28. Çocuk Oyunu
FALAKA
Öykü: ÖMER SEYFETTİN
Yeniden Yazarak Oyunlaştıran:
FEVZİ GÜNENÇ
Oyundaki Kişiler:
HOCA:
HABİP:
ÖMER:
CEMİL:
MAHMUT:
YAŞAR:
NECİP:
HAYRİ:
CELAL:
MERCAN KALFA:
KAYMAKAM:
YARGIÇ:
KARAKAÇAN (Eşek) :
BİR SEYİRCİ
ÖĞRETMEN:
DEKOR: Eski zaman Okulu. Yende kilimler. Rahleler. Hocanın büyük rahlesi, minderi… Kısa pantolon giymiş çocuklar rahlelerinin önünde diz çökmüş. Her kafadan bir ses çıkıyor.
ÖMER: (kapıdan görünür) Koşun koşun çocuklar! Abdurrahman Çelebi gelmiş!
YAŞAR: Yaşasın! Bugün hoca yine eşeğiyle gelmiş!
CEMİL: Çelebi gelmiş! Çelebi gelmiş!
HEPSİ: (Tempoyla kapıya hücum eder) Abdurrahman Çelebiİ… kara eeeş-şek!
Abdurrahman Çelebi huysuz eeeş-şek!
Abdurrahman Çelebi inatçı eeeş-şek!
YAŞAR: (Dışardan bağırır) Kaçın çocuklar, kaçın! Hocaefendi geliyor!
HEPSİ: İtişerek sınıfa doluşur yerlerine oturur) Günaydın Hocaefendi.
HOCA: Tamam tamam, kesin sesinizi!
MAHMUT: Abdurrahman Çelebi’ye su vereyim mi Hocaefendi?
HOCA: Sabah sabah ne yedi ki su içsin, a eşek oğlum!
HABİP: Ona evimizden yem getireyim mi Hocam? Babam bu sabah bostandan taze yonca kesip getirdi.
HOCA: Getir bakalım!
HABİP: (Sesi giderek uzaklaşır) Yaşasın! Abdurrahman Çelebi’yi bugün ben besleyeceğim! Yaşasın, akşama kadar dersi yırttım! ..
YAŞAR: Çelebiyi tımar edeyim mi Hocam?
HOCA: Boyun uzasın da o zaman edersin.
MAHMUT: Ayağının altına cigara kağıdı koyarsa boyu uzar hocam!
HOCA: Sen sus!
CEMİL: Çelebiyi ben tımar edeyim mi Hocam? Benim boyun uzun.
HOCA: Et bakalım.
MAHMUT: Yaşasın, (Sesi giderek uzaklaşır) Çelebiyi ben tımar edeceğim! Yaşasın, bugün dersi ben de yırttım…
HOCA: (Sınıfa bağırır) Şimdi oturun yerlerinize! Herkes rahlesinin önüne çöksün!
NECİP: Çöküğük zaten hocam.
HOCA: Sus! ..
Susarlar… Az sonra…
MAHMUT: Hoca Efendi o başınızın üstündeki siyah şey var ya…
HOCA: Ne varmış başımın üstünde siyah?
MAHMUT: Siyah kayışlı şey hocam.
HOCA: Ha! Falaka… (Keh keh güler) O, sizin yol tahtanız..
CEMİL: Yol tahtası ne demek hocam!
HOCA: Sizi yola getiren şey demek!
NECİP: Hocam sizin sakallarınız neden uzun?
HOCA: Kes sesini! Yoksa senin de ayaklarını uzatırım, o kara kayışlıyla ha! ..
HABİP: Hocam sakallarınız neden bu kadar ak?
HOCA: Her gün aynı sorulara cevap vermekten bıktım! Dersi kaynatacaksanız yeni şeyler bulun!
CEMİL: Hocam sizin sesiniz neden böyle gür? Neden bağırtkan?
HOCA: Doğduğumda babam çift demiriyle delmiş de ondan. Heh heh heh!
ÖMER: Neden yaz kış cübbe giymiyorsunuz hocam?
HOCA: Var da mı giymiyorum köftehor! Söyle de baban bi tane alıversin bana…
CELAL: Hocam sizin yardımcınız Mercan kalfa neden o kadar genç?
Neden onun sakalları yok?
YAŞAR: Hocam Mercan kalfa bize şeker, leblebi satıyor!
NECİP: Keçiboynuzu da satıyor
ÖMER: Çiğdemle iğde de satıyor!
HOCA: Yeter!
Biraz susar yine konuşurlar…
CEMİL: Hocam Mercan Kalfa ezan okurken herkes ona gülüyor.
HOCA: Yarın ölünce zebaniler de onlara güler.
YAŞAR: Ama camiyi süpürmeye, diye gidiyor; geri gelmiyor…
CELAL: Mercan Kalfa nerede vakit geçiriyor biliyor musunuz?
ÖMER: Mahalledeki Oynak Naciye’nin canına okumaya gidiyor Hocam!
HOCA: Kesin, kesin sesinizi terbiyesizler! Susun da dersinize bakın! Yoksa ben de sizin canınıza okumaya bakarım haaa!
NECİP: (Keyifsiz) Tamam hocam.
YAŞAR, CEMİL, CELAL: (Keyifsiz) Tamam tamam tamam…
HOCA: Bırakın tamam demeyi!
HEPSİ: Tamam Hocam, bıraktık!
HOCA: Okuyun!
HEPSİ: (Bağırarak, sinirli sinirli, sonra ouna dönüştürerek keyifle okurlar)
Elif eyli em um
Be beyli beyli bam bum
Ca ceyli cam cum
Da deyli dam dum
Fa feyli fam fum
Ga geyli gem güm
Ha heyli ham hum
HOCA: (Bağırır) Kesin sesinizi. Bu nasıl elifba okuma?
ÇOCUKLAR: (Oralı olmaz)
Ka keyli kem küm
La leyli lam lum
Ma meyli mam mum
Na neyli nam num
Pa peyli pam pum
Ra reyli ram rum
HOCA: (Daha yavaş sesle, gülerek) Susun susun… (Kendi kendine) Ne de güzel uydurmuş köftehorlar…
ÇOCUKLAR:
Sa seyli sam sum
Şa Şeyli şam şum
Ta teyli tam tum
Va veyli vam vum
Ya yeyli yam yum
Za zeyli zam zum…
Zum zum da zum zum
Dum dum da dum dum…
HOCA: Yeter, yeter! Maskaralar! Elifayı da rezil ettiniz! Şöyle okuyacaksınız:
Elif esin e…/Be sin be!
Cim kaaarnındaaaa bir noktaaa…
ÇOCUKLAR:
Elif esin e…
Be sin be!
Cim kaaarnındaaaa bir noktaaa…
Elif ötürü ö
Be götürü be…
HOCA: Devam edin siz… (Gözlerini yumar, kestirmeye başlar.)
ÇOCUKLAR: Sesleri giderek yavaşlar)
ÇOCUKLAR:
Elif esin e…
Be sin be!
Cim kaaarnındaaaa bir noktaaa…
Elif ötürü ö
Be götürü be…
MAHMUT: (Sesi çatallaşmaya başlamış, ergenliğe adım atmış/Fısıltıyla arkadaşına) Beş yıldır aynı şeyi tekrarlamaktan bıktım yahu!
CELAL: (Sesi çok taze) Ben daha “cim”den ötesini öğrenemedim.
MAHMUT: Öğrenirsin öğrenirsin. Bunu öğrenmek için yılların var daha…
CELAL: Yıllarca okuyup “elif be”yi mi öğreneceğim?
MAHMUT: Yok canım, bazı duaları, sayıları, bir iki ilahiyi de öğrenirsin.
CELAL: İyiymiş öyleyse.
MAHMUT:
CELAL: Kötüsü ne?
MAHMUT: Kellene değneği yiye yiye, ondan kaçmanın yollarını öğreneceksin.
CELAL: Eee?
MAHMUT: Tabanların şişene kadar falaka yemeyi öğreneceksin.
CELAL: A-ha… Daha?
MAHMUT: Hocanın uyurken burnuna enfiye koklatmayı öğreneceksin.
CELAL: Bu iyiymiş işte.
MAHMUT: İyi mi, kötü mü yıllar geçtikçe anlarsın.
ÖMER: Bugün Hocaya hiç bir şaka yapamayacak mıyız be?
CELAL: Benim aklıma bir şey gelmiyor. Seninkine geliyor mu?
ÖMER: Benim aklımaaaa… Aklıma aklıma…
HABİP: (Aceleyle girer) Hocam, Kaymakam bey geliyor! (Rahlesinin gerisine oturur.)
HEPSİ: Kaymakam bey geliyor! Kaymakam bey geliyor!
HOCA: (Uykusundan uyanır) Susun haytalar! Yine beni kandırmaya utanmıyor musunuz?
YAŞAR: Valla kandırmıyoruz Hocam…
HEPSİ: Geldi bile Hocam!
Kaymakam Hakim ile birlikte içeriye girer. Çocukların hepsi ayağa kalkar.
HOCA: (Şaşkın, oturduğu yerde donakalmıştır) Si-si-siz mi geldiniz. Ka-ka… Kaymakamım!
KAYMAKAM: Bravo, bravo valla… Şunun kaymakamı karşılamasına bakın!
HOCA: (Aceleyle eteğini toplayıp ayağa kalkar) Ku-ku… Kusura bakmayın Ka-ka… Kaymakamım… Ha-ha, (Hapşırır) Hapşu geldiniz. Yani hoş geldiniz Kaymakam beyim. Hoş geldiniz Yargıç Efendim!
KAYMAKAM: (Sinirli) Tamam tamam, hoş hoş bulduk! Oturun çocuklar. Sen de otur Hoca Efendi.
HOCA: Estafurullah efendim. Sizler ayaktayken oturmam mümkün mü?
KAYMAKAM: (Bağırır) Otur dedim sana!
HOCA: Ta ta tamam. Oturuyorum…
HEPSİ OTURUR.
KAYMAKAM: (Çocuklara) Ne yapıyordunuz bakalım?
HEPSİ: Elif-be okuyorduk Kaymakam Bey!
KAYMAKAM: Sen! Oku...
YAŞAR: Kim? Ben mi?
KAYMAKAM: Sen!
YAŞAR: Ben… Tamam. Okuyayım… Elif… (Duraksar)
KAYMAKAM: Eee?
YAŞAR: Be…
KAYMAKAM: Sonra?
YAŞAR: Cim…
KAYMAKAM: Sen oku.
MAHMUT: (Hızla okur) Elif esin e… Be sin be.. Cim karnında üç nokta…
KAYMAKAM: Kaç yaşındasın sen!
MAHMUT: On iki.
KAYMAKAM: Kaç yıldır okuyorsun?
MAHMUT: Beş… Yok altı…
KAYMAKAM: Altı yıldan beri sadece bunları mı öğrendin?
MAHMUT: Hayır, sayıları da öğrendim.
KAYMAKAM: Say bakalım.
MAHMUT: Yek, dü, se, cihar, penç, şeş…
KAYMAKAM: Ne sayısı bu be!
MAHMUT: Tavla…
KAYMAKAM: Hoca size burada tavla sayılarını mı öğretiyor?
MAHMUT: Hayır, onu evde babam öğretiyor.
KAYMAKAM: Bırak şimdi tavla sayılarını saymayı. Hocanın öğrettiklerini söyle sen.
MAHMUT: (Sayar) Ayn, gayın, beyn, zeyn, nayn, mayn…
KAYMAKAM: Bayın, dayın, kayın hayın… Uydur uydur söyle kerata. Sayıları doğru bilen yok mu?
CEMAL: Ben biliyorum!
KAYMAKAM: Söyle bakalım.
CEMAL: Vaht bir, idni iki, telete üç, irbai dört, hamse…
KAYMAKAM: (Saymayı kendisi sürdürür) Sitte, saba, temenne, tısa, asra… (Başını iki yana sallayarak gülümser) Şu on sayıyı öğrenene kadar, az uzatmamıştı kulaklarımızı zamanında hocamız.… Anlaşıldı, sayıların Arapçasını biliyorsun. Hocanız Türkçe sayıları öğretmedi mi size?
MAHMUT: Daha oraya gelmedik efendim.
CELAL: (Fısıltıyla) Kendi biliyor mu ki öğretsin.
HABİP: (Fısıltıyla) Peki altınlarını nasıl sayıyor? ..
KAYMAKAM: (Fısıltıların geldiği yana döner, gülümseyerek bakar. Sonra yeniden Cemal’a döner) Daha oraya gelmediniz ha… Altı senedir gelmediniz öyle mi! Peki, ne zaman geleceksiniz!
MAHMUT: Bilmem. Hoca efendiye sorun.
KAYMAKAM: Ne zaman gelecekler bunlar Türkçe sayı saymaya Hoca Efendi!
HOCA: Şey, kem küm…
MAHMUT: Türkçe sayılara gelmedik daha ama şeye geldik Kaymakam Bey. İlahilere… Size bir tanesini söyleyeyim mi? (İzin almadan makamıyla söylemeye başlar) Sordum sarı çiçeğeee…
Annen baban varmıdııır? ..
Eydürdü sarı çiiiçek…
KAYMAKAM: Yeter yeter! (Hocaya) Bu duvarda asılı olan silah gibi şey ne?
HOCA: Hangi... şey? .. Kaymakam Beyim? ..
KAYMAKAM: O siyah kayışlı, tüfeğe benzeyen şey…
HOCA: O mu? Ha, o…
KAYMAKAM: Eee?
HOCA: O fa…
KAYMAKAM: Fa mı? .. Fa ne demek?
HOCA: “Fa, la” yani Kaymakan beyim…
KAYMAKAM: “Fa la” ne demek Hoca!
YARGIÇ: (Gülerek) Hoca okuyup yazmayı bitirdmiş, şimdi de müzige başlamış Kaymakam bey. Baksana notaları ne güzel sayıyor. Fa… La…
KAYMAKAM: Sonra da ka… Müziğe bu yeni notayı Hoca efendi katmış olmalı.
HOCA: “Ka” yani… Fa-la’dan sonra Ka-ka… ka-ka’sı da var…
KAYMAKAM: Ka ha? Ka-ka… Falaka desene şuna!
HOCA: Öyle efendim. Adını söylemeye dilin varmıyor da…
KAYMAKAM: Adını söylemeye dilin varmıyor ama, minik canları ona bağlayıp tabanlarını sopalamaya özün döğüyor! (Bağırır)
Kaldır onu oradan! Bir daha burada falaka görmeyeceğim! Görürsem, şart olsun seni yatırırım falakaya!
ÇOCUKLARIN HEPSİ GÜLER.
HOCA: Ba-ba-baş üstüne Kaymakam beyim.
KAYMAKAM: Güldüğünüze göre, “şart olsun’un anlamını biliyorsunuz.”
HEPSİ: Biliyoruz Kaymakam Bey!
KAYMAKAM: (Ömer’e, parmağıyla işaret eder.) Sen söyle!
ÖMER: Şart olsun demek… Karım boş olsun diye ant içmektir efendim.
KAYMAKAM: Tamam… Otur, doğru dürüst şeyler öğrenmezsiniz ya…
HOCA: (Falakayı aceleyle asılı olduğu yerden indirir.)
KAYMAKAM: Anladık değil mi Hoca Efendi! ..
