Bugün Mizah yazasım yok, ince iğneleyeci nüktelerle insanları kızdırmak gibi niyetim´de yok. Bugün mana yahut madde gibi algılarla konuşasım da yok.
Bugün yorgunluğumdan bahs etmek gibi bir niyetimde yok.
Bugün Insanlıktan, Mizahtan, Fıkradan, ağlamaktan, üzülmekten, davadan, islamdan, cinlerden, büyülerden, medyumculardan, şeyhlerden, şehirlerden, köylerden, şiirlerden de konuşasım yok.
Bugün sadece gökyüzünden düşen damlalar´la, yere düşünce toprak ile birleşen, Gökyüzünden yorgunca yeryüzüne kendini atan damlaların raksını konuşasım var.
Gökyüzünden bin yorgunluklar içinde yeryüzüne düşen damlalar, kim bilir kaç bin metre uzaklıktan kendilerini yere savuruyorlar, kim bilir yardan yareninden nice ayrılıyorlar. Her biri bir can misali, gökyüzünün cömert bulutlarından kendi canlarına kıyarcasına, atlıyorlar yeryüzüne. Her biri, ama her biri bir can misali.
Gökyüzüne bakınca, damlaları seyredince, onların raksına katılıp, kendim´de yeryüzüne atlayasım geliyor. Özgürce, kaç bin metrelik bir yoldan aşağıya doğru atlayıp, turap ile birleşmek için, toza toprağa karışıp, bir olmak için atlamak.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.