Çok nankör kullarınız, affeyle bizi Yarab,
Verilen nimetlere, çok az şükrediyoruz.
Sen bizi affetmezsen, sonumuz olur harap,
Verilen nimetlere, çok az şükrediyoruz.
İnsanoğlu çok nankör, insanoğlu yabani,
Bolluk içinde yüzer, yine der; “nimet hani? ”
Servet yığar dünyada, oysaki kendi fani,
Verilen nimetlere, çok az şükrediyoruz.
Nefisler ağır basar, “hep bizim olsun” deriz,
Komşular aç yatarken, bizler oburca yeriz.
Bir vadi altın olsa, birkaç misli isteriz,
Verilen nimetlere, çok az şükrediyoruz.
Bizimde payımız var, görülen fakirlikte,
Çözümü aramalı, güler yüz ve dirlikte,
Cennet gibi vatanda yaşıyoruz birlikte,
Verilen nimetlere, çok az şükrediyoruz.
(MAYIS 2009)
Sezayi TuğlaKayıt Tarihi : 30.10.2012 17:09:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
NANKÖR OLMAMAK LAZIM Yine, Ademoğlu’nu temsilen kendimi masaya yatırdım. Sanık sandalyesine oturtarak, bir özeleştiri sağanağına tutturmak istiyorum kendimi. Ahret sorgusuna (insanlık adına) ne kadar tahammül edebileceğim, bilemiyorum. Birçoğumuz nankörüz. Nimetler içinde yüzdüğümüz halde, gerçekleri görmeyip, inkâr edecek kadar nankörüz hem de. Armudun sapı, üzümün çöpü hesaplarıyla kendimizi oyalıyoruz bu yalan dünyada. Şöyle bir düşünüyorum da daha iyiye ulaşmak adına, adeta kendimizi mutsuz etmek için büyük savaş veriyoruz nefsimizin doğrultusunda. Ne yani, daha iyiyi, daha güzeli aramak suç mu? Diyebilirsiniz haklı olarak. Evet, hakkımızdır da mutlaka. Yüce Yaratan bütün nimetlerini biz insanlar için var etmiş. Ama karşılığında şükür etmemizi istemiş. Bizden teşekkür bekliyor bu imtihan âleminde. Bir âmâ dolma yerken, karşısındaki âmâya sormuş; “Neden dolmaları çift çift yiyorsun? ” diğer âmâ “yediğimi nasıl gördün? ” diye sormuş arkadaşına. “Kendimde öyle yiyorum da ondan” diye cevap vermiş arkadaşı. Ben de bu şükürsüzlük genellemesini kendimden pay biçerek yapıyorum âcizane. Bu hassasiyeti, elden geldiği kadar yürütenlere bir sözüm yok. Hiç birimiz kendi irademizle anne ve babamızı seçmedik. Hangi ırktan olmak istediğimiz de bize sorulmadı. Bulunduğumuz kıta, millet ve kabilelerde bize danışılmadı dünyaya gelirken. Hangi zamanda yaşamak istediğimizde bize sorulmadan, irademiz dışında planlandı. İlk çağlarda da dünyaya gelmiş olabilirdik. Özgürlük yüzüne hasret, hürriyet mücadelesi veren bir topluluk içinde de kendimizi bulabilirdik. Kısacası, olumsuzlukların cirit attığı her türlü ortam bize beşiklik edebilirdi hayatımızın başlangıcında. Bize düşen; bardağın hep boş tarafını değil, dolu tarafının da olduğunu görmektir. Mutluluğun anahtarı da buradadır zaten. Daha kötüye bakarak, daha iyiye adım atmaktır mutluluk. Yalnız, bu adımlar atılırken, insanoğlunun sosyal bir varlık olduğu da hiçbir zaman unutulmamalı özellikle. Bencillik, “hep bana”cılık, en büyük düşmanıdır mutluluğun. İnsanoğluna, Yaratıcı tarafından akıl tepsisi içinde sunulan görünür, görünmez nimetlerin şükrünü ne kadar yapabiliyoruz acaba? Mevlana’nın görüşüyle, deniz içinde olup da, denizi bilmeyen balıklar pozisyonundayız çoğumuz. Daha kötüyü görerek, daha iyiye birlikte adım atarken, empatiyi eksik etmeyelim hayatımızdan. Bu arada, ne kadar az şükrettiğimizin bilincinde de olalım hep beraber.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!