Gökyüzünün karanlığıydı belki yaşamdan kesitler. Gecelerin uzunluğunda ayın parlaklığı bile yetmiyordu karanlığı bölmeye. Ruhu rengini kaybetmişti hayat sadece gri ve siyah olmuştu.
Gün doğumlarında ki beklentilerine artık umut bağlamıyordu. Yaşamış olmak için yaşıyordu sadece.
Tekrardan toparlanır mı dersin bu yürek, bu beden, yangından kalan küllerle.
Bırakmalı mı yangını kendi kendini tüketmesine ya da için için yanmasına. İhanetin suyu ile söndürmeli mi yoksa?
Vicdanınla hesaplaşmaktır yaşadıklarının bileşkesi teğet gibi geçerken senli sevdalar çevremden, ben dairenin merkezinde seni senle yaşarım. Çevren sarılıdır elinin uzandığı yerdedir ama sen tutunamazsın... yada uzaklara dalarak ulaşmak istediklerinin aslında çevrende olduğunu görürsün işte o zaman kahrolursun söyleyemediklerine yaşayamadıklarına..
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
Zordu gidenin ardından bakarken dökülecek gözyaşlarını tutmak.
'tutma gözyaşlarını,onurda ağlar' diyen ahmed arif'i düşürdü aklıma bu dizeler...
Sessizlik, karanlık ve öfke...
Uzaktı uzaklar ve kördü gece, sonsuza omuz atıyordu öfke, karanlıktı yüzüm, karanlıktaydı yüzün...
Yeni yarınlar, unutulmuş dünler olabilir miydi acaba?
Artık başkasının masallarını okumaktansa, kendi masalımızı yazmak istiyordum, artık başkasını dinlemektense kendi şarkımızı söylemek istiyorum...
Sana her bakışımda omuzların biraz daha düşüyor, biraz daha aşağı eğiliyordu başın...
Damıtılmış hayatımızın son kareleriydi belki de ruhlarımızın mutluluk dansları yaptığı, yaşamın tüm kesitlerini toplasan senli beraberliğe dair bir içimlik su kadar bir nefes tutması gibiydi...
Tüm varlığını tek düşünceye salsan, “ben seninle vardım” düşüncesi doğar...
Gitmek kolaydı, oysa gitmenin yanında götürmekti zor olan...
Zor olan dönmekti, zor olan unutmak, unutulmaktı, zor olan gidişten sonraki var oluştu, dağılmış beden ve de dağılmış ruhlarla...
Artık şimdilerde kendi şarkımızı söyleme zamanı...
Ve biz artık özgülüğümüzü yaşamak istiyoruz belki de...
Titreyen ellerimiz, titreyen avuçlarımız savrulan bedenimiz, bir şey gizlenir sanki karartılarla, dağılan düşlerimiz sanki, belki bakışlarımız bulandı o evin, o evimiz dediğimiz evin camlarına yapıştı belki de bakışlarımızın ardında kalan ruhlarımız, ki onlar dağıldılar, ki onlar başı boş kaldılar, ki onlar artık hep karanlık gördüler yazı kışı, günleri, ki onlar hep yalnızlığı yaşadılar, yalnız doğmayıp yalnız kaldılar, kayboldular bu hayatın dar çerçevelerinde, güldüler, sonra sustular, ağlayanları gördüler, ağladılar, sonra sonu gördüler, son adımın arkada bıraktığı izlere baktılar, dağıldılar gittiler özgürlüğe doğru kayboldular...
Onlar sevmeye adanmışlardı, onlar sevilmeye adanmışlardı sonra acıyı yaşadılar, ayrılığın kör bakışında kaldılar, gülmeyi unuttular... Bir köşeye bir bucağa bir köprü altına sindiler, kendilerine karartı dediler, kaybolacak karartılar dediler ama kaybolamadılar, belki de kaybolmak istemediler, hep sevginin kollarına attılar kendilerini, işte orada unuttular bakışmayı...
Gün geldi unutuldular, gün geldi ağlayarak uyandılar bu kayıplık aleminden, gün geldi unuttukları gülmeleri yakaladılar, baş eğdiler bir avuç toprağa gömülmeye...
Mustafa Yılmaz
Ant+10
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta