Fena zamanlarda bulaştı bu hastalık. Yalnız ve sefil geçen öğrencilik günlerinden kalma belki. O günlerden kalan diğer tüm şeyler gibi -olmadık zamanlarda kapıyı çalıp içeriye giren derin ve garip sohbetlerden sonra yine geldiği gibi giden-.
Velhasıl Hafız, günler en beterinden karalarını bürünüp gelmişse kapına ve senin dünyanı aydınlatabileceğine inandığın ama aslında pek bir b.ka yaramadığını da kimi zaman hissettiğin tek bir çaren varsa denemez miydin?
Deniyorum aralıklarla. Çünkü günler aralıklarla sarpa sarıyor. Dünyaya açılan her günün sabahında ve gecesinde durup dinlediğin seslerin çirkin tınılarını, yaşam dediğinden yükselen çürük kokusuna aldırış etmeden yaşamayı düşünmek zor, biliyorum. Sen de biliyorsun.
Çizgi filmlerde gördüğüm deve kuşu gibi - mümkünse- bir kumsal bulup kafayı gömme arzusu sarıyor beni artık. O zaman da aklıma -muhtemelen çakma olan ama yine de bilim dünyasına saygı gereği izlediğim- rus deney videosu geliyor. Adamlar bilmem kaç metre deldikleri yerden, arzın derinliğine sarkaç niyetine mikrofon indiriyor. Delice, korkutucu sesler duyuluyordu.
Hafız, gördüğün gibi adam akıllı bir kaçış manevrası bile düşündürtmüyor artık zaman. Dört yanın hoşt zulası dört yanın hologramik hayat.
Uzunca zamandır kaybettiğim bir hikayemi arıyorum. Kahraman beyaz bir torosla alınmış kontralar tarafından. Yağmurlu bir gecede getirildiği bir uçurum kıyısında öldürülmeyi beklerken son bir çabayla uçuruma atlıyor. Hikaye o kadarcık. Sonrasını konuşurken dostların yüzündeki “Peki, ne oldu? ” sorusunu görmek zevkliydi. Kurtulup kurtulmadığını bilmiyorum aslında. Üzerinde çok alkollü gecede düşündüm. Bir son uyduramadım.
Bazen kurtuluşu olmadığını düşündüğün bir son karşısında ışıldayan her ne ise ona sarılma içgüdüsü bize Havva’dan mı yadigar, ondan mıdır denize düşenin yılana sarılması?
Hafız, zamanın geri sarılması gibi bazı anlar. Bunu yaşamadan önce bu duygunun güzel olacağını düşünmüşümdür ama öyle değilmiş. Yaşadığın her tersliğin tekrar etmesi büyük şok. O tersliğin önünde sonunda olan her güzel anın da aslında derinden derine, geride kalanın ya da yaşayacağı tersliğin tesirinde olduğunu görüyorsun. İkinci şok etkisi de bu.
Kafam dalgın. Sadece böylesi zamanlarda dalgınlık işe yarar sanırım. Düşüne bile sokulup onu değiştirmeye çalışan herkesin, her şeyin aynı anda saldırıya geçmesine evrimsel bir cevap da olabilir pekala.
Düşünsene Hafız, mağara duvarlarına resim çiziyorsun, tarihi değiştirecek ilk adamsın. Evrim gelmiş sende durmuş. Kıtlık kapıya dayanmış, antiloplar göçe hazırlanıyor. Mevsimler kaşara dönmüş.
Yalan da olsa bir umut bağlasan neolitik köyün tüm kızlarını götüreceksin. Kafan da bi milyon olmuş, girişte yaktığın ateşten yükselen dumandan. Ateşi bulduktan sonra küllerinden onu yeniden doğurmayı düşündüğün an tanıştığın küller eline avucuna bulaşmış, hayvan gibi olmuşsun. Daha bi yırtıcı daha bi seksi. Bi an bunu bilmenin ağırlığıyla sendeleyip mağara duvarına dayanınca o an bıraktın el izinin içinde sana gülümseyen piccassoyu da görüyorsun, sıyrılan kolundan duvara yapışan kan çığlık oluyor.
