Çocukluk Gençlik Ve………………………..
İlk dostumdu Fatih!
Köyde oyun oynayabileceğim
Okul harçlığımı paylaşabileceğim
Tek arkadaşımdı.
Ben 20 Nisanın son saatlerinde,
O 21 Nisanın ilk saatlerinde doğmuş
Yaşıttık, kapı komşusuyduk
Ve okul arkadaşıydık
Bir hafta sonu nerden estiyse bilmem
Birden kardeş olmaya karar verdik
Ve kesip bileklerimizi damarlarımıza kan verdik.
Ve arkadaş Fatih,
Ve dost Fatih
Kan kardeş fatih oldu
O günden sonra
Bir tek kuş bile öldürmeyi beceremediğimiz sapanlarımız
Ve coca cola kapaklarından yapılmış oklarımızla
Hafta sonları Birer kahraman kesilirdik
Ama biz, bizim İsmail’den başka kimseyi de yenemezdik
Birde köydeki her şeyi sahiplenen Yunus’u
Sadece o ikisini döverdik
Aslında biz onlardan başka kimseyle de kavga etmezdik.
Köye ikinci bir öğretmenin gelişiyle birlikte
Okulda sınıflar ikiye bölündü
1nci ve 2nci sınıftakileri bir bölüme,
Üç, dört ve 5nci sınıftakileri de başka bir bölüme aldılar
Ben 3ncü sınıftakilerin,
Fatih de 2nci sınıftakilerin arasında kaldı
Ve artık bize okul içinde görüşebileceğimiz
Bir tek teneffüs zamanları kaldı.
Hasanla da aynı sınıftaydık
Ve o benim sıra arkadaşıma âşıktı
Beklide o kızın sayesinde
Hasanla arkadaşlığımız başladı.
Okulun en çalışkan öğrencilerinden birisiydi Hasan
Gayet efendi ve sakin bir yapıdaydı
Okulda en çalışkan olmak için
Onunla aramızda hep bir rekabet vardı
Sonuçta ben okulun birincisi oldum
Hasan da tam ikinci olmayı düşünürken
Son soruda dördüncülüğe geriledi
Hacer’i tanıdım sonra
Zaten daha öncede tanıyordum
Ama sadece Hacer olarak
Bir ders çalışması,
Bir toplu ziyaret,
Bir günaydın,
Bir iyi akşamlar derken
Artık Hacer’siz bir gün düşünülemezdi
Dünya’nın en tatlı kızıydı Hacer.
Gülünce yanaklarında açan o esmer gamzeleri
İnsana bu kız hep gülmeli dedirtirdi.
Sonra Nurettin! Sonra Ahmet! Sonra Mevlit!
Teneffüs saatlerinde okulun hemen yanındaki
Nurettinlerin evine gider,
Gizlice bir tabak otlu peynir getirir
Evin toprak damının çimleri arasına saklanıp
Kimseler görmeden otlu peynirimiz yerdik
Ve tabak boşalınca da
Kimseye görünmeden koşa, koşa okula dönerdik.
Yaz tatillerinde de çobanlık yapardık hep beraber
Ben, Fatih, Ahmet, Nurettin ve Mevlit
Köyün bostan tarlalarına girip
Her birimiz alabileceğimiz kadar karpuz getiriyorduk
Ve karnımızı bir güzel doyurduktan sonra
Karpuz kabuklarını birbirimize fırlatıyorduk
Bir bahar günü
Kimsenin aklında olmayan bir vakitte
Sele teslim oldu köyümüz.
Felaket sonrası toprak evlerin hepsi yıkılmıştı
Hasatlar ve hayvanlar telef olmuştu
Bir tek beton evler ayakta kalmıştı
Evi yıkılmış köylülere
Köyün bir km. ötesine yeni bir köy kurdular
Ve tarihi köyün adını
Aşağı köy ve yukarı köy olarak andılar.
Ben Fatih Nurettin Ahmet ve Mevlit
Yukarı köye taşındık
Hasan ve Hacer aşağı köyde kaldı
Ayrılmadık ama yollarımız biraz uzadı
Yeni köyün yeni okulunda
Yine birleştik Fatihle aynı sınıfta
Nurettin Ahmet ve Mevlit’ide alıp yanımıza
Efsane beşli diye bir gurup kurduk kendimize
Ama her ne hikmetse
Birbirileri uğruna ölecek dostlarken
Çete olarak düşman olduk birbirimize.
