Dağların Yalnız Çiçeği Şiiri - Yasin Ak ...

Yasin Akarsu
4

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Dağların Yalnız Çiçeği

Birinci Bölüm
“Nevruz Çiçeğinin Doğumu”

Soğuk bir kış akşamı doğmuştu Bahar. Ailesinin ilk ve tek çocuğu idi. Zekâsı ile herkesin örnek olduğu, güzel, ahlaklı ve dindar birisi idi. Annesi ev hanımı, babası devlet memuru idi. Babası Hasan Bey adalete çok önem verirdi. Bu yüzden bazen dairede çalıştığı mesai arkadaşları ile sürekli tartışır ve onlara Allah kokusundan ve kul hakkının asla mazereti ve affı olmayacağından bahsederdi. Garibim aldığı üç kuruş maaşı ile zar zor evini geçindirmeye çalışırdı. Ama olsun Hatice Hanım ve kızları Bahar mutluydular. Belki onların kendilerine ait evleri, arabaları yoktu ya da akşam yemeğini hangi lüks lokanta da yiyelim diye telaşa giren zengin aileleri gibi dertleri yoktu ama onların küçük bir gecekonduları ve içinde hiçbir akşam sofralarından eksilmeyen sıcacık tarhana çorbaları vardı. Bu onları fazlasıyla mutlu ediyordu. Asla mutlu olmak için daha fazlasını istememişlerdi. Bahar her akşam hemen okulundan gelir gelmez ödevlerini yapıp, sonra annesine yardım edip, babasının yolunu gözlüyordu. Babası ona akşam yemeklerinden sonra sıcacık hikâyeler anlatıp, neşelendiriyordu. Bahar bazen oluyordu ki, hayal dünyasına dalıp kendisini babasının öykülerinde buluyordu ama Bahar’ın daha çok sevdiği bir şey vardı. Bunu babasına ve annesine söylemeye çekiniyordu. Sanki mahrem olan bir şeymiş gibi zannediyordu. Bahar şiiri ve şairleri çok seviyordu. Bu duygu ona annesinden geçtiğini tahmin ediyordu. Annesi de bazen onun gibi dalardı, babasının yolunu beklerken evde. Bir sefer annesi farkında olmadan sesli bir şekilde bir şiir mırıldandı. Bu aşk şiiri idi. Bahar annesinin ağzından dökülen namelerle mest olmuştu. Bir an o da şiirin ahengine kendini kaptırarak bu ne güzel şiir anne kime ait dedi. Annesi bir an durdu ve düşündü. Sonra anlatmakla anlatmamak arasında kalıp dile getirdi her şeyi. Her şeyden kasıt gençlik yıllarını anlattı kızına. Hasan Efendi’yi nasıl sevdiğini ve evlendikleri ilk zamanlardaki sıkıntıları. Bahar, annesinin anlattıklarını masal gibi dinliyordu ve sonunda şiirin sahibini öğrendi. O annesi idi. Annesi babasını sevdiği ilk yıllarda yazmıştı. Hatice Hanım ile hasan Bey’in aşkları gerçekten büyük bir sevda idi. Kim aşkı anlamak isterse, onların hayatından öğrenecek muhakkak bir şeyleri olurdu. Geçmiş yılları yâd ettikten sonra Hatice Hanım kızına dönüp, ona bir takım öğütlerde bulundu. “Bahar‘ım, Cancağızım, kızım sen artık genç bir kızsın. Güzel ve İslam ahlakı üzerinesin. Biz elimizden geldiğince seni yetiştirmeye çalıştık ve devamda ediyoruz. Bizler bu gün varız yarın yokuz. Kimin ilerde ne olacağı bilinmez. Ben senden annen olarak bir takım isteklerim olacak. Öncelikle asla bu yürüdüğümüz yoldan, ehlisünnet yolundan ayrılma. Ortam kötü, nice insanlar kayıp hayatlarını şeytana satıyor. Bizler belki fakiriz ama gönüllerimiz zengin. Çünkü kalplerimizde Allah aşkı var. Biz babanla birbirimizi Allah aşkı için sevdik ve senide öyle. Sende her zaman Allah aşkı için insanları sev. Onlara doğru yolu göster ve karşılaşacağın sıkıntılara sabret. Çünkü bizler bu dünyaya gülüp eğlenmeye değil sıkıntı çekip rabbimizin rızasını kazanmaya geldik. Rabbimiz bizi imtihan etmek için türlü türlü sıkıntılar verir. Sakın inancından bir şey eksiltme. En kötü anlarında eğer bir gün bizi bile kaybetsen, içinden inna lillahi ve inne ileyhi raciun demeyi bırakma. Rabbim sana o zaman yardım edecektir. Bir gün sende babanla bizim birbirimizi Allah rızası için sevdiğimiz gibi birini seveceksin. Onun sana olan sevgisinden emin ol. Eğer seni nefsi için seviyorsa ondan uzak dur. Sana ancak hüzün ve zulüm verir. Kalbi asla senle iken mutlu olmaz ve zamanla senden soğur. Sen öyle bir yuva kur ki, asrı saadeti evinde yeniden yaşat ve gönlümden geçen odur ki senin öğretmen olmanı çok isterim. Küçücük kalplere İslam’dan, Kur-an’dan, Sünnetten bahset. Hak âşıkları yetiştir. Eğer bu dediklerimi yaparsan ben sonsuz hayatımda mesut ve bahtiyar olacağım.” Der ve Bahar göz yaşlarını tutamaz, ağlar. Anne kız birbirlerine sarılırlar. O gün Bahar annesine söz vermiştir ve annesinin istediği yolda gidecektir.

