Uzaktan silah sesleri geliyordu yine... Ve o yine çocuk yüreğiyle korkuyordu... Her kurşun çocukluğuna işliyordu sanki... Çocuk bedeni korkulu bir acıyla sarsılıyordu... Kimlik karmaşasının içine düşmüş, sevgisi ve ailesi parça parça olmuş bir çocuktu o... Hangi parçanın ardından gideceğini bilmeden sevgiyi, huzuru ve güveni arayan bir çocuk... Çocuk dünyasında çocuk gözüyle barışı arayan bir çocuk...
Parçalanan bir ailenin, dağınık sofrasına serpiştirilen birkaç zeytin, biriki dilim ekmeği katık ediyorlardı tarhana çorbasına... Her kaşıkta boğazları düğümleniyordu... Her kurşun sesinde annesinin göz pınarlarından dökülen yaşlar tuz olup akıyordu sofralarına... O her kaşıkta korku tokluğu, huzur açlığı çekiyordu... Her kaşık bir kurşun gibi saplanıyordu benliğine, her kurşun acaba son kaşık mı korkusu taşıyordu.... Her kurşun abilerinden gelecek acılı bir haberin olası işaretiydi... Hani sofralarında yerleri boş kalan abilerinin...
Nasıl gelmişlerdi bugünlere? Bu bölünmüşlük neyin nesiydi? Çocuk beyni yaşından büyük düşüncelerin altında eziliyordu... Çocukluğunu yaşayamamış ama aynı zamanda büyüyememiş bir çocuktu o... Korkan bir çocuk... Eskiden pencereden gördüğü, zirvesine çıkma hayalleri kurdurtan Cudi dağı niye böylesine korkutuyordu onu? Niye abileri farklı yamaçlarında silah kuşanmıştı bu masal dağının? Niye bir tanesinin omuzunda asker rozeti, diğerinin yüzünde bir peçe vardı? İkisinin farkı neydi? Niye birbirine düşman iki cephede, birbirlerine karşı kan güdüyorlardı? Kardeşi kardeşe vurdurtmaya çalışan neydi, kimdi? Anlamıyordu, anlayamıyordu...
Geçenlerde şehit haberlerini okumuştu gazetede, ilkokul 2, sınıfın bilgisiyle yeni yeni okumaya ve konuşmaya başladığı Türkçesiyle...Yüksek sesle annesine de okumuştu annesinin Türkçesi okumaya yetmeyince... Okuduklarını anlaması annesinin yüz ifadesiyle gerçekleşmişti... Annesinin acıyla kıvranan yüzünde görmüştü nedenini bilemediği düşmanlığı ve ölümü... Korkuyu, isyanı annesinin gözlerinde görmüştü... Bir oğlunu vatanı için askere göndermiş bir anneydi o... Diğer oğlu ise baskılara boyun eğip, belki de isyan edip terör örgütüne katılmayı seçmişti, ona göre mecbur bırakılmıştı... İkisinin de korkulu merağını taşıyan bir anneydi o... Yüreği iki parçaya bölünmüş bir anne... Hergün ikisinden birinin ölüm haberi gelirse korkusu yaşayan bir anne... Kendi dar hayatında, geçim sıkıntısında, baskılarda, eğitim yüzü görmemiş düşüncelerinde bir yanda vatanına bir yanda ise evlatlarına sahip çıkmaya çalışan Kürt kökenli bir Türk kadınıydı... Anadolunun kıraç topraklarına düşen bir anadolu kadınıydı... Ve böyle bir kadının yüzünden yansıyordu tüm çıplaklığıyla gerçekler, bilgiden öte düşünce ve duygular... Annesinin gözlerinden görüyordu hala tam olarak adını koyamadığı, nedenini anlayamadığı gerçeğini, gerçeklerini...
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,