43.
ÇOCUK OYUNU
Tembel Tekerlek
(13 Ekim-19 Ekim Mesleki Eğitim Haftası)
FEV
BU OYUNDA KİMLER OYNUYOR:
MASALCI PALYAÇO:
USTA:
BABA:
ÇIRAK:
SALONDA OTURAN YÖNLENDİRİCİ 1. ÇOCUK
SALONDA OTURAN YÖNLENDİRİCİ 2. ÇOCUK
SALONDA OTURAN YÖNLENDİRİCİ 3. ÇOCUK
SALONDA OTURAN YÖNLENDİRİCİ ÇOCUK SAYISI
İSTENİLDİĞİ KADAR ARTIRILIR.
DEKOR:
Bir marangoz atölyesi. Karşıda büyük bir pencere. Pencereden mavi engin bir göl görünmektedir. Görüntünün deniz değil de göl olduğunu izlenimini versin diye suyun yakın planında ördekler yüzüyor olabilir.
Sahnenin bir köşesindeki masasında Usta, tahtaları ölçüp, biçip çakıştırmaktadır. Masanın üzerinde marangoz aletleri, bir sürahi, bir de bardak vardır. Masanın ardında ustanın oyurduğu bir sandalye, yanında da boi bir sandalya daha vardır.
Yan duvarda bir raf. Rafta kavanozlar.
Çıkışa yakın duvara dayalı uzunlu kısalı tahtalar.
MASALCI PALYAÇO: (Şarkı söyleyip oynayarak girer.) Burası neresi? (Salondaki izleyici çocuklara bakakalır.) Bunlar kim? Nereye geldim ben?
SALONDA ALKIŞLAR…
MASALCI PALYAÇO: Lunapark’a gideyim, diye yanlışlıkla tiyatroya geldim galiba. Şansa bak, eğleneyim derken eğlendirici olduk.
SALONDA GÜRÜLTÜ
MASALCI PALYAÇO: Tamam tamam, kesin gürültüyü. Eğlendireceğiz işte sizi. Ama bedava eğlendirmek olmaz. Karşılığında düşüneceksiniz siz de. “Ne demek istiyor bu palyaço? ” diye… Tamam mı?
SALONDA: TAMAM… SESLERİ.
MASALCI PALYAÇO: Kesin, dedim! Alkışlasanız neyse.
SALONDA ALKIŞLAR.
MASALCI PALYAÇO: İşte bunu kesmeyin. Akşama kadar alkışlasanız varım. Tamam tamam… Bu kadar alkış yeter şimdilik. Birazını da sonraya saklayın. Başlıyorum… Vaktiyle zamanında, zaman zaman içinde… Kalbur zaman içinde… (Saç olmayan kel kafasını kaşır) Kalbur mu samanın içindeydi, saman mı kalburun içinde? Neyse, boş ver, çocuklar ayrımsayamadılar bu çelişkiyi zaten.
SALONDA ISLIKLAR…
MASALCI PALYAÇO: Ayrımsadınız mı? Pardon, ben sizi çocuk sanmıştım. Çocuk değilseniz nesiniz? Genç mi? Haydi canım siz de… Daha parmak kadar bile yoksunuz.
SALONDA YİNE ISLIKLAR.
MASALCI PALYAÇO: Tamam tamam, gençsiniz. Şaka yaptım… Şaka yaptım diyorum canım! Siz de şakadan hiç anlamıyorsunuz. Kendimi bağışlattırmak için bir fıkra anlatayım bari. (Anlattıklarını yaşar.)
- Dağın birinde koyun kuzu güden bir çoban varmış. Bu çoban bir gün kente inmiş. Sağda solda dolaşırken bir kuşçu mağazası görmüş. Merak edip içeriye girmiş. “Bu kuştan bizim dağda var, bu kuştan bizim bağda var…” diyerek kuşlara baka baka geziyormuş. Bir papağanın önüne gelince durmuş. İlk kez bir papağan görüyormuş. Ona ilgiyle bakarken papağan konuşmuş:
- Ne bakıyorsun salak!
Çoban neye uğradığını şaşırmış. Bir adım geriye sıçramış.
