Zamanımızdaaile kavramı gün be gün yok olmakta, bir şekilde “sokak” hızla ailenin yerini almaktadır.. Sokak ailenin yapamadığını yaparken de adeta geleceğimize kast etmekteyiz.. Peki ya bu tehlikenin boyutları ne alemde…En korkunç şey de bu zaten. Bu dehşetin farkında bile değil çoğu anne baba… Ailenin yerini alan sokak kültürü(!) sayesinde, aile kendisini gün be gün yok etmektedir. Bizler en azından bilinçli anne babalar olarak en başta buna karşı durmalıyız.
Çocuklarımızı çok iyi yetiştirmemiz lazım. Onlar bizim istikbalimiz. Sırf bizim değil hatta, milletin, ümmetin istikbali olacaklar inşallah. Onlar sayesinde bu dava sahipsiz kalmayacak, gelecek mahzun olmayacak.. Bu nedenle bu devirde evlat yetiştirmek bir çeşit gazadır, cihattır. Zira cihadın en önemli şeklidir evlat boyutu...Milletçe en büyük eksikliğimiz de budur. Evlatlarımızın yetiştirilmesindeki bu yanlışlıklar, önemsiyorsak eğer yarınlarımız altına döşenmiş mayın gibidir. Milletim öncelikle bu bilincin farkına varmalıdır.
Zaten taraflı medya, yani televizyonlar, gazeteler, dergiler ve bunların alt yapısını oluşturan denetimsiz yayınlar yeterince gayri ahlaki uygulamalara zemin hazırlamaktadır. Bu denetimsiz yayınlar görsellik ve yazı dilini kullanarak neredeyse öz benliğinden habersiz bir gençlik yetiştiriyor. Bir de bunun sokaklardaki pratik uygulamaları söz konusu. Mesela reklamlar sayesinde çocuklarımız marka takıntılı ve özentili olarak büyüyor. Önce bizden başkalarının ürettikleri ürünlere rağbet ettik. Sonra da o ürünler sayesinde hayatımıza giren diğer etkilere. Çabasını her alanda gördüğümüz dil bozguncularının burada aldıkları sonuçlar tüyler ürpertiyor. Çocuklarımızın daha küçük yaşlarda iken (ki o yaşlardaki kontrolü tamamen anne babaya aittir) giydikleri giysilerle başlıyoruz mesela. Çoğu yabancı markalı ve üzerinde yazılan yazıların anlamını dahi bilmiyoruz. Hani tabiri caiz değil ama üzerindeki yazı küfür olsa dahi bilmeyeceğiz… Şöyle bir gezmeye götürüyoruz içimizdeki tüm sevecenlikle. Gideceğimiz yer belli. Tamamı ile yabancı kökenli olan alışveriş merkezleri ve orada elimizden kansız silahsız ve dahi gönüllü olarak alınan kültürümüz.. Afedersiniz, onlar almıyor, biz kendimiz teslim ediyoruz bu alandaki tercihlerimiz sayesinde… Sonuçta öyle bir hale geldik ki buralarda arza sunulan mamuller aslında memleketimizde üretildikleri halde de, sırf etiketleri yabancı olduğu için tercih sebebimiz oldu!
Neydik biz? Neyi beceremiyorduk ki bu pazar elimizden bu şekilde, tereyağından kıl çeker gibi alınıverdi… Bu yabancı markalar konusunda yazdığım ilk yazı değil. Daha önce de bu konuda çeşitli dergilerde yazılarım oldu. Ve hepsini adeta içim burkularak, içim kan ağlayarak yazmışımdır… Üzüntümü tarif etmem imkansız.. Çünkü elden giden kültürümüz ve geleceğimizdir. Ve ne yazık ki hala bunu fark edememekteyiz toplum olarak.
Orta okul yıllarımda, Peyami SAFA’nın edebiyatımızın değerli eserleri arasında yerini alan “Sözde Kızlar” adlı eserini okumuştum. O eserde de devrin manevi çarpıklığı ve bunun sonucunda yaşanılan felaketler bütün çıplaklığı ile anlatılıyordu. Gençliğin öz benliğinden ve milli kültüründen kopartılarak nasıl yabancılaştırıldığı ve aleni bir felakete sürüklenmesini konu alan romanın etkisiyle daha bir çocukken, dehşetine düşmüştüm bu acımasız savaşın. Evet savaş diyorum çünkü bu bir stratejik savaştır… Kökeni ta eskilere dayanan, emperyalist ve sömürücü güçlerin memleketimin üzerinde oynadıkları bir soğuk savaştır… Bu millet ki Çanakkale’de kaybetmediklerini artık kaybetmektedir. Hala görülmez mi?
Peyami Safa eserini 16 yaşında yazdığına göre arada çok uzun yıllar olmalı. Ama değişen hiçbir şey yok. Hatta daha da kötüleşmekte durum… daha bir habisleşmekte.. daha çok yabancılaşmaktayız özümüze.. Yani bize. Kendine yabancı olanın kendine hayrı olur mu? İşte durumun dehşeti… Ve hala farkında değiliz..