Gece geç bir vakitti. Uğultu ve sarsıntı ile tüm mahalle uyanmıştı. Deprem olmaktaydı. Ev müthiş bir şekilde sallanmakta ve Bahar çok korkuyordu. Annesine ve babasına seslenmesine rağmen onlar onu duymuyordu. Bir an geçtikten sonra ani bir sesle Bahar bayıldı. Gece tüm mahalle şok içindeydi. Herkes depremin yaralarını sarmaya çalışıyordu. Ama en büyük acı Bahar’ların evinde idi. Komşular durumu gördüğünde dehşete kapılmışlardı. Bahar’ların evi dümdüz olmuştu. İçerden sağ olarak kimsenin çıkması mümkün değildi ama Allahtan ümit kesilmez deyip kurtarma ekipleri gerekli çalışmaları başlatmıştı ve nihayet müjdeli haber gelmişti. Bahar baygın bir şekilde ve sadece birkaç sıyrık ve kırıkla kurtulmuştu ama Bahar’ın annesi ve babası için aynısını söylemek pek mümkün değildi. Çünkü onlar çoktan hakkın rahmetine kavuşmuştu. Hatice Hanım teheccüd namazı için kalkmış ve ilk rekâtını kılarken yakalanmıştı depreme ve Hasan Bey’de banyoda abdest almakta iken kavuşmuştu Rabbine. Komşular onları o vaziyetlerde bulduğunda hüzün ve şaşkınlık içindelerdi. Herkesin içinden Allahın sevgili kullarıymış demek geldi. Çünkü onlar Allah yolunda iken şehit olmuşlardı.

Bahar hastanede gözlerini açtığında olanlardan haberdar değildi. Şaşkınlık içinde birkaç komşusunu ve doktoru karşısında buldu. Doktor durumu ve olanları anlattıktan sonra Bahar hemen annesi ve babasını sordu. Komşular yaşanan hadiseleri ve annesi ile babasının nasıl şehit olduğundan bahsetmişti. Bahar müthiş bir şok içindeydi. Kendinden geçmiş ve ne yapacağını bilmemekteydi. Hâlbuki bir akşam evvel annesi ile tatlı tatlı konuşuyordu. Onların vefat ettiğini kabullenmek istemedi. Sonra annesinin ona söylediği öğütler aklına geldi ve bu dünyanın fani bir âlem olduğunu hatırladı. Bir nebze olsun ferahladı çünkü ailesi artık rabbinin huzurunda idi. Kalplerindeki iman aşkını cennete taşımışlardı hem de birlikte, birbirlerine duydukları aşk ile.

