Çürüyen Yosunlarda Saçlarını Görür Gibiyim…

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Çürüyen Yosunlarda Saçlarını Görür Gibiyim…

Seninle konuşuyorum hep için için…
Gülmelerim hep sana…
Ağlamak isteyip de ağlayamayışlarım hep sana doğru gidiyor…
Seni sevdim demeye zorlanmıyorum…
Sevdim derken de burukluklar dolduruyor içimi…
Yalnızlığımın örtüsü hep sensin… Sende kalan yılarım, günlerim saatlerim bir bir, tane tane dökülüyor kum saatinin alt kavanozuna…

Döküntü kumlara bakıyorum... Kumdan kaleleri düşünüyorum… Büyük emeklerle yaptığımız bütün düşlerimizi kalelere çevirdiğimiz ve en ufak bir dalga ile hayatımızı kumlara serdiğimiz düşlerimizin bir dalga ile yıkılışını ince bir sızıyla düşlüyorum şimdi…

Kumdan yolların tıkandığını, dağıldığını, yıkılan sevda hayal kırıklıkları gibi salınışlarını seyrediyorum, dağılmış dalgaların serpintileri arasından…
Yaşam beklentilerimizin darmadağın oluşlarını görüyorum karaya vuran deniz suyu köpüklerinde…

İzlerimize, köpüklü, tuzlu suların doluşlarındaki kabarcıkların tek tek patlayışlarında her sönen umudumun çöküşünü, hasretin ötesindeki bir acı hissi ile içimde düşlüyorum şimdi…

Bazıları parmak uçlarımızdan kestiğimiz tırnaklarımızın düşüşlerindeki rahatlığı veriyor, bazıları da tırnak diplerinden çıkan acıları seriyor ve hatırlatıyor
yüreğime...

Çürüyen yosunlarda saçlarını görür gibiyim…

Kokusunu içime gömdüğüm saçlarının çürüyüşleri yüreğimi çürütüyor…

Nazlı bir kuzuya günaydın der gibi bakıyorum yeni doğan güneş ışıklarına…
Utangaçlıklarım hüzünlerimle birleşiyor sanki…
Dağ eteklerinden yükselen kuşun, umutla kanat çırpışlarına bakıyorum… karşımda tir tir titreyen bedenin umutlarına bakıyorum şimdi…
Ters gelen bir hediye hissi uyandırıyor beyin kuytularımda…
Belki unutmak, unutamamak, belki de unutulmak…

Bir rüzgâr esintisindeki yaprak kıpırdayışı kadar hatırlanıp bir merhaba denilme eksikliği veya diyebilme eksiği bu yüreğimi sigaranın külüne çeviren görüntüsü belki de bu…
Sallanıyorum bir geçmiş bir de gelecek köprüsünden lüks bir otomobille geçer gibi…

Zorlamasına geçen hayatımın çoğu günleri en güzel baharlara, yazlara, deniz kenarındaki dalga sesine hasretken, almış başını ellerinin arasına saçının tellerini birbirine dolamaya çalışan mutlu görüntülü bir ben, boğulmuş hüzünlü kadın…
Hiç kimseye kimsesizim demedim…
Hiç kimseye yalnızım demedim…

Hep kendime,
Uzaklarda bir çift göz beni arıyor,
koş ona,
git ona,
gideme ona,
konuş onunla,
konuşamama onunla dedim kendime…

Hayatımın çarpıklıklarını hiç demedim ona ve de hiç kimseye…
Geceleri yorganın uçlarını ısırarak şiirler yazdım ona, mutluluk şiirleri, hoşluk şiirleri, başarımın sebeplerini öykülerle anlattım ona…
Bir beni bil iyiyim, mutluyum, güneşin ilk ışıkları hep yüzümde dağılıyor dedim yazılarımda ama hınçla ısırdığım yorgan acıları çene kemiklerime vurdukça, yüreğimin iç burkulmalarının verdiği acılardan çok küçüktü…

Özledim seni diyorsun…
Özledim…
Gün batımlı akşamlarda her gurup vakti içimden bir şeyler kopuyor, sahile kum tanelerini yıkarak vuruyor diyorsun, son yazdığın mektubunda…
Biliyor musun o yazılar gözyaşlarımı akıtamadığım sayfalarını artık
okuyamıyorum, okunmaz halde… içim almıyor okuduklarımı yüreğime doldurmaktan…
Her kelimeyi kaç kez ters yüz ederek cümle içinde okudukça, oklar batıyor içime…

Hasretini mi anlatıyorsun bana, sen benimkini biliyor musun ki?
Kaç kez boyadım duvarları, hep senin rengine ulaşayım, sevdiğin renklerle yaşayayım diye…
Bana renkleri mi tarif ediyorsun, gökyüzünün maviliğinde?
Biliyor musun yıldızlar olmasa, benim için hep siyah olacaktı gökyüzü…

Yıldızlarımız dediğimiz hani o tava şeklindekinin her tarafından sayılınca dördüncü yıldızı hani biraz sönük gibi duran… O da olamasa boş boş bağıracağım, yalnızım, karanlıklara bakıyorum diye…
Sahi aylar neden çabuk geçer. Geçerde hep bende Eylül de takır, göz uçlarımdan beyin kuytularıma. Başka hüzün ayı yok mu ki?
Elimdeki telefonun ışığını açarak kaç kez bakıyorum O, morumsu, beyazımsı ışıkların üstünde duran resmine…
Ve de
Üstünde bir cevapsız arama denilen cümleyi arayarak…
Bana mı soruyorsun sesimi özledin mi diye…
Özlemek ne kelime ki,
ölüyorum sessizliğine…
Ölmek bu kadarsa ki, ben zar ölüyorum san…

Zar ölmek,
belki de ölümün en sessizi…
içine içine ağlar insan…
içinden ağlar insan…
sesi çıkmaz bilir misin…

Gözlerini kapatamazsın…
Bir şey isteyemezsin … Ah be canım…
Bir kez olsun ağlamayı da öğretebilseydin bana,
Sevmeyi öğrettiğin gibi…

Belki de imkânsızlıkları, sigara içmeyle, yokluğuna çevirmek oluş…
Dumanların peşi sıra süzülür bakışların…
Dolar gözlerin istem dışı hareketsiz bir cisme…
Ben olmaktan çıkarır bu bakışlar insanı…
Renklerin cümbüşü başlar binmezlilere doğru…

Uçurumdan taşlar yuvarlanır,
dolarsın peşi sıra bakınmalarınla.
bir düşemezsin ardından…
Sahi,
Sen de gelir miydin peşim sıra…

Seni kimselere, kendime bile anlatamıyorum…
Bakma yazdıklarıma. Hepsi bilinçaltım…

Çocuk sesleri geliyor bir yerlerden haykırışlar vah, eyvahlar duyuluyor…

İsteksiz ve suskun donmuş bir bakışla bakıyorum onlara doğru başımı döndürüp farkındasızlıkla…
Toplarını kaçırmışlar ters esen rüzgârın peşi sıra denize…
Uzaktan görüyorum topu…
Kırmızı beyaz kalın çizgilerle dönüp duruyor, gidip duruyor dalgalarla, meçhule, belki tutulmazlığa…

Ters bir gülümseme oluşuyor yüzümde. İçe dönük bir acı gülümsemesi… Kim tutacak ki şimdi topu diyorum… Kim tutabilmiş ki gideni… Kim bakınmamış ki gidenin arkasından binlerce sorularla…
Hangi sebeplerdir ki gidişleri haklı kılabilecek…
Ardına dönüp bakmaya kim cesaret edebilmiş giderken geride dönüp bakmaya?
Dur gitme… Gitmeler hep öldürür… İnsan kendine bile ölemez seslerini kim duymuş veya duyurabilmiş?
Gidişlerde insan kendi sesini hiç duymazmış meğer…

Dur gitme,
yalnızlığa terk etme beni,
sessizlik boğar atar insanı,
bir başa hasret şarkıları bile söyleyemezsin.
Kendi şarkın bile olmaz… Olamaz…

İçinden bir şeyler patlar sanki…
İçindeki sese hükmedemezsin…
Dur gitme,
Gidişler hep ayrılık,
hep ölüm getirir…

Söylenemeyen cümleler hep taşınır dil altlarında…
Dur gitme,
gitmen dönüş değildir…
dön diyemez insan,
gitme de diyemez,
sadece
ne zaman döner diye düşünürsün ki,
bilirsin dönüşleri,
bilirsin dönemeyişleri…

ve
bilirsin artık dönülmek istense de dönülemeyeceğini…
onun için dur gitme bile diyemezsin…
Sadece genizlerinde bir koku kalır… Sadece… Artık her şey O kadar…

