

işte sen de bu hayatın eserlerinden
yeganesi olmasan bile
bir tanesisin, dayan!

19.01.2017
02.32

Habibe Merih Atalay
Kayıt Tarihi : 12.4.2017 17:07:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


boş boş oturduğum günlerin birinde daha 17.01.2017 15.30 Eskiden... ah, 'eskiden' diye bi başlık atsaydım keşke. Neyse, bi dahakine artık. Mevzu buldum ya sonunda yazmak için, ona seviniyorum, kaçırmayayım bari şimdi şu suyun tadını. Eskiden olsa, o ilk gençlik /orta gençlik\ hani o 'süper' son gençlik -toplamında hepsi ‘gençlik’ tabii sonuç itibariyle- laf uzatmayı sevmesem zaten yazmaya değer konu tek bir cümleden ibaretti- işte o zamanlarda da böyle booş boş, ayylak aylak gezinirdik sokaklarda, bulvarlarda, parklarda, bahçelerde, orda burda; üretimsiz geçiyor yıllarımız, geçip geçip gidiyor yani. Mesela daha biraz önce çok sevdiğim salep içmeyi bitirdiğimde de aynı duygu tomurcuklandı: bütün güzellikler yaşanıp bitiyor yaa, eninde sonunda. Her bitiriş yeni bir başlatış belki bi bakıma ama her başlatılan da işte böyle hep bitiyor. Napçan! Nitçez gari? Başım dönüyor hala. Cumartesiden beri yataklardayım, bugün azıcık gözüm açık, iyi gibiyim ama bu da geçici sanki. Beyin reddediyor düşünmeyi, o denli yorgun ki. Acaip bi karamsarlık içindeyim. O cümleyi bulamıyorum bi türlü, beni karanlıktan çekip çıkaracak o cümleyi. Her şey, tüm düşünceler o denli sahtelikle kaplandı ki sanki, hangisine yanaşsam yanılacağımı yanacağımı baştan biliyor gibiyim. Bu bir kaç satır bile enerjimi soğuruyor; gücümü yeniden toparlayıncaya kadar en azından, uyumam gerek. Uyku tek sığınağım. sanki yerin bin fersah derinliğinden altın madeni çıkartıyorum 16.04 İşe bak! Şu iki satır için bile enerjim yok. Hayır bilsem ki çok çok değerli, şu bir kaç satır için canı dişe takıp var olan son damla kanıma kadar çalışırdım... Bu her şeyin boşunalığı duygusu tüm gayretimi düşürüyor ne yazık ki. Kendim için yaa... Sadece kendim için, -kendin pişir kendin ye hesabı- küçük değerli bir cümle olsun yazamıyorsam, niye uğraş veriyorum? Ayıp ya, HMA, vallahi ayıp! Beynim zonkluyor, yine ateşim fırlayacak, kalbim deli deli çırpınmaya başladı yine. Hastayım işte. Ayak tırnağımdan saç köküme kadar virüsle kaplanmış tüm vücudum; viral enfeksiyon durumları. Halim yok, dermanım yok; neler sayıklayacağım daha kim bilir neler? kim bilir 16.20 Belki de o ‘bir küçük değerli cümle’ bir anda iyileştirebilirdi beni, mucizevi bir doz ilaç gibi dolup da tüm hücrelerime; zıpkın gibi yapardı da şahlandırıp vurdururdu dört nala. Bunu yazınca bir hasretimi hatırlatıyorum yine kendime; o kavuşulamaz olan birine duyduğum bitimsiz hasretimi... Ben bu kalp ağrısıyla çok yaşamam, ölür giderim eninde sonunda. Eninde sonunda herkes ölecek de, -kimin neyden, ne vakit cavlağı çekeceği de bilinmez- ama benimki sanki biraz sonraymışçasına -o denli- yakın görünüyor. Gerçi, hep bu beklentiyle yaşadım ben, -emin de olamıyorum bu yüzden- bugünlere gelişimde hep aynı izlek -belki de kuruntu- eşlik etti. O şimdi de yanı başımda gibi sanki -O diye biri vardıysa eğer-. Bu konuşmalarımın belki de hepsi ona idi ve onunla idi. Bir birimizi oyaladık, eyledik hep. Canımın sıkılmasına engel olamıyor ama işte. Yine de. Eskiden... Bak işte! Ah! İşte yine... 'eskiden'... Başlık olmak için çırpınıyor sanki bu kelime de... Ama yine es geçiyorum onu. Bi kez daha kaçtı tren, diğer sefere artık. Güle güle eskideeen! Ba-bayy! Ya, gerçekten eskiden rahatlatırdı beni böyle düşünmek. İçimi bi huzur kaplardı. Şimdi korkar oldum. Bi anda tık diye gidivermek en güzeliydi, şimdi ise korkuyorum yaa... ya kıvrandırırsa diye. Can çekişmek istemiyorum. Hele böyle hastalıklı, ateşler içinde, kanım beynimde zonklarken, nefesim darala darala -hiç istemiyorum böyle çekip gitmeyi- hiç. Belki de tam her şey güzelken, ‘beklenmedik bi anda – ayrılık gelip çatsa’ hani şarkıdaki gibi; tam tüm hasretlerin bitip kavuşulduğunda, onu hiç düşünmezken alıverecektir canımı, tereyağından kıl çeker gibi... İnsanın en mutlu anında ölüvermesi de ayrı bir mucize olsa gerek. Olmuyor değil, çok duyuyor, okuyor, izliyoruz. Kim bilir kaç davullu/zurnalı, en mesut törenlerde gelmiştir, işini görüp gitmiştir ölüm. Yataklarda beklentideyken gelmemiştir de vaktiyle, ayakta ve maşallah turp gibiyken götürü götürüvermiştir. Olur. Olur. Olmaz değil. Ama buna bu kadar kafa yormak da -sanki değil besbelli- delilik bence. Hayat her iki tarafıyla da yaşanmalı. Ölüm tarafı sonuna kadar açıksa yaşam tarafı da açık olmalı. Neden ben tek bi kapı görüyor, o tek kapının önünde de -adeta nöbet tutuyorum- ki sanki? Ya da şu yaşam kapısı denen kapı neden bana bir türlü görünmüyor billur gibi pembe/beyaz? Yaşam kapısını görsem de ne değişirdi ki, içinden geçemeyecek olduktan sonra. Yaşamaya cesaretim kalmamış benim besbelli. Şimdi fark ediyorum; ölmeye de cesaretim kırılmış. E-söyle bakalım, ne olacak bana böyle? Ne ölmeye ne olmaya cesareti olmayanın hali harap. Gelmiş geçmiş ne kadar miadı dolmuş, cavlağı çekmiş, son kullanma tarihi çoktan sona ermiş erimiş gitmiş ölü cümleler ve sözler varsa etrafımda; çepeçevre kıstırılmışım ölü hücreler tarafından. Hiç biri işe yaramadıkları gibi, kendileriyle birlikte beni de, şimdimi de gömmek istiyorlar. Eskide kalmış düşüncelerle şimdiyi nasıl kurabilirim bu durumda? Gerçekten bir kapı varsa ardına kadar açılmış pembe/beyaz billur gibi, nasıl onu görmeden ve içinden geçmeden yaşayabilir insan? Ha! Her şey, tüm yaşanan anlar bitse bile, yine de o anları yaşamadan nasıl ölebilir? Bilemiyorum. Düşünmem lazım. Bu yazılanlar -kendim ürettiğim halde bile- ne denli güvenilir birer kılavuz-kaynak olabilirler ki benim için? Kendimi kendime ispatlamak mecburiyetindeyim öncelikle. Yok öyle yaz yaz otur bi köşede! Yazdıklarım önce kendime şifa olmalı. Kendimi çekip çıkartmalı bu kör karanlık kuyudan! Tekerlekli sandalyeden, koltuk değneğinden, bastondan daha çok, kendime rahatça çıkabileceğim yürüyen bir merdiven, -bir asansör- hatta ışınlanma aracı olabilmeli bu yazılanlar. Olamıyorlarsa da, yok farz edilmeli, hiç acımadan hem de derhal derdest edip çöpe gönderilmeli. İşe yarıyor mu ne? Dirildik yine sanki biraz. Böyle ayakları yere yumruk gibi vura vura; bi sağ bi sol semsert bir-iki kroşe atar gibi yazmadan etkileyemiyorum kendimi. İlla ki dövüşeceğim yani! İllaki! Kendisiyle kavgalı bir kişiliğim ben. Bu artık iyice belli olmaya başladı. Ama burada her iki tarafta yener ve asla yenilmez. Birinin yenilip diğerinin yenmesi mümkün değildir. Yenilen taraf da yenmemize yarar sonuçta veya hep birlikte galip çıkılır bu kavgadan, ya da hep birlikte -galip-. Yenilmek yok bizim savaşımızda! Bizim kavgamızda yenilmek yok! Ama yorulmak var. Mola vermek var. Süresi belirsiz aralar vermek son derece yararlı ve lüzumlu. Başka türlü nasıl devam edebiliriz ki bu mücadeleye, içimiz kakılmadan?

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Habibe Merih Atalay