- Perdon… demiş. Ben seni kuş sandıydım arkadaş.
Gülün gülün… Fıkra bitti. Nerde kalmıştık? Kalbur neredeydi? Samanın içindeydi, değil mi? Tamam… Samanın içindeydi. Olmaz ya, oldu diyelim. Sonracığıma söyleyeyim, ben babamın beşiğini tınır mıngır sallarken... Babamım beşiğini mi? Babaların beşiği olur mu? Bebek mi babalar? Masal işte… Ben masalı sallarken… Uydur gitsin… Ne uydursan yer bu çocuklar.
SALONDAN YUUU SESLERİ.
MASALCI PALYAÇO: Yemez misiniz? Yemezsiniz tabii. Masal yenir mi? Geçelim… Develer tellel iken, eşekler hamal iken… Çin-i-maçin’de bir marangoz ustası yaşarmış. (Duraksar, sağa sola kapıya bakınır.) Lafı amma uzattık ha! .. Oyunun tamamını ben mi oynayacağım? .. Nerde oyunun yazarı? Palyaçolar hiç düşünülmez mi? Bu kadar rolü nasıl ezberleyecek bu palyaço denmez mi? (Kararlı görünür.) Ben oynamıyorum arkadaş! Gidiyorum… Haydi, hoşça kalın.
SALONDA:
- GİTME GİTME! .. SESLERİ.
MASALCI PALYAÇO:: Gitmeyeyim mi?
- DÖN DÖN! .. SESLERi.
MASALCI PALYAÇO: Döneyeyim mi? Beni seviyor musunuz?
- EVEEET! .. SESLERİ.
MASALCI PALYAÇO: Şu sizin hatırınız da olmasa hiç çekileceği yok bu işin. Hanimiş benim alkışlarım? ...
SALONDA: ALKIŞLAR.
MASALCI PALYAÇO: Şimdi oldu… Sürdürelim… Bu marangoz ustasının çırağı büyümüş, mesleğiyle birlikte yaşamı da öğrenmiş. Sonra da bu yakınlarda bir yerde kendi dükkanını açıp, işini yürütmeye başlatmış. Bu ara içeriye, elinden tuttuğu çocuğuyla bir baba girmiş.
BABA İLE ÇIRAK GİRER. MASALCI PALYAÇO SALONDAKİ ÇOCUKLARA EL SALLAYARAK, EĞİLİP DOĞRLARAK SELAM VERE VERE ÇIKAR.
BABA: Bu zamanın hoş olsun usta.
USTA: Herkesin bütün zamanları hoş olsun arkadaş.
BABA: Dükkân açmışsın…
USTA: Ya, öyle mi? Ben ev açtığımı sanıyordum.
BABA: Çok şakacısın usta.
USTA: Öyleyimdir; huyum kurusun.
BABA: Usta be, senden bir dileğim var.
USTA: Söyle bakalım. Neymiş dileğin? Evine kapı mı yapmamı istiyorsun, yoksa odana masa mı? Mutfağa tezgâh ya da raf da yapabilirim. İstersen damına çatı kurarım.
BABA: Yok be usta… Ne kapı, ne masa ne de başka şey.
USTA: Tren yapmamı istemiyorsun herhalde. Kusura bakma ama ben tren yapamam. Çünkü tren icat edilmedi daha. Belki 500 yıl sonra edilir.
BABA: Ne treni usta, ben şu çocuğu… diyordum.
USTA: Ne olmuş çocuğa?
BABA: Onu yanına çırak alsan…
USTA: Hım… Hiç de fena bir fikir değil. Bana da bir çırak gerekti zaten.
BABA: Öyleyse verdim gitti. Eti senin kemiği benim.
USTA: Ben ne yapayım çocuğun etini be adam! Yamyam mıyım?
BABA: Yok canım o anlamda değil. İstersen kulağını uzat…
USTA: Sen yerince uzatmışsın zaten kulağını.
BABA: İstersen döv onu.
USTA: Yok daha neler. Öğretimde dayak var mı?
BABA: Yani ne istersen yap. Yeter ki mesleği öğret ona.