Ahmet ve Mevlit benim ekipte kaldı
Fatih ve Nurettin de Mustafa’nın çetesine katıldı
Ve kimsenin aklına gelmeyen Bu tercih hepimizi çok şaşırttı
Çünkü bu düşmanlık bize hiç yakışmadı.
Ve Mustafa!
Mustafa’yla mahalle kavgalarında arkadaş olduk.
Ben, bizim çetenin, Mustafa da düşman çetenin başındaydı
Biz 7, onlar 14 yâda 15 kişi vardı
Her akşam savaş alanına çevirirdik okulun top sahasını
Birbirimizi bir güzel döver
Sabahları da birbirimizle selamlaşmazdık
Sanki kanlı bıçaklı düşmanlardık.
Bir gün bu kavgalar bitsin artık diyip
Hepimiz barıştık birbirimizle
Çocuktuk işte
Ben, Ahmet mevlit Mustafa
Ve Mustafa’nın ekibinden Nurettin bide fatih
Ulan Fatih sen ne adamdın be
Çeteden bütün çocuklar birbirilerine küsken
Biz hep barışık kaldık
Her akşam birlikte evden çıkar
O kendi çetesine, bende kendi çeteme katılırdım
Birbirimizi bir güzel döver
Sonrada birlikte evin yolunu tutardık.
Hacer ve Ahmet okul’u bitirmişti
Ben ve Hasan son sınıftaydık
Fatih Nurettin ve mevlit dördüncü sınıfı,
Mustafa’ üçüncü sınıfı okuyordu.
Bizim mezuniyetimizden sonra
Fatih, Nurettin, Mevlit ve Mustafa okulda kaldı
Ahmet’te tarladaydı
Artık tek arkadaşım aşağı köydeki Hasan’dı
Artık yediğimiz ve içtiğimiz
Ayrı gitmiyordu Hasan’la
Zevklerimiz ve huylarımız birbirine çok yakındı
İkimizde Maltepe sigarasını, fanta’yı
Bir de ton balığını çok severdik
Ve Ferdi Tayfurlu gecelerde
Hacerin yanında derdimizi dökerdik
Biz dert çeken, Hacer dert dinleyen.
Her 15 yaş çağı gibi Bizimde çocukluk aşklarımız vardı.
Ve biz bu aşkımızı yalnızca Hacer’e anlatırdık
Çünkü bu sırrımızı sadece
O esmer gamzelerin saklayacağına inanırdık.
Ertesi yıl Fatih, Nurettin ve Mevlit okulu bitirdi
Mustafa’da dördüncü sınıfa geçti.
Ve efsane beşli uzun bir zaman’dan sonra
Tekrar bir araya geldi.
Yine ayrılmaz beşli olmuştuk
Ben, Fatih, Nurettin, Ahmet ve Mevlit
Yapmadığımız çılgınlık
Ve yapmadığımız yaramazlık kalmamıştı
Hele Sibel’in başına getirdiklerimiz!
Vallahi biz deliydik.
Sırayla her akşam birimiz
Bir paket sigara getiriyorduk
Gecenin karanlığına saklanıp
Kimseler görmesin diye sigaralarımızı
Avuçlarımızın içinde saklayıp ta içiyorduk.
Bir gece ben alıyordum,
Bir gece Fatih bir gecede Nurettin
Mevlit’in sırasındada hep sigarasız kalırdık!
Eee, Mevlit! nerde sigara?
Hadi Ahmet içmiyor kardeşim
Sen niye almıyorsun? Dedik
Ve verdiği cevaba halada hatırladıkça gülüyorum.
Ama Ahmet ve Fatih de
Çocuğun başına az getirmiyorlardı
Halende düşünmüyor değilim
Mevlit bunlara nasıl dayandı.
Aramızdan, ilk Nurettin şehre gitti
Amcasının şirketinde bir işe girmişti
Uzun boylu, yeşil gözlü, zayıf bir çocuktu Nurettin.
Ve ön dişlerinden birisi kırıktı
Malum ya, oda yaramazlar ordusunun bir askeriydi
Tek hayali bir gün zengin olup,
Lüks bir ev ve lüks bir araba almaktı.
Birkaç ay hasret kaldık Nurettin’e
Her akşam evlerine gider
Bu herif gelmedi mi diye
Sorardık Ablası kâtibe ye
Bir pazar günü
Nurettin’in eve geldiğini duyunca
Bir koşuda gittik evlerine
Ben, Fatih, Ahmet ve Mevlit!
İlk özlemimizdi Nurettin özlemi
Sarıldık birbirimize kucaklaştık
Bu kucaklaşma özlemimizi gideremez diye
Yemeğe de orda kaldık.
Nurettin hep şehri anlattı bize
Trenleri, apartmanları, arabaları,
İnsanları, Pastaneleri, lokantaları,
Parkları ve Liseli kızları!
Bizde can kulağıyla Nurettin’i dinliyor
Ve onu anlattığı şehri
Gözümüzde canlandırıyorduk
Suyun üstünde kocaman bir köprü yapmışlar
Çocuklar için oyun parkları yapmışlar
Şöyle duvar kadar bir televizyon varmış
Sinema diyorlarmış ona,
Orda filmler gösteriliyormuş
Yılmaz Güney’in, Kadir İnanır’ın
Kemal Sunal’ın ve Cüneyt Arkın’ın.
Para yerine bilet veriyorlarmış
Ama parası olmayan çocukları bedava bırakıyorlarmış!
Yaşasın! Yaşasın! Bizde girelim dedi birden Ahmet.
Ve baktı ki oradakilerin hepsi ona gülüyor
Kendini bir an için
O sinemanın önünde hissetmişti garibim.
O gece gözüme hiç uyku girmedi
Nurettin’in söyledikleri hep aklımdaydı
Ve hep gözümün önündeydi.
Ertesi sabah evlerine gittiğimizde
Nurettin’in erkenden şehre gittiğini,
Bir daha dönmeyeceğini söylediler
Ve birkaç ay sonra bizi de aldıracak dediler.
Efsane beşli bir fire vermişti
Artık dört kişi kalmıştık karanlıklar arasında
Gündüzleri de kimse bizi görmüyordu bir arada.
Nurettin’in son gidişinden sonra
Artık köyü sevmemeye başlamıştım
Hep şehri düşünüyordum
Ve hep şehri merak ediyordum
Sevdiğim kızın nişanlanmasıyla beraber
Artık tam soğumştum köyden
Uzak bir akrabasına vermişlerdi
Bir iki hafta içinde de götüreceklerdi
Hasan’ın sevdiği de vefasız çıkmıştı
Onu bırakıp başkasına kaçmıştı.
İkimizde aynı yerden vurulmuştuk!
Ve aynı zamanda!
Bir avuntu arıyorduk Hacer’in yanında
Acımız içimizde acımız gecemizde
Ve biz Hacer’in yanında.
Bir gün bizimkiler malı mülkü satıp
Şehre gitmeye karar verdiler.
Hayallerim gerçekleşecekti
Nurettin’in anlattığı şehre gidecektik
O kocaman köprünün üstünden geçecektim
Sinemayı görecektim,
Sevdiğim artistlerin filmlerini izleyecektim
En güzeli de Nurettin’i görecektim.
Bir sabah erkenden eşyaları kamyona yükleyip
Şehrin yolunu tuttuk
Ve içimde anlatılmaz bir sevinç
Bu sevinç Nurettin e kavuşma sevinci
Köyden uzaklaştıkça
İçimde büyüyen bir burukluk hissettim.
Hacer’i, Hasan’ı, Fatih’i, Ahmet’i,
Mustafa’yı ve mevlit’i düşündüm
Onlara bir hoşça kal bile dememiştim.
Hacer’i sırdaşsız, Hasan’ı yalnız,
Mustafa’yı hafta sonları arkadaşsız,
Fatih’i Ahmet’i ve mevlit’i
Gecenin karanlığında sigarasız bırakmıştım
Ayrılmaz beşliyi dağıtmıştım.
Sevinç ve hüzün karışımı duygularla
Kamyonun kasasındaki
Yolculuğumun Sonuna yaklaşmıştım
Ve bu yaklaşıma çok heyecanlanmıştım
İşte uzaktan şehir görünmeye başladı
Koca, koca binalar, minareler.
İşte Nurettin’in bahsettiği o kocaman köprü
İşte çocuk parkları!
İnsanlara bak ne kadarda çok
Burada ne kadarda çok araba var
Bak! Bak! Bak! İşte tren!
Vallahide tren! Billahi de tren!
Aboooo. Ne kadarda büyükmüş lan.
Bu kadar insanın içinde Nurettin’i nasıl bulacağım
Ne telefonu var bende, nede adresi.
O aralar şehir yaşanılmıyordu
Geceleri silah sesleri susmuyordu
Çatışmalar vardı şehrin her yanında
Sirenler bir türlü susmuyordu
Sokağa çıkma yasağı vardı her tarafta.
Ben Nurettin’in anlattığı şehri beklerken
Bir anda kendimi çatışmaların içinde bulmuştum
O kocaman binalar delik deşik
Her yerde kurşun izleri!
Bizim köydeki çete savaşlarına benziyordu burası
Ama bunlar birbirilerini öldürüyordu
Ve bunlar barışmayı bilmiyordu.
Bir ara çatışmalar durdu
Panzerler mahallelerden ayrıldı
Ve sokağa çıkma yasağı kalktı
Aylar sonrasında da şehir normal halini aldı.
Şehirde yaşamak zordu
Çalışmasan şehir sana ekmek vermiyordu
Bende artık kendime bir iş bulmalıydım
Ve bunun içinde Nurettin’e ulaşmalıydım.
Bir gün lise yolunda
Lüks bir arabanın içinde gördüm Nurettin’i
Yanında da bir adam!
Yanaştım yanlarına, Nurettin! Diye seslendim
Nurettin gülerek yüzüme baktı.
Arabadan inip beni kucaklayacak,
Bana sarılacak sandım
Nurettin camdan elini çıkarıp elimi sıktı
Ve sırtını bana dönüp yanındaki adama baktı.
Onunla birkaç laf edip sonra inecek dedim
Ama konuşmaları bir türlü bitmiyordu
Liseli kızlardan bahsedip gülüyorlardı.
Bende başımı önüme eğip
Yavaşça ayrıldım yanlarından
Nurettin gittiğimi anlamamıştı bile
Onun aklı liseli kızlardaydı.
Sonra bir lokantada çalışmaya başladım
Bir gün şefim bana bu 3 porsiyon yemeği
Karşıdaki şirkete götüreceksin,
Hesabı da Nurettin beyden isteyeceksin dedi
Şef, Nurettin Bey dediğinde
Ben 40 yaşlarında bir adam sanmıştım
Ama şirketin kapısını açtığımda
Bizim Nurettin koltuğa yaslanmış
Yemeğini bekliyordu
Yine merhaba dedim ona
Ama o yanındakilere hava atarcasına
Nerdesiniz ya açlıktan öldüm
3 saattir sizi bekliyorum dedi
Ne beni sordu ne Fatih’i, ne Mevlit’i nede Ahmet’i
O artık Nurettin beydi!
Toprak damda otlu peynir yiyen
Yırtık ayakkabı yamalı pantolon giyen
Sapanla kuş öldüren çobanlık eden
Karpuz bostanlarından karpuz çalan
Mahalle kavgalarında dişi kırılan
Ve sizi hiç unutmam diyen Nurettin
Artık Nurettin beydi.
Unutmuştu köyünü ve bütün dostlarını
Sigaramızı paylaştığımız anı
Ve tam boğulacakken Ahmet’in onu kurtardığını
Dedim ya! O artık, Nurettin beydi.
Her gün ona yemek götürmek
onun bu havalı halini görmek
Beni çok üzüyordu
ve benim çok zoruma gidiyordu
Sonra Lokantadan ayrılmaya karar verip boyacı oldum
Hem daha az çalışıyordum
Hem de daha çok kazanıyordum
Ama çok sıkılıyordum.
Hacer’i Hasanı Fatihi Ahmet’i
Mevlit’i ve Mustafa’yı çok özlüyordum
Hiç tanımadığım ortamların
Ve hiç tanımadığım insanların arasında
Kendimi yapayalnız hissediyordum
Tek tanıdığım Nurettin’di
Ama artık onu da sevmiyordum.
