DARAĞACINDA BİR BAŞBAKAN: ADNAN MENDERES
Nisan 1960…
Ankara’nın üzerinde karabulutlar. Şehir, kasvetten simsiyah giyinen cenaze yakınları gibi; ilkbahara rağmen uçsuz bucaksız semalarında güneşe dair hiçbir emare yok. Yüzleri üşüten acı bir rüzgâr kin kusuyor ıslak kaldırımlara!
Cuntacıların zafere ulaşmasına 50 günden az bir zaman var. Muhalefetin aşırı tahrikkar tutumu Demokrat Partililerin demokrasiye ket vurabilecek baskıcı icraatlarına sebep doğuruyor. Türkiye’nin en önemli üniversiteleri önlenemez olaylar nedeniyle kapatılmış durumda. İdeolojik parçalanmışlık şirazesinden çıkmış, sokaklarda çatışma seslerinden başka nida yok! Kan kırmızıya kesmiş yalanası temizlikte caddeler!
İsmet Paşa’nın TBMM’de yaptığı muhtıra niteliğindeki meşhur konuşmasına bakmak o günkü havayı soluyabilmek açısından pek değerli: “…Şimdi arkadaşlar; şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Böyle bir ihtilal bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır.” (18 Nisan 1960)
Harp okulu tetikte… Öğrenciler, bürokratlar, akademisyenler tahrik rüzgârlarının ve hükümetin anti demokratik eylemlerinin tesirinde kalarak sokaklara dökülmüş durumda. Her geçen gün ihtilalin şartları daha da olgunlaştırılıyor. Her geçen gün biraz daha yaklaştırıyor Menderes’i o kara güne.
27 Mayıs 1960…
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta