Dar zamanların yetiştirdiği çocuklardık biz…
Beni bana, beni birine gerekli kılan utangaç ve kısır zamanların müzikleri ile büyüyen çocuklardık biz…
Ve ben o çocukların hepsinin yaşadıklarından ne bir fazla, ne de bir eksik yaşadım o zamanları…
Çatlak tahta kapıların deliklerinden odaya sızan, gaz lambalarının aydınlattığı odaların kısır ışıklarında büyüyen çocuklardık biz ve ben o çocuklardan biriydim…
Beş numaralı gazlambasının mecalsiz ışığının altında, kelimelerin kâğıtlardaki oynayışından haz duyan çocuklardan biriydik biz…
Ve ben de o çocukların sevinçlerini, gülüşlerini, acılarını yaşayanlardan biriydim ben de…
Oynaşırdık kâğıttan kayıklarla, naylondan tekerlekli trenlerle ve bezden yapılmış toplarla oynaşırdık biz…
Sevmeyi öğrendik, sevmelerde gülmeleri,
Sevmenin özlemlerini, sevmenin karşısında titremeleri, kaçmaları, kovalamaları, öğrendik…
Sonunda çok sevmeyi, çok sevmenin ölçülü şiirlerini, ozanlardan çıkan dertli cümleleri, Barış Manço’ nun “haydi çocuklar bayram bu gün” demelerine yetişinceye kadar çocuksu sevginin içinde çelik çomak oynar gibi dağılıp toplanmayı öğrenerek geçti dar zamanların çocukluğumuzun büyümesi…
Karanlıkları, aydınlıkları ve doğruda arlı kalmayı, duygusal yaşamayı, dik durmayı, kaynamış süt içmeyi
öğrenerek büyüdü çocukluğumuz…
Sevmeleri, sevilmeleri öğrenme zamanı, ensemizin kalınlaşma zamanına rastlar…
Ve sevgi bir gün şamar gibi vurur yüzümüze… Bakmışsın kızarmış yüzümüz sevginin karşısından ve darzamanlar gittikçe daralmış sevgide yoğruluncaya kadar…
Terk etmeler, terk edilmeler, işlemiştir acı ile içimize…
İlk sevgi, ilk bakışlar utangaç bakışlara dönüşmüştür…
Sevginin gül pembesi rengi yapışmıştır yüzümüze…
Utangaç bakışlar sersemletmiştir bizi ve ben o sersemleyen çocuklardan biriydim…
Bir sır gibi sakladım ömrümce ilk sevdiğim kızın adıyla, son sevdiğim ve ömrümü adadığım kızın adını…
Hep sakladım, hep sakındım o ismi haykırmaya…
Hep içimde kaldılar, hep gizledim en dokunulmaz yerimde, yüreğimde…
Nerede başladı, nerede bitti o ilk sevgi?
Şimdi nerde, yaşıyor mu, mutlu mu, acı yaşadı mı, hayatı nasıl geçiyor benden sonrasında?
Acıların içine benim kadar gömüldü mü, sevinçleri benim kadar kısa oldu mu?
Ya son saklım…
Nerede şimdi, ne yapar, beni hâlâ sever mi, hâlâ ismimi sayıklar mı, ucu sigara yanığı mektuplar yazar mı, mürekkebi gözyaşı ile dağılmış sayfalara beni döker mi, bana özlemlerini sayar mı tek tek?
Uykusuz gecelerde ve yağmurlarda benim için tekrar ıslanır mı, pencere camlarındaki bakışları ile beni kollar mı karanlık kuytularda dolaştığımda… Gözlerim camlarda kaldı deyip dualar eder mi benim için…
Hâlâ benim için ölmek ister mi hâlâ bana seni çok seviyorum diyebilir mi, hâlâ benim için dudakları titreyerek konuşabilir mi ve ben hâlâ onu çok ama pek çok sevebilir miyim?
Biz dar zamanların çocuklarıydık ama mutluyduk…
Elli altı, elli beş model chevrolet marka araçların kapılarına sıkışırdı ellerimizin parmakları…
Çok gürültülü, körüklü otobüslere binerdik, sallanırdık, devrilirdi bedenlerimiz birbirimizin omuzlarına, sırtlarına ama dik kalırdık, severdik sevdiğimizi…
Mutlu çocuklardık biz ve mutluluk şarkıları söylerdik izci yürüyüşlerinde…
Mutlu bakardık gülümserdik bir karşı gülümseme almak için sevdiğimizden…
Bir gün görmesek ağlardık, bir taşın üstünde sevdiğimiz için…
Biz ağlayarak bile mutlu olabilirdik ki bilirdik sonunda gülebileceğimizi… Bizim sevdiğimiz neyler değildi,
kırılgan değildi, yapışkan değildi…
Biz severken bile elmalı şekerleri yalardık…
Sevmekle ölmek arasına köprüler kurar, üstlerinden sallana sallana, güle oynaya yürürdük…
Biz dar zamanlarda yetişmiş çocuklardık…
Yaşamayı öğrendiğimiz gibi, sevmeleri de ölesiye sevmeleri de öğreniştik…
Bizim sevgimiz de naylon değildi ki…
Hayat zorladı bizi…
Hayat sevmelerle zorladı bizi…
Biz vazgeçtik karın doyurmalardan, sevmelerden vazgeçemedik…
Hep içinde kaldık…
Hep merkezinde kaldık, bu dünyanın merkezine boş verip, sevmenin göbeğine yapıştık…
Kaç ölü bahar geçirdik,
Kaç buzkırığı kış atlattık ve vazgeçmedik yaşamın sevme merkezinden…
Sevmelerin ölmelere uzandığını sayıklayıp durduk hep…
Ve kış vurgunu soğuk, donuk gecelerde içimizi sevginin alevi ısıttı…
Ve hayatın sevme zamanlarına attık darlık günlerimizi…
Ben de herkes gibi sevmeyi dikenleriyle öğrenen çocuklardandım…
Sevmenin kutsal çerçevesinde kalan çocuklardan biriydim…
Ve ilk sevgimden, son sevgime kadar korkmadan haykırdım sevgimi…
Ama adını hiç demedim, sevmelerin adını hiç söylemedim…
Yasaklanmış isimlerdi sanki sevmemin sahipleri…
Hep sakladım, hep içime gömdüm o kırılgan isimleri…
O ne haz verici duyguydu, ki hiç haykırmadım, hiç feryat etmedim…
Korkularım karanlıklardı, korkularım karanlıklarda kalan isimlerdi…
Utangaç bakışlarla hep söyledik çok sevdiğimizi, biz sevmenin adını söylerken hep utanan çocuklardık,, o zamanlar korkardık sevgimizi, sevdiğimizi üzmekten, korkutmaktan…
Biz ilk aşk resimlerini kara kalemlerle kağıtlara, tebeşirlerle duvarlara yazan gençlerdik…
El ele dolaşmak yasaklı, göz göze gelmek sakıncalıydı bizim zamanlarımızda…
Biz dar zamanlarda bile gülümserdik, gülümserken söylerdik çok sevdiğimizi, utangaç, sıkılgan ve kırık dökük bakışlarla…
Ama sevmeyi bildik, sevmeyi içimizde tutmayı avuçlarımızda saklamayı öğrenmiştik…
Dar zamanlarda sevgiyi avuçlarımızda tutmak çok zordu, çok zor yaşanırdı ama biz dar zamanlarda bile çok iyi yaşadık sevgide…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 7.1.2011 12:22:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)