Bir gün çarşıda yürürken
Karşı caddede takım elbiseli biri gözüme çarptı
Mustafa ya çok benziyordu
Tıpa, tıp oydu sanki
Kendime hâkim olamadım ve karşı tarafa
Onun yanına gittim
Mustafa! Diye seslendim
Döndü yüzünü Mustafa
bana baktı! Baktı,
Ve gelip sarıldı
Kucaklaştık! Uzun, uzun kucaklaştık
Sonra gözlerimiz doldu ağladık
2 yıl geçmişti aradan
Birbirimizden hiç haber alamamıştık
Sonra bir çay bahçesinde oturup
Konuşmaya başladık
Bizimkiler nasıl? Dedim
Kimi istiyorsun dedi
Hacer evlenmiş, fatih evlenmiş
Mevlit’inde nerde olduğu belli değilmiş
Bir gece evden çıkıp bir daha da hiç dönmemiş
Hasan kendine yeni bir aşk bulmuş
Ahmet’e bir yol işinde çalışıyormuş
Yani senin anlayacağın o eski dostluk yokmuş
Her birimiz ayrı bir yol tutmuş.
O bana Nurettin’i sordu
Bende böyle birini tanımıyorum dedim
Mustafa da haklısın diye cevap verdi
Oda şehre gelir gelmez Nurettin’i sormuş,
Onu arayıp bulmuş.
Ama Nurettin onun yüzüne bile bakmamış.
Mustafa’nın okuluna baktık sonra
Sonra bizim eve gittik
Ve o geceyi uyumadan sabah ettik
Ertesi hafta cumartesi’yi beklemeden
Bir gün okulun yolunu tuttum
Okulun bahçe kapısından ona bakınca
Gözlerim doluyor, gururlanıyordum
Mustafa okuyacaktı,
Mustafa adam olacaktı
Ama dostunu unutmayacaktı.
Belki bir doktor, belki bir öğretmen,
Beklide bir mühendis olacaktı
Ama bozulmayacaktı
Ve hep köylü kalacaktı.
Kuzenimin düğünü için
3 yıl sonra ilk defa köye gittim
Doğup büyüdüğüm köyü artık sevmiyordum
Damında otlu peynir yediğimiz
Nurettinlerin o toprak evi yıkılmıştı
Mevlitlerin evin yanmıştı
Hacer evlenmişti
Hasan anlattı!
Hep beni sormuş Hacer
Yolumu gözlemiş,
Telli duvaklı gelinliği
Onun üstünde görmemi çok istemiş
Şimdi ne kadar yakışmış ona o ak gelinlik
Ama Hacer o tatlı gülüşünü,
O esmer gamzelerini saklayıp
Sulu gözlülük yapmış.
Ben, Fatih, Hasan ve Ahmet
Yine o tenha yerde sigara içtik
Ama eskisi gibi güzel olmuyordu
Ne Maltepe ne fanta nede ton balığı
Eski tadı vermiyordu.
Hasan ve Fatih askere gideceklerdi
Hacer evlenmişti,
Mevlit hala meçhuldeydi
Mustafa okuldaydı
Nurettin’de zaten beydi
Artık köyde duran tek kişi Ahmet idi
Oda köyün yol yapım işinde çalışıyordu
Elinde bir telsiz ortalığı birbirine katardı hep
Ahmet bu işte!
Bir şeytanlık yapmadan durur mu
Bir keresinde onun telsizi
Ve askeri telsiz birbirine karışmış
Ahmet’te telsizi biraz kurcalamış
Ve bir şeyler söylemiş
Ve karakolun bütün askerlerini
Bir anda oraya getirtmiş.
Mustafa ortaokulu bitirdi
Parasızlık yüzünden liseye gidemedi
Hayat acımasızdı, hayat zalimdi.
Kalemi ve defteri bırakıp
Makası ve usturayı aldı eline Mustafa
Kardeşleri rezil olmasın diye
Hasta anası çalışmasın diye
Evinde aş pişsin diye
Ve iki evli babasının eline muhtaç olmasın diye
Oysa ya doktor olacaktı Mustafa
Ya öğretmen yâda mühendis!
Bir defasında Hacer’in evlendiği şehirde
Bir haftalık işim çıkmıştı
Orda 2 katlı bir evi boyayacaktım
Malzeme almak için çarşıya çıktığımda
Arkamdan biri bana seslendi!
Ve bu ses bir bayan sesiydi
Arkama dönüp baktığımda
Türbanlı ve koynunda bir bebek ile Hacer’i gördüm
5 yıl sonra ilk defa Hacer’i gördüm
İlk önce çok şaşırdım
Sonra sarıldık birbirimize
Ve ayaküstü biraz laflaştık
Çok değişmişti Hacer
O güzel gülüşünden eser kalmamıştı
O esmer gamzeleri sanki hayata darılmıştı
Eski günlerden konuşurken gözleri doluyordu
Oda eski günleri arıyordu.