HOCA: Anladım efendim… Bir daha görmeyeceksiniz fa fa’yı. Yani fa-la.. Falakayı…
MERCAN KALFA (İçeriye yıldırım gibi girer.) Kaymakam geliyormuş Ho ho hocaefendi. (Kaymakamı görünce) Ge-ge gelmiş bile… (Eline saldırır) Ö ö öpeyim Ka ka kaymakam Beyimiz…
KAYMAKAM: Bı bı bırak elimi yalamayı! Şunlara bak be! Korkularından altlarına ettiler. Kekeliyorum… Beni de kendilerine benzettiler. (Hoca’ya) Bu kim?
HOCA: Bizim buranın, yani okulun Kalfası Mercan efendim.
KAYMAKAM: Al götür oradaki falakayı! Kaybet ortadan Mercan Kalfa! Bir daha burada falaka malaka görmeyeceğim!
MERCAN KALFA: (Fakakayı kapıp çıkar) Ba-ba baş üstüne Kaymakam Beyim…
KAYMAKAM: (Hakim’e) Görüyorsun değil mi memleketteki eğitim işleri nasıl yürütülüyor Yargıç Bey…
YARGIÇ: Görüyorum Sayın Kaymakam. Yürekler acısı.
KAYMAKAM: Bütün bunlar nasıl düzeltilecek, bilmem.
YARGIÇ: Düzeltilir efendim, düzeltilir. Zamanla her şey düzeltilir.
KAYMAKAM: Sen Hocaefendi… Benimle biraz dışarıya kalar gelir misin?
HOCA: Baş üstüne Kaymakam Beyim.
KAYMAKAM: Çıkalım Hakim bey.
HAKİM: Çıkalım Kaymakam bey.
Kaymakam, Hakim, Hocaefendi çıkar.
HABİP: Falaka yasak oldu.
ÖMER: Falaka yasaklandı.
CEMİL: Yaşasın, artık falaka yok!
ÖMER: Arkadaşlar, artık falaka yok! İstediğimiz her şeyi yapabiliriz.
NECİP: Hoca Efendi artık bizi falakaya yatıramayacak.
CEMİL: Yatırsın da görsün gününü!
MAHMUT: Kaymakam Beyi bulur karşısında.
ÖMER: Yahu kimsede iğne yok mu?
YAŞAR: Bende var! Ne olacak?
ÖMER: Ver ver, hocanın minderinin üstüne koyacağım.
NECİP: Üfff! .. Amma canı yanacak oturunca ha!
YAŞAR: Ah popom, ah popom diye bağıracak!
MAHMUT: Al işte iğne!
ÖMER: Ver ver… (İğneyi alıp hocanın minderine yerleştirir) Çabuk, herkes yerine! Hoca geliyor!
CEMİL: Gelirse gelsin be! Artık ondan kim korkar!
ÖMER: Doğru be! Falaka yok nasıl olsa.
HOCA: (İçeriye Girer) Kesin sesinizi! Melunlar!
Ses kesilir!
NECİP: Sesimizi kestik hocam…
HOCA: Sen de kes sesini! .. (Mindere oturur, oturmasıyla birlikte yerinde fırlaması bir olur! Ah popom! Hangi melun koydu minderime bu iğneyi! Şimdi hepinizi fakaya yatırayım da görün!
ÖMER: Falaka yok ki!
CEMİL: Falaka yasaklandı.
HEPSİ: Falaka yok artık, falaka yoook!
HOCA: Ah falaka, ah! Neredesin!
MAHMUT: (Yanındakine) Bunun adına leblebi derler. Bak şimdi nasıl buluyor hedefini! (Hocanın yüzüne leblebi atar) Ah alnım! Kim attı bunu!
HEPSİ: Ben attım, ben ben!
HOCA: Susun! Hepiniz birden atmış olamazsınız…
ÖMER: (Yanındakine eğilerek fısıldar) Hoca Efendiyi uyutalım mı?
YAŞAR: Nasıl yapacağız bu işi?
ÖMER: Siz işi bana bırakın. Herkes yanındakine fısıldasın. Herkes benim yaptığımı yapacak.
YAŞAR: Tamam. (Yanındakine fısıldar.) Fıs fıs fıs…
O da kendi yanındakine fısıldar. Herkes birbirine fısıldar.
HOCA: Neler oluyor orada öyle fıs fıs!
ÖMER: Evet, neler oluyor! Kesin bakalım sesinizi! Üzmeyin hocamızı!
HOCA: Aferin oğlum Ömer. Gel bakayım sen buraya! Göz kulak ol şunlara. Yaramazlık yapan olursa bir güzel ihbar et bana. Ben de azıcık rahat edivereyim…
ÖMER: Baş üstüne Hocaefendi. (Hocanın yanına gider, onun görmeyeceği şekilde uzun uzun esner.) Siz keyfinize bakın.
Herkes Ömer’i taklit eder. Herkes uzun uzun esner.
HOCA: Neler oluyor orada öyle!
ÖMER: Bir şey yok Hoca Efendi. Eee… (Elini ağzına götürüp esner.
Bütün çocuklar onu taklit eder.
HOCA: Yeter. Yapmayın! Esneme…yiiin… Eee… (Kendisi de esner)
Bütün çocuklar esnemeye devam eder.
HOCA: Hay Allah müstahakkınızı versin! Uykumu getirdiniz. (Uzun uzun esner, sonra gözlerini kapatır, başı yana eğilir.)
NECİP: Uyudu uyudu!
ÖMER: İş tamamdır. Şimdi saklayın Hocanın pabucunu.
CEMİL: Hocanın pabucu saklanacak. (Koşar pabucu alır, saklar.)
HAYRİ: Hoca uyanınca hemen arasın pabucunu.
İBRAHİM: Bulamaz da bulamaz…
ÖMER: Sakın biriniz söylemeye kalkmayın ha!
CEMİL: Söyler miyiz hiiiç!
HEPSİ: Söylemeyiiiz!
MAHMUT: Eve pabuçsuz gitsin.
HABİP: (İçeriye girer) Merhaba arkadaşlar!
İBRAHİM: Neredeydin bütün gün be Habip!
HABİP: Abdurrahman Çelebi’ye bizim bostandan yonca getireceğim diye gittiydim ya.
HAYRİ: Eee, getirdin mi yoncaları bari.
HABİP: Ne yoncası? Bizim bostanda yonca-monca yok ki. Okulu kırmak için uydurdum.
Hepsi güler
HAYRİ: Hoca da yuttu bunu.
HABİP: Yuttu ama iyi bir iş değildi yaptığım.
ÖMER: Neden? .. Yalan söylediğin için pişman mı oldun?
HABİP: Biraz öyle ama asıl pişmanlığım, dışarısı okul kadar eğlenceli değil. E, siz ne yapıyorsunuz bakalım?
NECİP: Kaymakam Bey geldi. Falakayı yasakladı.
HABİP: Demeyin!
CEMİL: Valla… Mercan Kalfanın onu kapıp bir kaçışı vardı, görmeliydin.
HABİP: Yaşadık ki ne yaşadık.
HABİP: Eee? Başka?
CEMİL: Hocayı uyuttuk, ayakkabılarını sakladık.
HABİP: Hah ha… Eve ayakkabısız nasıl gidecek bakalım!
YAŞAR: Yolda gören herkes gülecek ona.
NECİP: Artık uyandırsak mı onu?
ÖMER: Durun bakalım, yapılacak iş bitmedi daha. Asıl bomba bundan sonra patlayacak.
CEMİL: Ne bombası?
ÖMER: Hocanın enfiye kutusunu alalııım…
MAHMUT: Ne yapacaksın enfiye kutusunu Ömer?
CEMİL: Yine burnumuza enfiye mi çekeceğiz?
MAHMUT: Bu numara bayatladı artık canım.
ÖMER: Enfiyeyi biz çekmeyeceğiz.
CEMİL: Ya kim çekecek?
ÖMER: Abdurrahman Çelebi çekecek.
MAHMUT: Ne diyorsun sen Ömer? Bir eşeğin enfiye çektiği görülmüş iş mi!
ÖMER: Görülmemiş iş ama bu defa görülecek.
YAŞAR: Abdurraman Çelebinin hapşırdığını düşünün! Çok komik olacak!
ÖMER: Asıl komiklik daha da sonra.
NECİP: Dahası da mı var? Anla anlat Ömer.
ÖMER: Hayır gerisini gözlerinizle görmeli, kulaklarınızla duymalısınız.
HAYRİ: Bugün bayram edeceğiz desene!
ÖMER: Bayram ki ne bayram! Durun, şunun saatini de ileri alalım.
CEMİL: Alalım alalım da bizi erken azat etsin…
ÖMER: Bu iş de oldu. Tam iki saat ileri aldım akrebi…Haydi, artık uyandırabiliriz Hocamızı.
MAHMUT: Uyandıralım uyandıralım!
HABİP: Nasıl uyandıracağız?
ÖMER: O işi bana bırakın siz. (Çantasından çıkarttığı bir tüyü, Hoca’nın kulaklarına, burnuna sürer)
HOCA: (Sayıklar) Ay, yapma, yapma kız! Abdurrahman Çelebi! Çek kuyruğunu burnumdan! (Esneyerek uyanır) Ne oldu bana! Uyudum mu!
CEMİL: Yok uyumadınız Hoca efendi. Sadece biraz horladınız.
HEPSİ GÜLER.
HOCA: Hay Allah! Gece geç yatmıştım da… İçim geçmiş. Azıcık kestirmişim…
Yok hocam, kestirmediniz. Daha şimdi aralıktı gözleriniz.
Ya öyle mi? İyi…
HOCA: Kuşağından köstekli saatını çıkartıp bakar. Oooo vakit gelmiş, haydi, paydos, herkes evine… Ama… Pabucum? Pabuçlarım nerede?
HABİP: Papucun ayağında değil mi Hocam?
HOCA: Yok, ayağımda değil.
CEMİL: Postunun altına sakmış olmayasın.
HOCA: Neden saklayayım oraya ayakkabımı be!
MAHMUT: Belki de minderinin altına kaymıştır.
HOCA: (Bakar) Yok, minderimin altında da yok.
YAŞAR: Öyleyse Abdurrahman Çelebi götürmüştür.
HOCA: Kesin sesinizi, haytalar! Köpek mi Abrurrahman Çelebi, pabuçlarımı götürsün!
NECİP: Öyleyse nereye gitti bu pabuçlar?
HAYRİ: Evet nereye gitti?
İBRAHİM: Nereye gitti?
HOCA: (Bağırır) Pabuçlar kendi kendine hiçbir yere gidemez… Tamaaam, anladım… Sizi gibi melunlar, sizi! Sakladınız onu değil mi?
ÖMER: Valla bila saklamadık Hocam.
HOCA: Susun! Boşuna yemin günahtır; bakın söylemedi demeyin!
CEMİL: Bakıyoruz ama yok hocam! Onu biz saklamadık ki…
HOCA: Yalan yere yemin edenlerin yeri cehennemdir ama!
MAHMUT: Ah, keşke saklasaydık. Çıkartır verirdik size.
YAŞAR: Ben cehennemden çok korkarım.
İBRAHİM: Ben de çok korkarım cehennemden.
ÖMER: Hocam, bu cehennem bizim okuldan daha mı korkunç?
HOCA: Kesin sesinizi! Çıkartın şu pabuçlarımı.
CEMİL: Pabuç yok!
MAHMUT: Yok ya!
HOCA: Ne olur çıkartın çocuklar! Namazı kaçıracağım.
YAŞAR: Kazaya bırakırsınız Hocam…
HOCA: Yahu çocuklar, Arif Efendiye yemeğe davetliyim, verin pabuçlarımı.
NECİP: Yok ki…
HOCA: Pabuçlarımı verin, bir daha kılınıza dokunmayayım.
HAYRİ: Olsa da versek.
İBRAHİM: Hocam, papuçlarınızı Abdurrahman Çelebi giyip Arif Efendi’ye ‘Ben Hocayım’ diye yemeğe gitmiş olmasın!
HOCA: Sizi haytalar sizi! Ben gösteririm size! Çabuk çıkartın şu papuçları! Yoksa Kaymakam maymakam dinlemem, yarın geri getiririm falakayı!
ÖMER: Bu kadar yeter, artık verelim pabuçlarını.
CEMİL: Tamam, verelim.
MAHMUT: Aaa, papuçlar buradaymış!
YAŞAR: Kim saklamış acaba bunları buraya?
HOCA: (Pabuçlarını alır, giymeye başlar.) Teşekkür ederim çocuklar. Çok iyi çocuklarsınız siz. (Dişlerini gıcırtadtarak fısıldar) Ben gösteririm size… (Enfiye kutusunu arar.)
ÖMER: Arif Efendinin yemeğine geç kalıyorsunuz Hocaeendi.
HOCA: Doğru söylüyorsun, doğru söylüyorsun ama…
HABİP: Bir şey mi kaybettiniz hocam?
HOCA: Enfiye kutum! Enfiye kutum nerede? Onu siz aldınız yine değil mi?
CEMİL: Hayııır…
HOCA: Yalan söylemeyin! Siz aldınız enfiye kutumu. Çıkartın şunu ortaya!
CEMİL: Nerede olduğunu bilmediğimiz şeyi nasıl çıkartırız Hocam.
HOCA: Çıkartın diyorum size! Şart olsun falakaya yatırırım hepinizi!
MAHMUT: Falaka yok ki, gitti!
HOCA: Çabuk, çıkartın enfiye kutumu! Bakın şart olsun diyorum. En büyük yemin bu! Her zaman yapmam böyle yemini. Bedeli ağırdır. Bu yemini yapan adam karısını boşamak zorundadır. Şart olsun diyorsam, anlayın artık ne kadar ciddi olduğumu.
YAŞAR: Şart olsun bilmiyoruz Hocam!
HOCA: Sus, bu yemini sadece evliler yapar.
ÖMER: Yemeğe geç kalıyorsunuz Hocaefendi.
HOCA: Haklısın, ama enfiye kutumu bulmalıyıml! Çok kıymetliydi. Gümüştendi. Babamdan hatıraydı bana. Ona da dedemden kalmıştı. İçi ağzına kadar enfiye doluydu!
NECİP: Gelirken okula getiriş miydiniz Hocefendi. Evde unutmuş olmayasınız.
HOCA: Gün içinde kaç kez enfiye çektim burnuma. Salak mıyım ben!
HAYRİ: Bilmem, salak mısınız?
HOCA: Sus, kepaze! Son defa söylüyorum size. Enfiye kutumu çıkartın ortaya. Çıkartmazsanız şart olsun akşama kadar falakadan geçiririm hepinizi.
İBRAHİM: Valla bende olsa hemen verirdim hocam.
HOCA: Anlaşıldı. Siz kendiliğinizden söylemeyeceksiniz. Sizi ancak falaka söylettirir. Mercan Kalfa’yı çağırın bana.
MERCAN: (İçeriye girer) Ben buradayım Hoca Efendi…
HOCA: Çabuk, sakladığımız falakayı getir!
MERCAN: Baş üstüne Hocaefendi. Derhal getiririm. (Koşarak çıkar.)
HOCA: Bakın, birazdan yitiğin kimde olduğu nasıl anlaşılacak. Kutuyu alan enfiyeyi burnuna çekmiştir. Hapşırmaya başlar. O zaman şart olsun kendisini eşek sudan gelinceye kadar döverim. Hem de falakaya yatırır döverim.
ÖMER: Davete geç kalıyorsunuz Hocam… Siz enfiye kutunuzu bulana kadar, ben de eşeğinizi getireyim mi?
HOCA: Getir, getir!
ÖMER: (Koşarak çıkar)
HABİP: Hapşırana kaç sopa vuracaksınız Hoca efendi?
HOCA: Yandım Allah! dedirtene kadar falakadan geçireceğim, şartolsun!
HAYRİ: Hocaefendi falakayı ben tutabilir miyim?