Bahar yaşanan hadiselerden sonra annesinin ona öğüt verdiği yoldan çıkmadan hedefine doğru devam etti ama o artık yalnızdı. Aslında yalnız değildi ama o kendini böyle adlandırmıştı. Kendisine nevruz çiçeği diyordu. Çünkü nevruz çiçeği gibi olmak istiyordu. Yalnız ve sadece kalbinde Allah olmasını istiyordu. İnsanlardan uzak duruyordu. Dışarıdan bakıldığında sevecen candan ama yinede insanlarla arasında görünmez bir duvar vardı.

Bahar üniversiteye başlamış ve başarılı bir şekilde ilkokul öğretmenliğini okuyordu. Okuldan güzel bir derece ile mezun oldu. İlk isteği Anadolu’nun güzel bir beldesinde yeni yeni filizlerin açmasını sağlamaktı ve fazla bir süre beklemeden Karabük’ün güzel bir köyünde derslere başladı.

İkinci Bölüm
“Çoban Yasin”

Çoban Yasin’di onun adı. Dağlarda koyun güderdi. Masumdu ve sevecendi. Bir başına yaşardı. Ailesini daha küçükken köydeki salgın hastalıkta kaybetmişti. Onu küçük yaşlardan beri konu komşu büyütmüştü. Birde çok sevdiği Allah dostu olan bir hocası vardı. Yasin’in biricik Bekir hocasıydı. Bekir hocası ona tüm İslam ilimlerini öğretiyordu yanında dünya ve yaşam hakkında da bilgiler veriyordu. Yasin dışarıdan baktın mı basit bir çobandı ama gönlü bambaşka idi. Türlü türlü yaşamlar taşıyordu içinde. Dağda koyunları güderken hem tefekkür etmeyi hem de yaşamadığı hayatları hayal etmeyi severdi. Bazen kendi kendine de konuştuğu oluyordu. Çok güzel aşk nameleri söylerdi. Köye indiğinde çocuklar etrafına dolaşıp onunla şakalaşır, eğlenirlerdi. Aslında Yasin köyün bir nevi delisi de sayılırdı. Herkes onun akıl hocası Bekir efendiden uzak dururdu. Yasin’i ne hale getirdi ya bizim evlatlarımızda böyle olursa diye. Yasin ne olursa olsun mutluydu.

Gece gök gürlüyordu ve yağmur hiç olmadığı kadar şiddetli yağıyordu. Yasin rüyalar âleminde kendisini bilmediği bir yerde görüyordu. Sanki kendi köyü gibi geliyordu, rüyasında gördüğü yer. Köyün yeşil vadisinin olduğu tarafta bir nur peri gördü ve peri kızı ona baktı. Yasin rüyasında kalbinde derin bir heyecan ve ağrı hissetti. Güzel kız bir süre ona baktıktan sonra yere öylece kapandı. Yasin o an rüyasından uyandı. Ne olduğunu bir türlü anlayamadı. Sabah erkenden o vadiye gitmeliydi. Neydi gördüğü rüyanın sebebi. Çok merak etmişti.

Bahar hanım okulunun ilk günü çocuklarını dışarı yeşilliklere oyun oynamaya çıkartmış ve onlarla öyle sıcak bir ortamda tanışmak istemişti. Gece yağmur yağmasına rağmen çimler çabuk kurumuştu. Bahar hanım çocukları ile kırlarda dolaşırken köyün o güzel yeşil vadisinde dolaşmak istedi ve çocuklarını oraya götürdü. Uzaktan orayı görmüştü ama yeni geldiği için daha gitmek nasip olmamıştı ona.