Söylesene Hafız, ya tam da o evrimsel eşikte karaktersizin biri mağaranın girişinde ateşine işese! İşemiştir de şerefsizin biri. Köyün ergeni, yüzündeki anlamsız gülümsemeye kıl olmuştur belki. Belki de ne bileyim böyle bi terslik.
Belki alışmışsındır bu tersliklere, alışkanlık dalgınlığa dönüşmüştür. O evrimsel eşik de aşılmıştır. İyi gibi duruyor değil mi?
İşte Hafız, belki de doğru diyorlardır. Belki de halen tarih öncesindeyiz, orda yaşıyoruz. Alışkanlıklar arttıysa evrimsel eşikler birikmiştir ardı ardına. Yani ki alışkanlıklar asıl düşman. Değişim, değil mi Lucy’den travmaya sokacak güzellerin yetişmesi?
Sürekli aynı şarkılarda dolandığını, aynı yüzleri anımsadığını ve belki daha kötüsü sokaklarda kaldırım taşlarına bakarak yürüdüğünü artık, hatırla.
Eskiden yeterken bir yıldızı görmek, bir şiir için
Şimdi yetmiyor meteor yağmurları bir kelimeye.
Bilemiyorum, belki de alışkanlığın panzehri güçlü bir hafıza yitimidir. Her an yeni bir düşe koşabilecek engelsiz bir donanım. Dünyanın çaresi nedir diye de düşündüm Hafız. Anlattım ya rus deneyi, sesler falan. Kafayı gömecek yer yok. Düşündüm traşını satim. Bildiğin sağlam kafa yordum. Oraya harcadığım yorgunluklarla ne düşler kurabilirdim. Belki o güçle düşleyeceğim bir düş bile kurtarabilirdi dünyayı. Hani son sahnede silahı katile değil de kahramana sıkma olayı da olabilir. Kim bilebilir ki?
Velhasıl Hafız, dünyayı kurtarabilecek kim varsa ne varsa önce yolunu aradım. Yoluna revan olduklarımdan randevular beklerken diğer yolları da yürüdüm. İnancın ve bilimin – örümcek ağındaki örümcek gibi – kafamın sınırlarını zorlayabildiğim yerlerine kadar ilerledim. Sonrası için ya yeterince çaba harcamıyor ya da bildiğin salaktım belki.
Olmadı. Bir yerde büyük bir kurtarıcıyı beklememiz gerektiğini söyleyen Budist kılıklı papazın oğlu olan imamın arkadaşına günlerce takıldım. Onca ölüm onca haksızlık onca çürümüşlük sürerken bir sivrisinek gibi ona yönelttiğim ısrarlı sorularıma “Sabır” diyerek cevap veriyordu.
Ben Mevlana değilim Hafız. Belki o da zaten öyle düşünmemiştir. Bilemiyoruz tabi.
İşte sonrası ahirzaman.
Küresel ısınmanın fitilini ateşledik. Yeryüzünü aç, hasta, karamsar milyarlarca insanla doldurduk. Hayvanların çoğunun soyunu kuruttuk. Tek biri için bile yargılanmadı kimse. Evrim tarihinde görülmemiş bir katliamın failleri olarak yeni bir eşiğe geçtik.
Artık mağaradaki el izi yetmiyor. Sanat da bir hayvandı belki. Onun soyunu kurutma hastalığına bulaşıyoruz yavaştan.
Düşünsene Hafız, herkesin birbirine benzediği bir dünyada her şey bir kopya olmaz mı? Kopyaların tekliğini şiddetle savunmanın hangi farklılığa yaşam şansı tanıyabileceğini düşünüyoruz acaba?
Geçenlerde sürekli bir dalgınlığım esnasında aile olarak gezen eski arkadaşıma denk gelmiştim. Gecesinde bir ayı ailesi tarafından kovalandığımı görmüştüm rüyada. Ayıları severim. Ama saldırgan bir ayıdan daha tehlikeli bir şey düşünemiyorum, belki bazen dalgınlık, sıradanlık.
Hafız, katlanma bana sen de. Olric olup şizofrene bağlatma beni.
Sadece biraz dalgınım.
Mehmet Işık RonKayıt Tarihi : 15.8.2015 03:38:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmet Işık Ron](https://www.antoloji.com/i/siir/2015/08/15/dalginligin-kisa-tarihi-1.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!