İBRAHİM: Bir yanını da ben tutarım.
HEPSİ: Ben tutacağım, ben ben! ..
HOCA: Susuuun! ..
HABİP: İyi ki ben almamışım enfiye kutusunu.
CEMİL: İyi ki ben de almamışım.
HOCA: (Yalvarırcasına) Belki enfiye kutusunu sen almadın çocuğum. Ama alanı biliyorsun değil mi?
CEMİL: Bilmiyorum.
HOCA: Hiç bilen yok mu?
HEPSİ:Yok.
HOCA: Çıdırtacak bu çocuklar beni!
MERCAN: (Elinde falakayla girer) Falakayı getirdim Hocaefendi.
ÖMER: Ben de eşeğinizi getirdim Hocaefendi.
EŞEK SAHNEYE GİRER GİRMEZ HAPŞIRMAYA BAŞLAR.
YAŞAR: Aaa! Enfiye kutusunu Hocamızın eşeği aşırmış!
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…
NECİP: Hem de enfiyeyi burnuna çekmiş Abdurrahman Çelebi!
HOCA: Kesin! Uydurmayın! Enfiye çekmeyi nereden bilsin eşek!
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…
İBRAHİM: Belli ki öğrenmiş Hocaefendi.
ÖMER: Abdurrahman Çelebi hapşırarak sizinle dalga geçiyor Hocam.
HOCA: Halt etmişsin sen!
MAHMUT: Bakın bakın işte enfiye kutusu burada! Abdurahhan Çelebi semerinin arasına saklamış onu!
HEPSİ: Onu da falakaya yıkmalısınız Hocam!
HOCA: Hayvan o… Olur mu?
HEPSİ: Olur olur! ..
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…
HOCA: Neler duyuyorum! Deliriyor muyum!
MERCAN: ‘Şartolsun demiştiniz Hocaefendi. ‘Kim hapşırırsa falakaya yatırırım’ demiştiniz.
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…
CELAL: Bakın, durmadan hapşırıyor eşeğiniz.
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…Hapşuuu! Aaa-iii…
CELAL: Onu falakaya yatırmayacak mısınız?
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…Hapşuuu! Aaa-iii…
MAHMUT: Yatırmazsanız karınız boş düşer ama.
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…Hapşuuu!
HOCA: Yıkın şunu yere! Geçirin aşaklarına falakayı!
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…Hapşuuu! Aaa-iii… Aaa-iii…Hapşuuu!
NECİP: Eşeği falakaya mı yatıracaksınız Hocaefendi?
HOCA: Eee… Ne yapalım, yemin ettik bir kere.
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii! .. Hapşuuu! Aaa-iii! .. Hapşuuu! Aaa-iii! ..
HOCA: (Eşeğine) Kes sesini artık!
KARAKAÇAN: (Hapşırır) Hapşuuu! Aaa-iii… Hapşuuu! Aaa-iii…
HOCA: Ben sana gösteririm şimdi hapşu’yu! A-iii’yi!
CELAL: Eşek falakaya yatırılır mı hocaefendi?
HOCA: Hocasının enfiye kutusunu çalarsa, onu burnuna çekerse yatırılır. Hele bir de Hoca şartolsun’ demişse… Kötü ant içmişse… Eşeği falakaya yatırmayayım da karımı mı boşayayım? Yıkın şunu yere!
Eşek zorla yere yatırılır. Falaka ayaklarına bağlanır. Hoca sopayı indirmeye başlar.
HOCA: Enfiye kutumu çalarsın ha! Al sana! (Hoca eşeğin nallarına vurdukça tak tak sesler çıkar.)
KARAKAÇAN: (Acı acı anırır) A-iii! ... A-iii! ..
HEPSİ BİRDEN (Sayar) Biiir…
HOCA: (Sopayla eşeğin nallarına vurur) Al…
KARAKAÇAN: (Acı acı anırır) A-iii! ... A-iii! ..
HEPSİ BİRDEN (Sayar) İkiii…
HOCA: (Sopayla eşeğin nallarına vurur) Al…
KARAKAÇAN: (Acı acı anırır) A-iii! ... A-iii! ..
HEPSİ BİRDEN (Sayar) Üüüç…
HOCA: (Sopayla eşeğin nallarına vurur) Enfiyemi burnuna çekersin ha! Al sana!
KARAKAÇAN: (Acı acı anırır) A-iii! ... A-iii! ..
HEPSİ BİRDEN (Sayar) Dööört…
HOCA: (Sopayla eşeğin nallarına vurur) Al…
KARAKAÇAN: (Acı acı anırır) A-iii! ... A-iii! ..
HEPSİ BİRDEN (Sayar) Beeeş…
CELAL: Kaça kadar vuracaksın Hocaefendi?
HABİP: Kaymakam Bey geliyor!
HOCA: Ne kaymakam Bey mi? Yalan! Ne işi var Kaymakamın tekrar burada!
ÖMER: Yanında da Yargıç Bey var…
HOCA: (Acıklı) Şaka yapıyorsunuz değil mi?
KAYMAKAM: (İçeriye Girerek) Şaka yapmıyorlar Hoca Efendi… Kolay gelsin. Ne yapıyorsun burada?
YARGIÇ: (Şaşkın) Hoca efendi eşeği falakaya yatırmış Kaymakamım! ..