Bütün dumanların arasında sadece ona ait bir koku vardır…
İsler geniz’i yaksa bile o’nun kokusu bir yerlere gizlenir…
Hayatı artık onun kokusuyla yaşamak istersin ki artık O da çok zordur…

Bunları sana yazarken inan ki kendime söylüyordum…
Kaç güneşli yaz geçti gidişinden sonra. Hep kendimi gölgelere sakladım. Denizin tuzlu suları bedenime değmedi. Hep bir ıslak taş üstüne oturup, binlerce cümle yazıp kağıtlara, kayıklar yaparak denize saldım onları… Az gittiler, biraz gittiler, hep battılar bir dip denize…
Kim bilir hangi kumsala vurdular. Bir kez bile seni hâlâ seviyorum diyemediğim cümleler…

Hepsinde seni çok sevmiştim yazan cümlelerin belki de hâlâ sallanıyordur serin sularda…
Bu nasıl iş be yüreğim seversin ve ben seni seviyorum diyemezsin…
Nankörlük mü bu…
Yoksa sınırlama mı bu sevgiye…
Ne çok unutulmaz aşklar varmış… Benimki de bunların arasına girer mi ki?
Senin dediğin gibi ben de artık beraberken dinlediğimiz şarkıları dinlemiyorum.
Dinleyemiyorum…
Kaldırmıyor içim…
Biliyor musun bir şarkım bile yok artık… Kendime şarkı bile yazmıyorum…
Ben sen gibi değilim ki kendime şarkı yazayım…
Ben bilmem ki bizi anlatacak şarkı yazmayı… Dayanamaz ki içim…

Senin yazdığın birkaç cümleyi şarkı diye mırıldanıyorum…

Birisi bana sevmeyi, çok sevmeyi sordu…
Seni tarif ettim ona seni…
O beni benden çok sevdi dedim… Bir beni severdi, bir de kuşuyla balıklarını severdi…
Bir bulsanız onu da size anlatırken bende bir köşeden duysam onu, beni ne kadar çok sevdiğini anlatırken…

Bir kez daha buğulansa gözlerim…
izmir (Kuşadası)

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 30.9.2009 11:56:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Namık Cem
    Namık Cem


    Bir rüzgâr esintisindeki yaprak kıpırdayışı kadar hatırlanıp bir merhaba denilme eksikliği veya diyebilme eksiği bu yüreğimi sigaranın külüne çeviren görüntüsü belki de bu…
    Sallanıyorum bir geçmiş bir de gelecek köprüsünden lüks bir otomobille geçer gibi…

    Zorlamasına geçen hayatımın çoğu günleri en güzel baharlara, yazlara, deniz kenarındaki dalga sesine hasretken, almış başını ellerinin arasına saçının tellerini birbirine dolamaya çalışan mutlu görüntülü bir ben, boğulmuş hüzünlü kadın…
    Hiç kimseye kimsesizim demedim…
    Hiç kimseye yalnızım demedim…

    herzaman ki ustaca..
    işlenmiş mozaik gibi emek emek.
    kutluyorum
    namık cem

    Cevap Yaz
  • Canan Ereren
    Canan Ereren

    Güçlü kaleminizi tebrik ediyorum Mustafa bey,harikulade bir çalışma efendim.+ (ant)
    Saygılarımla

    Cevap Yaz
  • Oktay Çöteli
    Oktay Çöteli

    Muhterem kardeşim, şiirinizi yürekten okudum.Tebrik ederim, yüreğine düşüncene sağlık,
    Yer yüzündeki tüm güzellikler senin olsun.Hoşca kal.Sevgiler

    Cevap Yaz
  • Gülşen Taşten
    Gülşen Taşten

    YÜREĞİNE KALEMİNE SAĞLIK......BİR SOLUKTA OKUDUM. TEBRİKLER DOSTYÜREK.

    Cevap Yaz
  • Yakup İcik
    Yakup İcik

    gayet akici ve ögretici bir finale erisiyoruz hikayenin sonunda...kutluyorum üstadim
    saygilarimla

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (5)

Mustafa Yılmaz 4