(Cemil Meriç hakkında bir şeyler yazmaya yeltenmek bile benim için bir büyük ukalalık, bunu biliyorum ancak, duygularımı söyleyecek kadar cesurum her zaman, tıpkı onun gibi. Bir damla, okyanus hakkında ne anlatabilirse ben de o kadar anlatacağım onu…)
Ben kendimi arıyordum Hint’in göklerinde, sesinde, şiirinde... Kendimi aradığım o yerde “Bir Dünyanın Eşiğinde” buldum onu (o mu beni buldu?) . Gözlerimiz benziyordu, dilimiz de… bir damla, okyanusa ne kadar benzerse...
Meriç’le geç mi karşılaştım? Bence hayır. Her şeyin bir zamanı var. O zaman henüz gelmişti. Daha önce de yaşamın bir köşesinde onu görmüştüm ama görmezlikten geldim… Onu dinleyemezdim. Bir sürü kuru gürültüyle doluydu çevrem. Dinlemiyor ama duyuyor, hissediyordum derinlerden seslenen bu adamı. Derinlerden… okyanusun derininden, göğün ve yerin derininden kopup gelen çığlığı hissediyordum.
Aynı denizin içinde yüzüyorduk sanki. Ben henüz karadan uzaklaşmış, bir türlü geri dönemeyen, akıntıya kapılmış bir potkal gibiydim. O ise, kendini okyanusun ortasında en derine prangalamıştı. Onu duyuyorum... Denizin diliyle konuşmak denebilir buna, tıpkı balinalar gibi titreşimlerle konuşmak.
Bütün sabahları üşüdüğüm
Bütün gördüğüm senli günlerim, onlar da gitsin
İçimde bir şarkı
Gözümde bir ışık kalmıştı herşeye inat
Kapat gözlerimi, sevdiğim anlar da gitsin