Kocası sarhoşun biriymiş,
Her gece eve geç saatlerde döner
Ve Hacer e bağırıp onu dövermiş
Bir çocuğu vardı Hacer’in, bir umudu
Her şeye onun için katlanıyordu
Babasının ölümünden sonra
Onu hayata bağlayan tek sebep
O koynundaki çocuğuydu
Acaba Hacer bunu hak edecek ne yapmıştı
Mutluluklar bile onu kıskanırdı
O güzel yüzünün altında
Hiçbir günah saklanamazdı
O esmer gamzeleri
En gaddar katilin bile kalbine merhamet katardı
Hayat niye böyle acımasızdı
Hacer’in ne günahı vardı.
Bir gün Ahmet’in bir iş kazasında
Öldüğü haberi geldi bize
İş kazası dediler ama öyle değilmiş
Kaza süsü verip yutturdular bize
Ah Ahmet ah!
Babasının üçüncü oğlu
Köyün saf çocuğu
Sigara içmeyen,
Şehri görmeyen
Aşkı beceremeyen
İnsanlara hep gülen
Ah! Ahmet ah!
Yakıştı mı sana böyle gitmen.
Bize ne olmuştu böyle
Mevlit’i kaybetmiştik
karanlık bir gecede
Ahmet’i yitirmiştik
uğursuz bir günde
Hacer yoktu, Hasan ve Fatih yoktu
Ben ve Mustafa yoktuk
Nurettin zaten yoktu
Ayrılmaz beşli paramparça olmuştu
Ve Ferdi Tayfur’lu geceler
Ve Maltepe ve Fanta ve ton balığı yoktu
Hep dert vardı ve hep kahır vardı.
Çocukluğumuz hep güzelliklerle geçmişti
Ama kader! Acımasız yüzünü
Bize gençlikte gösterdi
Ve acılar üst, üste geldi
Önce Mevlit’i kaybettik
Bilmediğimiz bir sır gibi
Sonra Ahmet’in ölümü
Çöktü üstümüze bir çığ gibi
Ve bir temmuz günü, sabaha karşı
Hacer’in intihar ettiği haberi
Artık hayatı yaşanmaz hale getirmişti.
Niye be Hacer! Niye?
Hangi sebep seni bu çözüme sürükledi ki
O esmer gamzelerine nasıl kıyabildin ki
Niye be Hacer! Niye bunu yaptın ki
Kimin sesi
seni uyandırdı ki kalkasın
O gece hangi düşünce
seni uyutmadı ki ağlayasın
O lanet olası tabancayı
Kim oraya bırakmıştı ki sen bulasın
Nasıl bir cinnet geçirdin ki
kendini vurasın
Ah Hacer! Ah güzel kız
Sende ağlatır mıydın insanı
Hiç düşünmedin mi ardında kalanları
Bu dünya da yaşaman için
Hiç bir nedenin kalmamış mıydı?
Yaşamak ölümden daha mı acıydı
O lanet tetiğe basmak
bu kadar kolay mıydı?
Ah Hacer ah!
Biliyor musun bu ölüm sana hiç yakışmadı!
Artık ne Hacer vardı
Ne Mevlit nede Ahmet
Nede acımı paylaşabileceğim biri
Fatih ve Hasandan sonra
Mustafa da askere gitmişti
Yapayalnızdım ve acılar içinde çaresizdim ben
Büyümüştük hepimiz
Ve biz büyüdükçe acılarımızda büyüyordu bizimle
Önce özlem acısını hissettik yüreklerimizde
Sonra sevda sonra ihanet
Sonra yokluk sonra ölüm acısını tattık
Ve acıların her birisini
Yüreğimizin bir yanına sakladık
Zorda olsa alışmalıydım artık
Ve anlamalıydım artık çocuk olmadığımı
Her şeye rağmen ayakta kalmalıydım
Ve şükretmeliydim tanrıya
Ve sabretmeliydim
Çünkü geçmişi geri döndüremezdim
Hacer’i Ahmet’i ve mevlit’i geri getiremezdim.
Kayıt Tarihi : 10.2.2011 14:39:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!