Yasin uyanır uyanmaz koyunları da topladığı gibi önce birkaç kırı gezip yeşil vadiye gitmek için can atıyordu. Koyunları iyicene kırlarda otlattıktan sonra yeşil vadinin yolunu tuttu koyunları ile birlikte. Yasin’in rüyası mana bulmak üzereydi. Derken bir şey oldu. Onu gördüğünde güneşten daha parlak olduğunu anlamıştı ve ona bakamadı. Heyecandan dili damağı kurumuştu. Yasin Bahar’ı gördüğünde kendine geçmiş bir vaziyette ne yapacağını bilmemekteydi. Uzaktan Bahar’ın yanına gitmek istedi ama olmazdı. Ayıptı, yakışık almazdı. Sonra kendini toparladı ve hemen orayı terk etti. Belki Bahar onu görmüştü, bilmiyordu. Ama Bahar da onu fark etmişti uzaktan zaten. Garip gelmişti ona. Bahar da bu garip görünümlü köy çobanının kim olduğu merak etti.

Köye indiklerinde her ikisi de birbiri hakkında bazı şeyler duymuştu. Bahar Yasin’in köyün deli çobanı olduğu ve Yasin de Bahar’ın kimsesiz bir öğretmen olduğunu. İkisi de birbirlerinin o durumlarına üzülüp dualar etmişlerdi. Allah sabır vermesi için birbirlerine. Yasin o akşam dayanamayıp hemen yola koyuldu uzaktaki dağa gidip orada oturan ve küçük bir evi olan hocası Bekir Bey ile dertleşmek istedi. Bekir Bey’in yanına vardığında hocası onun geleceğini önceden biliyordu ve ona rahatlayacağı türden bir bitki çayı yapmıştı. O gece uzun uzadıya dertleşmişlerdi. Bekir hocası Yasin’e bir takım öğütler verdi. “Ey oğul iyi dinle. Sen bana anlattıklarına bakılırsa bu güzele âşık olmuşsun. Bundan utanma ve çekinme. Bu rabbimizin bizlerin kalbine verdiği en güzel duygudur. Sen onu biliyorum ki yalnızca ve yalnızca Allah rızası için seviyorsun. Bu yolundan ayrılma ve sana verdiğim ilimleri asla terk etme. Bekle ve sabret. Gün geldiğinde Rabbimiz onu sana yazdığında gelir o sana aşkını ilan eder. Sen sevgini hiçbir zaman eksiltme ve rabbine dua etmekten vazgeçme.” Deyip onu evine yolladı. Yasin çok mutluydu ve anlatamadığı bir şekilde adeta uçmaktaydı.

Her gün bilerek Bahar’ı görmek ve onun onu fark etmesi için koyunlarını okulun yanından geçirir olmuştu ve bazen marangozluğa yatkın olmasından dolayı dağda koyun otlatırken yaptığı güzel şeyleri Bahar’ın evinin önüne bırakıyordu. Bahar hediyeleri aldığında ona bunları köylü çocukların hediye ettiğini sanıyordu.

Aylar yıllar geçmekte idi. Yasin’in aşkı içinde her geçen gün büyümekte idi. Bir şeyler yapmak istiyordu. Ne olabilirdi. Sonra derken aklına bir fikir geldi. Bahar’a aşkını ilan edecekti. Ona çok güzel bir mektup yazdı ve gizlice penceresinin yanına saksıların arasına bıraktı. Bahar çiçekleri sularken mektubu gördüğüne çok şaşırmıştı. İçinde ne yazdığını merak edip okumaya başladığında kelimelerin deryasında kendini kaybetmişti. Çok hoş ve kalbini yerinden uçuracak sözlerdi bunlar. Ne yapacağını bilemez vaziyette mektubunu bitirdi ve kalbinden kendisine yine seslendi. “Ey nevruz çiçeği sen yalnızlığın insanısın. Nasıl birisini yanında istersin.” Dedikten sonra kendine geldi ve normal hayatına devam etti. Ama Yasin boş durmuyordu. Ara ara Baharı sıkmadan mektuplar yazıp aynı yere bırakıyordu. Bahar her seferinde bu kişinin kim olduğunu daha fazla merak etmişti. Ve bir gün Bahar mektup koyanın kim olduğunu takip etti. O kişinin köyün delisi çoban Yasin olduğunu gördüğünde çok şaşırmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu ya da ne yapacağını. Sadece artık o mektupları bırakanın Yasin olduğunu biliyordu. Yasin’in ona olan aşkına bir cevap vermeliydi. Baştan düşündü bir deli hem de çoban nasıl böyle güzel şeyler yazardı. Böyle biri deli olamazdı. Ancak olsa olsa çok akıllı olurdu. Yasin’e söyleyeceklerini düşündü ve yarın ilk fırsatta onu görüp söylemesi gerekenleri diyecekti.