USTA: Bak, bunu yaparım işte. Tabii kendisi de istiyorsa…
BABA: İstiyor istiyor. (Çocuğa sorar.) İstiyorsun değil mi?
ÇIRAK: (Gözü çevrede) Neyi?
BABA: Mesleği öğrenmeyi?
ÇIRAK: Ne mesleği?
BABA:Marangozluk?
ÇIRAK: Hııı…
USTA: Gözüm tutmadı bu çocuğu. Adın ne senin oğlum?
ÇIRAK:
Benim mi?
USTA: Yok, babamın…
ÇIRAK: Ben sizin babanızın adını nereden bileyim usta?
USTA: Tövbe tövbe… Elbette senin adını soruyorum çocuk!
ÇIRAK: Haaa… Akıllı Veli.
USTA: Akıllısı böyleyse… Akılsız olsa yandık. Sen bu işi öğrenmek istiyor musun?
ÇIRAK: Hangi işi?
USTA: Bir saattir ne konuşuyoruz biz babanla?
ÇIRAK: Ne konuşuyorsunuz?
USTA: Eşeğin kulağında kaç sinek var Veli?
ÇIRAK: Eşeğin mi? Hani nerede eşek?
USTA: (Babaya) Kardeş, sen bu oğlanı al, bir kömürcüye götür. Orada daha iyi iş öğrenir.
BABA: Lütfen usta. Oğlumun temiz bir iş öğrenmesini istiyorum. Lütfen, marangozluk öğret ona.
USTA: Öğreteyim ama onun aklı başka yerde.
BABA: Yok, işe başlarsa aklı başına gelir.
USTA: Hiç umudum yok ya, bir deneyelim bakalım.
BABA: Haydi bana izin öyleyse. (Telaşla kapıya yönelir.) Çırağın uğurlu olsun.
ÇIRAK: (Babasının ardı sıra yürür.)
BABA: (Oğluna) Sen kal Veli… (Çıkar)
ÇIRAK: (Babasının ardından bakakalır.)
USTA: (Kendi kendine) Yandık! (Çocuğa seslenir.) Veli! ..
ÇIRAK: Efendim…
USTA: (Kendi kendine) Bu iyi işte. Adını biliyor. (Çırağa) Bak orada bir tahta var. Onu bana getir.
ÇIRAK: Şunu mu?
USTA: Hayır onun yanındakini.
ÇIRAK: Bunu mu?
USTA: Onun sağındakini.
ÇIRAK: Anladım… Şunu istiyorsun.
USTA: Oğlum orası sol. (Sinirli sinirli mırıldanır.) Bu çocuk daha sağını solunu bilmiyor. (Bağırır) Sağdakini diyorum sağdakini! Öbür yandakini yani!
ÇIRAK: Şu? ..
USTA: Evet, o. (Kendi kendine) Bu çocuk bağırmazsan anlamıyor galiba.
ÇIRAK: Ne yapayım bunu usta?
USTA: (Kendi kendine) Bana usta, dedi. Gelişme var bunda. (Çırağa) Bana getir onu.
ÇIRAK: Bunu mu?
USTA: (Sinirlenir) Hayır, Şunu bunu.
ÇIRAK: (Tahtaların hepsine sarılır.)
USTA: Hepsini değil hepsini değil, birini!
ÇIRAK: Şunu mu?
USTA: Hayır hayır! İlk gösterdiğini!
ÇIRAK: Hangisini istediğine karar ver artık sen de usta. Sen şunu istiyorsun galiba.
USTA: Evet evet evet! ..
ÇIRAK: Tamam canım, bağırma; anladık… Offf amma ağrımış ha!
USTA: Neresi ağır oğlum bunun? Küçücük tahta.
ÇIRAK: Öyle deme usta. Sen büyüksün de sana öyle geliyor.
USTA: Getir onu bana.
ÇIRAK: Tamam… Iııh… Ooofff… İşte getirdim usta.
USTA: Oflayıp puflayacak ne var? Hafifçik bir şey… Burnumla bile taşırım ben bunu. (Bununun üstüne koyar.)
ÇIRAK: (Kahkahalarla güler.) Harika harika! Çok komik bir adamsın usta. Bi daha yapsana şunu…
USTA: Kes! Şimdi al masanın üstüne koy bakalım bunu.
ÇIRAK: Koyamam.
USTA: Neden?
ÇIRAK: Çok fena kıymıkları var bu tahtanın be usta…
USTA: Ne kıymığı oğlum? Kıymığı filan yok.
ÇIRAK: Var usta var. Sen göremiyorsun. Elime bak istersen. Ne kötü battılar. Uuuf… Ne de de fena ağrıtıyorlar.
USTA: Bakalım… (Çırağın ellerini avuçlarına alıp bakar.) Eline batmış kıymık filan yok.
ÇIRAK: Gözlerin zayıflamış senin usta. Sana bir gözlük gerek.
USTA: Şimdi de akıl veriyor. (Tahtayı kendisi masaya bırakır. Masadan aldığı dolabı çırağa uzatır.) Al şu para dolabını.
ÇIRAK: (Alır) Ne güzel bir şeymiş! Bunu bana mı veriyorsun usta?
USTA: Neden sana vereyim? Komşu fırıncının siparişi bu. Bu para dolabını al, fırıncıya ver gel. Parası önceden alındı.
ÇIRAK: (Keyifsiz) Ta fırıncıya kadar götürecek miyim bunu?
USTA: Ta dediğin neresi oğlum? Bitişikteki dükkân.
ÇIRAK: Öyle deme usta. Nereden baksam yine 50 adım gelir.
USTA: Abartma. 10-15 adımlık yer.
ÇIRAK: Bahşiş verirler mi acaba?
USTA: Belki verirler.
ÇIRAK: Vermesinler de göreyim onları. Ben bir an önce gidip şu bahşişimi alayım. (Kutuyla çıkar.)
USTA: (Yeni bir işe dalmıştır.)
PALYAÇO: (Şarkı söyleyip dans ederek girer.)
İşin var senin bu çırakla usta
Ele geçirmişken bırakma usta.
Kaçacak olursa kucakla usta
Böyle çırak düşmanların başına.
PALYAÇO: (Sahnenin önüne gider, çocuklara sorar.) Çırak nasıldı çocuklar? İyi miydi?
SEYİRCİLER: Hayııır…
PALYAÇO: Çalışkandı değil mi?
SEYİRCİLER: Hayııır…
PALYAÇO: Tembel mi?
SEYİRCİLER: Eveeet.…
PALYAÇO: Siz de böyle olmak ister miydiniz?
SEYİRCİLER: Hayııır…
PALYAÇO: Aferin size… O zaman çalışkan çırak şarkısının yeridir. Ben söyleyeyim, siz yineleyin.
PALYAÇO:
Çırak dediğin
Atılgan olmalı
SEYİRCİLER:
Çırak dediğin
Atılgan olmalı
PALYAÇO:
Söylenen her sözü
Hemen anlamalı
SEYİRCİLER:
Söylenen her sözü
Hemen anlamalı
PALYAÇO:
Çalışkan çırağım ben
İşi kavrarım hemen…
Çalışkan çırağım ben
İşi kavrarım hemen…
PALYAÇO:
Leb demeden leblebiyi kaparım
İsteneni zamanında yaparım
Leb demeden leblebiyi kaparım
İsteneni zamanında yaparım.
PALYAÇO: (Şarkı söyleyip dans ederek çıkar.)
Salak bir dost yerine
Akıllı düşman olsun
Düşman işi bilinir
Salağa akıl ermez.
Düşmanları yenmeye
Ne top ne tüfek gerek
Üstlerine salmaya
Böyle bir salak gerek.
ÇIRAK: (Sallana sallana girer.) Ooof.. Öööf… Aman… Öldüm… Bittim… Ne kadar uzaktı yol… Bir de on-on beş adım diyordun usta. Saydım tam yirmi bir adım. Yoruldum… Hava da öyle sıcak ki. Terler içinde kaldım. İyice bunaldım usta. Bari bahşiş verseydiler. Onu da vermediler.
USTA: Yoruldun demek çırak.
ÇIRAK: Yoruldum usta. Hem de nasıl!
USTA: Sana şimdi ne gerek biliyor musun?
ÇIRAK: İyi bir yemek gerek.
USTA: Bilemedin.
ÇIRAK: (Kokuya) Yoksa bş kardeşi yemek mi gerek?
USTA: Hayır hayır, bizde dayak yok.
ÇIRAK: Bu iyiymiş bari. Öyleyse yatıp dinlenmek gerek.
USTA: Dinlenmeyi unut. Sana altın değerinde bir ders vereyim.
ÇIRAK: Ders mi? Nasıl bir şey o usta? Yenir mi, içilir mi?
USTA: Değerini bilirsen hem yenir hem içilir.
ÇIRAK: Öyleyse durma, ver usta.
USTA: Tamam veriyorum. Dinle. Oğlum çırak…Bak orada rafta bir kavanoz var.
ÇIRAK: Şurada mı? Evet, gördüm. Bir değil bir çok kavanoz var burada usta.
USTA: Bize birisi gerek.
ÇIRAK: Üzerinde şeker yazılı olan mı?
USTA: Hayır…
ÇIRAK: Bal yazılı olan mı?
USTA: Hayır…
ÇIRAK: Ya hangisi usta?
USTA: İşine gelmeyeni görmüyorsun gfaliba? Bak onların yanında bir kavanoz daha var. Gördün mü?
ÇIRAK: Gördüm…
USTA: Üzerinde ne yazıyor.
USTA: Tuz yazıyor usta. Ama tuz yenmez ki…
USTA: Sen getir onu bana.
ÇIRAK: Ooof of! Kim uzanacak şimdi buna.
USTA: Şekere uzan deseydim uzanırdın ama.
ÇIRAK: Elimde değil. Şeker lafını duyunca boyum uzayıveriyor.
USTA: (Bağırır.) Tuzu al da gel!
ÇIRAK: Tamam usta, tamam, getiriyoruz… (Tuz kavanozunu alıp ustaya verir.)
Buyur usta.
USTA: Şimdi de şu bardağa sürahiden su doldur.
ÇIRAK: Sahi, terleyip duruyorum. Burada da su var. Niçin içip serinlemiyorum? İşte bardağı doldurdum. (Bardağı dudaklarına götürmek ister.)
USTA: Dur, içme. Bırak bardağı masaya.
ÇIRAK: (Şaşkın, ustasının dediğini yapar.)
USTA: Şimdi tuz kabından bir kaşık su alıp bu bardağa boşaltıyoruz.
ÇIRAK: Aman usta ne yapıyorsun? Ben içecektim o suyu.
USTA: Yine içeceksin. İyice eritelim tuzu… (Karıştırır.) Şimdi iç bakalım.
ÇIRAK: İçemem usta.
ÇIRAK: İç…
ÇIRAK: Tuzlu su içilir mi?
USTA: İç, dedim sana! (Çırağa çok sert bakmaktadır.)
ÇIRAK: Bu nasıl iş? (Ustanın bakışlarından çekinir.)
ÇIRAK: Tamam, içelim bakalım. (Bir yudum tadar; yüzünü ekşitir.) Öööğk! .. (Aceleyle mendilini çıkartıp içine tükürür.) Tuuu…
USTA: Nasıldı suyun tadı?
ÇIRAK: Berbat!
USTA: Şimdi şu pencereden dışarıya bak bakalım. Ne görüyorsun?
ÇIRAK: Uşsuz bucaksız mas mavi bir göl.
USTA: (Elindeki tuz kavanozuyla sahnenin önüne gider.) Benimle gel.
ÇIRAK: (Ustanın arkası sıra gider.)
ÇIRAK: (Salonu gösterir.) Şimdi de şu balkondan bak bakalım. Buradan ne görüyorsun?
ÇIRAK: Aynı göl…
USTA: (Tuz kavanozunu çırağa uzatır.) Al bakalım şunu. Kavanozdaki bütün tuzu göle dök.
ÇIRAK: (Söyleneni yapar.)
USTA: Balkondan göle dokunabilir misin?
ÇIRAK: (Çömelip elini uzatır.) Dokunuyorum.
USTA: Gölden bir avuç su al, iç.
ÇIRAK: (Gölden bir avuç su alıp içer.)
USTA: Tadı nasıl?
ÇIRAK: Güzel.
USTA: Tuzun acısını hissettin mi?
ÇIRAK: Yooo… Hissetmedim.
USTA: Gel benimle. Otur şu sandalyeye, karşıma.
ÇIRAK: Yok, oturmayayım usta.
USTA: Neden?
ÇIRAK: Çıraklar oturmaz.
USTA: Oturur oturur. Onlar da yorulur. Otur sen.
ÇIRAK: (Sandalyenin ucuna ilişir.)
USTA: Şimdi beni iyi dinle. Yaşamdaki bütün olumsuzluklar işte böyle bir avuç tuz gibidir oğul. Ne demek istediğimi anlıyor musun oğul.
ÇIRAK: (Başını sallar.)
USTA: Eğer sen küçük bir bardak su isen, tuzun bütün acısını yaşarsın. Böylece yaşamın olumsuzluklarından etkilenirsin.
ÇIRAK: (Başını sallar.)
USTA: Eğer bütün kalbinle bu göl gibiysen, yaşamın boyunca karşılaşabileceğin hiçbir olumsuzluk seni etkileyemeyecek.
ÇIRAK: Oh, ne güzel…
USTA: Şimdi seçim senin. Karar ver. Yaşamında bir bardak su mu olmak istersin yoksa bir göl mü?
ÇIRAK: Bir göl olmak isterim usta. Göl olmak isterim. Göl göl göl! ..
PERDE KAPANIR. ARDINDAN HEMEN AÇILDIĞINDA ARTIK NE USTA VARDIR NE ÇIRAK.
PALYAÇO: (Sesizce girer. Sahnenin önünde durur.) Öykü burada bitiyor ama biz sözü uzatalım biraz. Şimdi biz de bir karar verelim mi? Ne dersiniz çocuklar? Hayatta sadece bir bardak olarak kalmak ister misiniz?
SALONDAN: Hayııır… sesleri.
PALYAÇO: Ya masmavi bir göl olmayı? Bunu ister misiniz?
SALONDAN: İsteriiiz… sesleri.
PALYAÇO: Mavi bir göl olmanın bedeli vardır ama.
ÇIRAK: (Sahneye girerek Palyaçonun yanına doğru gelir.) Bu bedel nedir Palyaço abi? Ha, nedir? Ne gerekiyorsa yaparım. Artık içten kaçmam. Tembellik etmem. Mızmızlığı bırakırım… Nedir mavi göl olmanın bedeli?
PALYAÇO: Bunu sana ustan söylemeli.
ÇIRAK: Ama ustam şimdi nerede, bilmiyorum ki…
USTA: (Sahneye girer, öbürlerinin yanına gelirken konuşur.) Buradayım iyi çırak.
ÇIRAK: İyi çırak mı? Ben mi? İyi çırak mıyım ben?
USTA: Sadece iyi çırak değilsin, iyi çocuksun aynı zamanda.
ÇIRAK: Gerçekten mi?
USTA: Gerçek ama bunu da en iyi baban bilir. Burada olsaydı da sorsaydık.
BABA: (Sahneye girer, öbürlerinin yanına gelirken konuşur.) Buradayım burada… (Çırağa) Evet oğlum, iyi bir çocuksun sen… Bütün babalar çocuklarının dünyanın en iyi çocuğu olduğunu düşünür. Ben sadece düşünmüyorum. Aynı zamanda biliyorum. Sen dünyanın en iyi çocuklarından birisin.
PALYAÇO: O zaman yaşasın iyi çocuklar. (Salondakilere sorar.) Yaşasın mı iyi çocuklar?
SALONDAN ÇOCUKLAR: Yaşasın!
USTA: Öyleyse ben de iyi çırağıma mutluluğun anahtarını veriyorum. Bu anahtar iyimser olmaktır. Başına gelebilecek her kötü olayı iyiye yormayı öğrenenlere, mutluluk saraylarının bütün kapılarını açar bu anahtar.
ÇIRAK: Öğrenirim ustam, öğrenirim! Kötü bir durumla karşılaşınca ‘Daha kötüsü de olabilirdi,’ diye düşünürüm. Başıma gelenleri iyiye yorarak mutlu olmaya çalışırım.
