Bir gece ki koca çöl imgeydi.
Kumlarla sevişen yel, bilgeydi,
mekansa zamanın kucağında.
Sevici yıldızlar burçlarında
ulu orta girerken günaha
tesettüre bürünmüştü vaha.
Mum ışığı yansıyor şişede,
kırık dökük handa, köşede
taş sedire kurulmuş ihtiyar,
yerde tünemiş iki hizmetkar.
Ayakta, elpençe divan hancı,
tam ayağına gelen kazancı
kaçıramazdı, emre amade
bekliyordu, bu fakirhanede
bir avuç altın saymıştı o pir.
‘Evlat, para pul, hepsi kelepir.
Süleyman mülkünde fanileriz,
şu baki çölde biz kimiz, neyiz?
İpekten bile olsa kefenin,
kum olacak tenin, kemiklerin...
Az ötede kaya dibinde dün
miskin, berduş oğlumu gördüm.
Mecnun sıpanın benim pederi,
Leyla diye evden gideli beri
bu çölde serseri, avaredir
ruh gibi dolaşan biçaredir.
Yıldızlarla konuşur divane,
aslında Leyla da bir bahane.
Bir maskaradır, keyfine düşkün,
evi, işi, eşi niye düşünsün?
Bir ayyaş, arsız, dinsiz utanmaz,
kırk yıl aptes alsa da paklanmaz...
Dedim cenazeme gelme alçak,
kabrim üstüne bir taş koyacak,
vicdan ehli bulunur elbette,
huzurumu kaçırma ahrette...’
Birkaç zeytin ve hurma arağı
kesmemişti hiç Mecnun çatlağı.
Çok olmuştu babası gideli,
yanındaki ipleme, zır deli
kertenkele kebabı yiyordu.
Kum iz tutmaz, kırışmaz diyordu,
zaten bu elimdir tek gerçek -
kader ağını ören örümcek.
(Nabran, 1984)
Orhan UravelliKayıt Tarihi : 14.7.2008 20:41:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!