Yine Yasin köye koyunları getirirken yoluna çıktı bu sefer Bahar ve ona anlattı tüm yaşadıklarını, kalbini ve yalnızlığa âşık oluşunu. Onun bu yalnızlığı bozmasını istemediği söyledi. Yasin bu sözleri duyduğunda yıkılmıştı adeta. Ne yapacağını bilmemekteydi. Hâlbuki Bahar’ın onun karşısına çıktığında artık onunda ona açılacağını sanıyordu. Bahar “Ben nevruz çiçeğiyim.” Deyip Yasin’in yanından gitti. Yasin gerçekten bu sefer ne yapacağını bilmiyordu ama biraz bekledikten sonra aklına Bekir hocasının ona verdiği öğütler geldi aklına. Bekleyip sabredecekti. Gönlünü sevdiğinden başkasına armağan etmeyecekti.

Bahar o günden sonra her gece yastığa başını koyduğunda yaşadıklarını düşündü ve ağladı hep. Ne duygular içinde olduğunu bir tek kendisi biliyordu. Yasin’in ona olan duyguları karşısında için için kendisini onun aşkına teslim etmek istiyordu ama bir türlü cesaret edemiyordu. Çünkü o Nevruz Çiçeği idi.

Üçüncü Bölüm
“Nevruz Çiçeği’nin Hayat Buluşu”

Bahar köye iyice alışmıştı ve köy yaşantısını seviyordu. Mütevazı bir hayatı ve zeki öğrencileri vardı. Çocuklarına fen ilimleri ile İslami dersler de veriyordu. Köylüler bu şekilde ders işlenmesinden dolayı çok memnundu. Çünkü çocuklar vatanını seven, ailesine karşı terbiyeli ve dindar gençler olmuştu. Günler böyle akıp gitmekte iken Bahar bilinmedik bir hastalığa yakalındı. Ateşler içinde idi. Köylüler ne yapacaklarını şaşırmış bir vaziyette onu hemen ildeki devlet hastanesine götürdüler. Orada da doktorlar birçok müdahale de bulunmasına rağmen Bahar’ın durumu hiç değişmedi. Doktorların yaptığı tek şey Bahar’ın ateşini düşürmek idi. Doktorlar Bahar’ın durumunun kötü olduğuna ve tedavisi olmayan bir hastalığa yakalandığına karar vermişlerdi. Köylülere durumu anlatıp onu evine götürülmesini ve son ayları için bekleyip dua edilmesini istediler doktorlar.

Yasin, Bahar’a olanları duyunca heyecandan deliye dönüp hemen köye indi ve Bahar’a bakmak istedi. Bahar’ın etrafında köylüleri görünce yanına gidemedi maalesef. Durumunu dışarıdan kulak misafiri olarak öğrendi. Öğrendiği şeyler Yasin’i kahretmişti. Çok aciz bir durumda idi. Bekir hocasından öğrendiği şeyler de fayda etmiyordu ona. Tek çaresi olan hocasına gitti ve durumu anlattı. Sevdiği kızın ölmek üzere olduğunu ve ne yapması gerektiğini sordu. Hocası ona daha önce hiç anlatmadığı ve bilmediği bir şeyden bahsetti. Çok tehlikeli olduğu ve ilacın tesir için seven bir kalp lazım idi. Hocası dedi ki; “Bak evladım. Anlatacaklarımı iyi dinle. Şu dünyada bir tek ölüme çare yok. Ama ölüm haricinde tüm hastalıklara bir derman vardır. Sana anlatacağım şey seninde ölümüne sebep olabilir. Yapmak ister misin? ” Yasin “Ben sevdiğimden ayrı bu dünyada neylerim ki, varsın ben ondan önce öleyim öleceksem” der ve hocasının devam etmesini ister. Hocası der ki; “Evladım, şimdi git Köroğlu dağlarına ve orada en tepelerde yalnız başına açan bir çiçek var. Onun adı Nevruz Çiçeği. Git onu getir ama dikkat et. O dağlara çıkan bir daha geri dönmedi. Sonra onla ben bir ilaç yapacağım ve o ilacı Bahara içir. Bahar içtikten sonra iyileşecektir.” Der. Yasin tez yola koyulur. Dağlarda büyüdüğü için yolları ve yaşam tarzını iyi bilir. Ama gittiği yol onun beklediği gibi değildir. Soğuk ve karlıdır dağlar. Onu ölümden beter eder ama Yasin inancını kaybetmeden yoluna devam eder. Sonunda Nevruz çiçeğini bitkin ve halsiz kalmışken bulur ve alır. Biraz kendini toparlar çiçeği bulmanın heyecanı ile. O zaman anlamıştır Nevruz Çiçeği ne demek olduğunu, neden Bahar’ın ona nevruzum ben dediğini.

