Son yazısında Ayşe Keskin şöyle diyordu;
“Filmin en dramatik yanıydı, başı başla yarılan çocukların çığlıkları…”
Türkiye'yi derinden sarsan bu olayı, yine derinlemesine incelemek lazım. Dün gece SKY TV'de Nihat Genç'in değerlendirmelerini izledim. Doğru bir analiz yapıyordu. Bir gece önce Leyla Umar'ı da dikkatle dinledim. O da haklıydı...
Malatya’daki çocuk yuvası olayını, ilkokul mezunu ve sorunlu bir veya iki kadının üzerine yıkmakla kurtulamazdık. Hastalık yaygındı ve ne zaman bir olay patlak verse, toplum olarak sesimizi yükseltiyor; sonra da hiç olmamış gibi davranıyorduk.
O çocukların, bizim geleceğimiz olduğunu unutuyorduk! ...
Bu yüzden, öncelikle kendimizi yargılamalıyız. Hepimiz suçluyuz. Hastalıklı-sağlıklı tüm kuşları ve doğayı yok eder gibi - ki buna karşıyım - çocukları da yok etmeye hakkımız yok bizim! Kültürümüz, 'kaderine katlan, boyun eğ, sus, ağla ve yasını tut' diye emreder.
Kırılan kol, daima yen içinde kalır. Yanlış burada! ...
Daha dün ilkelerim doğrultusunda bir mücadele vermeye çalışıyordum. Bazılarınca tepeden tırnağa yanlış değerlendirildiğimi fark ettim.. Ben bir şey anlatıyordum, oysa başka bir şey olarak anlaşılıyordu.
Çünkü susmam ve kabullenmem gereken yerde susmuyordum! …
Çünkü bu ülkede, birkaç istisna dışında, insanlar artık yalnızca şöhret olmak uğruna çığlıklar atıyor; medyatik nevrozlar ve popülist yaklaşımlarla amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlardı! …
Aslında sıradışı olan, giderek “sıradan ve olağan” hale gelmişti…
Çünkü gerçek değerlerimizi yitirmiştik! …
Çünkü nerede hak arayacağımızı ve nasıl savaşacağımızı unutmuştuk! …
Başkalarının hakkını aramak, önce kendi haklarını aramayı bilmek ve aynı zamanda iç’iyle barışık yaşamakla mümkündür. İlk olarak, bu gerçeği iyi kavramamız lazım.
Kendisini düşünmeyen; doğru tartamayan insan çocuklarını hiç düşünemez. Çocuklarını düşünemeyen ise, geleceğinden feragat etmiş demektir! ...
Bu ülkenin bizlere; yani 'Çılgın Türkler'e emanet edildiğini ve sorumluluklarımız olduğunu nasıl unutabiliriz? Üstelik Milli Bayram ilan ettiğimiz böylesi önemli ve anlamlı bir günde...
Dolayısıyla, karınca kararınca da olsa hepimiz sesimizi yükseltmek ve kendimizce bir tür eylem sergilemek mecburiyetindeyiz...Gücümüz nereye kadar yeterse....
Kat ettiğimiz mesafe, bir arpa boyu yol olsa dahi, denemeye değer! ...
Cumhuriyet 82 yaşında bugün. AB'nin önümüze koyduğu ve kişisel olarak bende hazımsızlık yapan o yemeği yemeden önce evimizin içini temizlemeliyiz. Gençlerimizin ve çocuklarımızın önünü açmalı; onları şefkatle kucaklayıp maddesel olarak hayali ve sun’i vaatlerde bulunmadan evvel, o çocukları ileride karşılaşacakları sorunlara karşı kuvvetli kılacak, manevi ve ruhsal birer zırhla donanmalarını sağlayacak evreye bir an önce geçmeliyiz diye düşünüyorum.
82 yıl oldu. Vakti gelmiştir artık....
Başı başla yarmak yerine, başı başla dolduralım! ….
Ve sevgiyle…
Ve şefkatle…
El ele, bir bütün olarak…
Var gücümüzle...
Bu vesileyle, kendini Türk sayan herkesin Cumhuriyet Bayramını en içten, en gür ve kocaman dileklerimle karşılıyorum...
Hiçbir zaman tüketmediğim umutlarımı; asla yitirmediğim sevgimi ve iç barışıklığımı kuşanmış olarak hem de…
Kutlu, mutlu ve daim olsun! …
(29 Ekim 2005)
Naime ErlaçinKayıt Tarihi : 29.10.2005 11:27:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
sağol varol Naime abla
Cumhuriyetimiz her zaman baş tacımız
fidan
Çünkü bizim geleceğimiz olan o çocukların ancak televizyonda çektiği eziyetleri gördükten sonra tepki gösterdiğimiz için. Yani görebilmemiz için birilerinin ancak bizlerin gözüne sokması gerekiyor bazı şeyleri.
Evet suçluyuz. Asıl suçluları es geçip, piyon rolünde kullanılanları kurban seçtiğimiz için.
Suçluyuz bize armağan edilen bu bayramın bizler için gerçek önemini ve anlamını kavrayamadığımız için...
Daha da uzayacağından korktuğum için burada kesiyorum...
Sevgilerimi yolluyorum o kocaman yüreğinize...
Yüreğinizdeki ses kaleminizi bir ömür boyu beslesin...Sevgi ve saygılarımla....atıl kesmen
TÜM YORUMLAR (11)