USTA: Aferin sana. İşte mutluluğun anahtarı bu. İyi sakla bu anahtarı. Hiç yanından ayırma. Onu yanında taşıdıkça hep mutlu olacaksın.
ÇIRAK: Tamam ustam. Var ol.
PALYAÇO: Bana anahtar yok mu? Bana anahtar yok mu?
USTA: Var var…
PALYAÇO: (Salondaki izleyicilere sorar.) Yok mu çocuklar? Bana anahtar yok mu? Mutluluğun anahtarı…
SALONDAKİ İZLEYİCİLER: Var var…
USTA: Bu anahtar bütün palyaçolarda doğuştan var zaten.
PALYAÇO: Evet, öyle ya…
USTA: Palyaçolar gülümsedikçe. Mutluluğu bütün çocuklara taşırlar. Mutluluğun anahtarı onların avuçlarındadır. Haydi Palyaço, üfle avcuna. Üfle ki avucundaki bütün mutluluk anahtarları kuş olup çocukların omuzlarına konsun.
PALYAÇO: Üflüyorum çocuklar. Mutluluğun anahtarını kapmaya hazır olun. (Avucunu salondaki çocuklara doğru tutarak üfler üfler üfler…)
SALONDAKİ ÇOCUKLAR: (Mutluluk anahtarlarını kapmak için çığlıklar atarlar.)
PALYAÇO: Herkes birbirine üflesin mutluluk anahtarlarını. Böylece elden ele gezsin anahtarlar.
SALONDAKİ ÇOCUKLAR: (Hem birbirlerine, hem sahneye avuçlarından mutluluk kuşları uçururlar.)
BABA: (Somurtarak sahnede dolaşmaktadır.)
USTA: Sen neden mutlu değilsin çırağımın babası?
BABA: Ben… Oğlumun okumasını istemiştim hep usta. Okumadı… O zaman ben de onu bir meslek öğrensin diye sizin yanınıza marangozluğa koydum. Ama isterdim ki oğlum öğrenim görmüş bir meslek sahibi olsun.
ÇIRAK: Benim yüzümden mi mutsuzsun baba?
BABA: (Yanıt vermez.)
ÇIRAK: Seni mutlu edeceğim baba.
BABA: Nasıl?
ÇIRAK: Bir meslek okulunda okuyarak…
BABA: Peki, ustan ne olacak?
ÇIRAK: Okuldan çıkınca da onun yanında çalışırım. Dünyada hem çalışıp hem okuyan o kadar çok çocuk var ki.
BABA: Yaşa be oğlum.
ÇIRAK: Sen de yaşa baba.
BABA: Biliyordum, biliyordum benim oğlumun en iyi çocuklardan olduğunu!
PALYAÇO (Sahnedekilere de mutluluk anahtarı üflemektedir.)
ÇIRAK: Haydi baba, şu mutluluk anahtarımdan bir tane de senin için kapalım.
BABA: Kapalım oğlum.
BABA OĞUL PALYAÇONUN ÜFLEDİĞİ MUTLULUKTA KAPMAK İSTER.
PALYAÇO (Şarkı söyleyip dans ederek sahneden salona iner. Öbür oyuncular şarkı söyleyip dans ederek onu izler.)
DANS EDİP ŞARKI SÖYLEMEYE SALONDAKİ İZLEYİCİLER DE KATILIR.
Çırak dediğin
Atılgan olmalı
Çırak dediğin
Atılgan olmalı
Söylenen her sözü
Hemen anlamalı
Söylenen her sözü
Hemen anlamalı
Çalışkan çırağım ben
İşi kavrarım hemen…
Çalışkan çırağım ben
İşi kavrarım hemen…
Leb demeden leblebiyi kaparım
İsteneni zamanında yaparım
Leb demeden leblebiyi kaparım
İsteneni zamanında yaparım.
Çalışkan çırağım ben
İşi kavrarım hemen…
Çalışkan çırağım ben
İşi kavrarım hemen…
BİTTİ
Fevzi GünençKayıt Tarihi : 15.9.2009 00:51:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!