Yasin köye döndüğünde hemen hocasının yanına gider. Ona ilacı yapmasını der. Hocası ona görevi daha bitmediğini söyler ve göğsünü açmasını ister. Yasin hemen düşünmeden göğsünü açar ve hocası kızgın bir bıçağı tam kalbinin olduğu yere saplar. İyileşmez bir yara açar hocası. Yasin’in acı çok yanar ve ölecek gibi olur. Ama olsun der. Sevdiğim kurtulacaksa benim kalbim ona feda olsun der. Hocası kalbinden birkaç damla kan alır. Meğer bu ilacın sırrı ancak sevenin kalbinden akan aşk ateşinden olan birkaç damla kanla imiş. O ilaçta bir tek sevilene fayda edermiş. Yasin için hocası ilacı hazır eder ve Yasin’in yarasını temizler. Yasin doğruca Bahar’ın evine gider. Bahar masum güzelliği içinde ölüm uykusuna yatmak üzeredir. Bir ara gözlerini açar ve Yasin ona nevruz çiçeği ve kalbinin aşk ateşi ile yanan kanından olan ilacı verir. O anda Yasin de yere yıkılır. Çünkü Köroğlu dağları onu yıpratmış ve aynı zamanda kalbindeki yara onu bitirmiştir. Bahar ilacın etkisi ile hemen düzelir ve kendine gelir. Ona bu fedakârlığı yapan çocuğun yerde kanlar içinde ölmek üzere olduğunu görür. Hemen onun göğsünü açar ve bakar. Kalbi yarılmış ve acılar içinde kıvranmaktadır Yasin.

Yasin güzünü bir ara açtığında kendisini Bahar’ın kollarında ve ölmekte olduğunu hisseder. Son nefesinde Yasin Bahar’ı ne kadar çok sevdiğini, bu sevginin Allah rızası için olduğunu ve artık sevgisini öbür âleme taşıyacağını söyler. Bahar bu durum karşısında artık dayanamaz. O da sevgisini haykırır ve hıçkırıklara boğulur. O anda öyle bir mucize olur ki kimse olanlardan bir şey anlayamaz. Bahar’ın gözyaşları Yasin’in kalbindeki yaraya döküldükçe yara kapanır ve Yasin de iyileşir. Bekir hoca yaptığı ilaç ile ancak sevenleri hayata döndürür derken bunu da kastetmiştir. Ve ikisi de mucizevî bir şekilde iyileşirler.

Bahar ile Yasin gerçek aşkın gizemli macerasında, hak aşığı iki insan olarak birbirlerini Allah rızası için severek bir ömür sürerler ve o köyün mesut, bahtiyar bir çift olurlar. Köylülere, yaşadıkları İslam hayatı ile tekrar asrı saadeti yaşatırlar…

Yaşamak ve yaşatmak temennisi ile…

Yasin Akarsu
Kayıt Tarihi : 30.6.2010 21:15:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Yasin Akarsu