Bir de Reşat Nuri GÜNTEKİN in “Yaprak Dökümü” var hatırladıklarım arasında.. Bu iki eserde de değinilen konu aynıdır hemen hemen. Toplumun özentileri sebebi ile bozulması, yok olması ve felaketlere gebe kalması… Ailelerin evlatlarına sahip çıkamaması ve güç yetirememesi. Şimdilerde bir televizyon kanalında dizi olarak veriliyor Yaprak Dökümü… İzliyoruz, akşamın rehavetli saatinde yorgunluğumuzu alan sürükleyici bir dizi niyeti ile. Gerçi dizi versiyonu kitabın özgün şekli kadar etkileyici olamamış. Çünkü film sunumundaki amaç zaten budur. Eğlence kültürüne hizmet.. Verilmesi gereken mesajlar da aralarda öylesine gelişigüzel serpiştirilmiş ki toplumun bir kesiminin şuan bunu algılayacağını hiç zannetmiyorum. Ancak bu sömürücü ve yok edici zihniyete karşı olan anne ve babalar algılayabilir diye düşünüyorum. İşte bu tür anne ve babalara en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamandayız.Çevremde bu konuda yaptığım söyleşiler gösterdi ki haklıyım. Maalesef haklıyım… O ve benzeri diziler de sırf sürükleyiciliği sebebi ile izleniyor maalesef…
Üstadın 'DESTAN' adlı şiiri vardı beni her okudukça dehşete düşüren. O şiirde de öyle zalimdir ki milletimin başındaki belalar…. Şair büyük bir duyarlılıkla yazmış aile hayatının sokaklarda nasıl rezil ve rüsva edildiğini.. Aradan çok uzun yıllar geçmiş. Şöyle bir baktım. Heyhat. Değişen bir şey yok. İçim yana yakıla o esere nazire yazmıştım kendimce. 'DESTAN YİNE DESTAN' demiştim.. Dedim de, Allah sonumuzu hayır eylesin. Eğer bu nemelazımcılık, duyarsızlık ve bilinçsizlik devam ederse daha bu ve bu gibi eserlerden çok yazacağa benzeriz. İçimiz yana yakıla hem de…. Kendimiz yazarız da yine kendimiz yanarız… Gençliği sokaklarda gördükçe kahrolurum hep.. Ben o yaşlarda okuyacak bir gazete sayfası bulamazken, gençlik sokaklarda zamanı adeta içmekte.. Gayesiz,başı boş,ve kendinden geçmiş bir şekilde. Artık ömrün pek az bir kısmı evlerde ve faydalı mekanlarda geçiyor farkında iseniz.
Dikkatimi çeken şu ki; ben durumdan çok rahatsız oldukça bu tür şeyler adeta gözüme girer oluyor. Sanki her şey sözleşip önüme geliveriyor…O zaman daha çok üzülüyorum ve daha çok düşünüyorum. Demek ki toplum olarak rahatsız olmamız gerekiyor. Demek ki her şeyin çılgınca kontrolümüzden çıkmasına sebep bu durumlara aldırış etmemek ve üzülmemektir… Demek ki artık bir besmele çekip bir yerlerden başlamak zamanıdır.. daha fazla geç kalmadan…
Bu sebepledir ki evlatlarımıza sahip çıkmalıyız diyorum. Onları sokaklardan kurtarmalı ve bizler yetiştirmeliyiz. Ki onlar göz bebeklerimiz, kıyamadıklarımız ise eğer onların geleceği altındaki mayınlara engel olmalıyız…Yoksa sonucu düşünmek bile istemiyorum.
Allah korusun!
.../.
Sevim YakıcıKayıt Tarihi : 11.7.2007 14:15:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
sokak kültürü (!) sokağın da kültürü mü olurmuş demeyin. Esas kültürümüze sahip çıkamıyorsak kültür sokaklara düşmüş demektir ve bunun adı düpedüz savaştır. Evet savaş diyorum çünkü bu bir stratejik savaştır… Kökeni ta eskilere dayanan, sömürücü güçlerin memleketimin üzerinde oynadıkları bir soğuk savaştır… Bu millet ki Çanakkale’de kaybetmediklerini artık kaybetmektedir. Hala görülmez mi? embed src=' http://www.antoloji.com/siir/media/59/www_antoloji_com_766359_970.WMA' width='70' height='27' type='text/plain; charset=ISO-8859-9' autostart='true' loop='true' hidden
Selâm ve dua ile...
Hamburgercilere gitme kızım kuru fasulye ye demek çözüm olmayacaktır .(bu benim formülüm :)) )
Metalica dinleme sanat müziği dinle demek te çözüm değil
Hakim kültür her zaman borusunu öttürür.Bu çocukların değil büyüklerin suçu.
Farkında olmadan yaşanılan ömürlerin bir sonucu.
Avamilik toplumun her kesimini fethedince farklı birşey getiren herşey bir çığırmış gibi görünüyor.Zira su sığ karpuz kabuğu gemi etkisi yapmaktadır.Oysa derin sularda en büyük gemiler bile karpuz kabuğunun sığ sudaki etkisinden daha az etkili görünür.....
böyle mevzulara girmek güzelmiş , arkası geliyor yazdıkça , iyi kaptım bu işi :))
Bu konuda söylenecekleri siz söylemişsiniz zaten... Bize okumak düşüyor...
Aynı hüzün gözlerimizde...
Kalem daim olsun.
Kutlarım
Sevgimle
....not...kota nedeni ile ekleme yapamıyorum yorumla desteğe devam dost
TÜM YORUMLAR (28)