Dikenli akşam üstleri.
Güneşin sırtına inen bir hançer,
Yaralı ışıkları taşıyan bir sedye;
Akşam üstleri.
Çam kırıkları ile dolu bahçe duvarlarına
Bebek elleri dokunurken,
Çekme kendini öyle aşağıdan yukarı,
Ateşten önce çıkmaz suyun buharı.
Sen harladıkça yaklaşırsın sona,
Bir gramda ağır gelirsin bin tona.
Görme kendini öyle dağların zirvesinde,
İskemle köşesine sıkışmış ayın tohumu gece,
O’ da biliyor…
Gölgelerin izinin peşinde bıraktığı durumu…
Suskun duruşlar içinde miting meydanları,
Tükürüğü boğazında nöbet tutan,
İşgal orduları da durumdan haberdar…
Ölmek Paha biçilmez değerde
Şu 7 ceddine küfrettiğin adam gibi
yalnızım.
Bağladım gemileri kayalıklara.
Çarpsın dalgalar, sallansın nazlı kız gibi,
Kırılsın direkler,
Gökten kopan bir yıldız olabilirsin,
Dikenler arasında gül bitebilirsin,
Tahtta belki hep sen kalabilirsin,
Ama bin sen bir ben edemezsin.
Belki Anka kuşunun altın kanadısın,
Ben bir dilsiz bilirim,
Boğazına nice sözü düğüm yapıp asan,
Boğuk seslere hayatını adayan,
En büyük sesler içinde,
Terk edilmiş köyler gibi duran.
Nice şiirler kalmış içinde,
Herkesin bir endamı vardı.
Herkesin solan bir yanı olduğu kadar…
Çirkinleşmiş yüzüme dokundukça parmakların;
Sevme beni...
Dün âşık oldum yine durup dururken sana.
Bir göle taş attım bir deliyi uyandırdım.
Dram ve gözyaşı vardı sahnemde.
Göğsümde kızıl aygırları koşturdum.
Bir çapa ekime durdu içimde.
Şam İle Halep senindir bilir misin sevgilim...
Dokunası ellerinin, kırılası parmakların değdiği şehirler...
Babül’ ün Bahçeleri, Taç Mahal’ in havuzu...
Karun’un oturduğu koltuk, Musa’nın parçaladığı Kızıl Deniz....
Asmalı Köprülerden ırmaklara atılan tokatlar...
Kayalıklara pamuk ipliği atmış yosunlar...
Lü’süz 1
Ucuzladı, kafası kırılansıca sermaye sözlerim.
Eskiden böyle miydi!
İki laf ettim mi üçüncüsüne hâcet yoktu.
Oldu mu şimdi!
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!