KAYMAKAM: Eşeği falakaya yatırmış ha! Yatırır… Her şey beklenir ondan. Suçu neydi eşeğin Hocaefendi?
HOCA: (Başını önüne eğip susar)
CEMİL: Abdurrahman Çelebi Hocamızın enfiye kutusunu çalmış Kaymakam Bey.
MAHMUT: Sonra da enfiyeleri burnuna çekmiş.
YAŞAR: Sonra da kutuyu semerinin arasına baklamış. Deminden beri de durmadan hapşırıyor.
NECİP: Bir yandan da anırıyor.
HAYRİ: Hocam da onu cezaya yatırdı.
CELAL: Beşe kadar sopa vurdu ayaklarına.
HABİP: Daha da vuracaktı ama sayıları bilmiyordu galiba.
KAYMAKAM: Yeter çocuklar zevzeklik ettiğiniz. (Hoca’ya) Niçin yapıyorsunuz bunu Hoca?
HOCA: (Susar)
YARGIÇ: Dilini yutmuş galiba!
MERCAN KALFA: Ezan zamanı… Camiye gitmeliyim… (Telaşla koşrak çıkar)
KAYMAKAM: Söylesene Hoca! Hangi akılla falakaya yatırdın eşeği!
HOCA: Şey efendim…
KAYMAKAM: Ne?
HOCA: Şart etmiştim…
KAYMAKAM: Ne demek?
HOCA: Hapşıran için…
KAYMAKAM: Ne haşıranı?
HOCA: Enfiye kutum çalınmıştı. Çocuklar yaptı sandım. Hapşırınca suçlu ortaya çıkacaktı. Onun için şart olsun, hapşıranı falakaya yatırırım, demiştim.
KAYMAKAM: (Gülmeye başlar) Sonra da eşek hapşırdı, öyle mi?
HOCA: Hapşırdı Kaymakam Bey.
KAYMAKAM: Sen de onu cezaya yatırdın.
HOCA: Cezaya…
KAYMAKAM: Hani falakayı yasaklamıştım ben! Bir daha görmeyeceğim demiştim!
HOCA: Enfiye kutumu bulmalıdım Kaymakamım. Dedemden yadigârdı. Gümüştendi. Doluydu… Haci Arif Efendiye yemeğe davetiydim. Zehir zıkkım olaydı yiyeceklerim! Yetişeyim, diye… Bir an önce çıkartsınlar diye… Çocukların gözünü şey için…
KAYMAKAM: Korkutmak için…
HOCA: Korkutmak için…
KAYMAKAM: Sen hiç falakaya yattın mı Hoca?
HOCA: Yatmadım galiba Kaymakamım…
KAYMAKAM: Falakada sopayı yiyince insanın tabanları nasıl ağrır bilir misin?
HOCA: Bilmem galiba Kaymakamım.
KAYMAKAM: Öğrenmek ister misin?
HOCA: İstemem galiba kaymakamım.
KAYMAKAM: İstemezsin ya! Kim ister! (Çocuklara döner) Siz ister misiniz çocuklar!
HEPSİ: İstemeyiiiz! ...
KAYMAKAM: Bak, çocuklar istemiyor. Ama sen onların minicik ayaklarına indiriyorsun nar çubuğunu. İndiriyorsun! .. Yazık değil mi bunlara?
HOCA: Yazık kaymakamım.
KAYMAKAM: Eee? Ne olacak şimdi?
HOCA: Şart olsun bir daha yapmam Kaymakamım.
KAYMAKAM: (Güler) Şartolsun ha! Ben de senin burada falakayı görürsem şartolsun, Hocayı falakaya yatırırım, demiştim. Ne yapacağız şimdi?
HOCA: Gerçekten mi?
KAYMAKAM: Gerçekten.
HOCA: O zaman? ..
KAYMAKAM: Eee, o zaman? ..
HOCA: (Ayakkabılarını çıkartır, yere yatar, ayaklarını havaya diker) Çekin beni falakaya Kaymakamım. Karınız boş olmasın!
KAYMAKAM: Kalk kalk be adam. Rezil ettin kendini! Ben evli değilim. Karım yok ki boş olsun.
KAYMAKAM: Çocuklar, çıkartın ayaklarından şu hayvanın falakayı. Zavallı korkusundan hapşırmayı bile unuttu.
Bir iki çocuk eşeğin ayağından falakayı çıkartırken Ömer, elindeki kutudan hayvanın burnuna enfiye tutar.
EŞEK (Yeniden hapsırmaya, anırmaya başlar.) Hapşu… Aaa-iii… Aaa-iii… Hapşuuu! ..
KAYMAKAM: (Ömerin yaptığını görür) Getir bakalım şu kutuyu bana çocuk! Anlayalım nasıl bir şeymiş bu enfiye. Pek mi keyif vericiymiş…
ÖMER: (Kutuyu Kaymakam’a uzatır)
KAYMAKAM: Çek bakalım burnuna biraz enfiye Hoca…
HOCA: Yok sağolun. Estağfurulah…
KAYMAKAM: Çek canım çek çek… (Bir tutam enfiyeyi Hoca’ya koklatır.)
HOCA: Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
KAYMAKAM: Sen de ister misin Yargıç Bey?
HAKİM: Merak ettim nasıl bir şeymiş…
KAYMAKAM: (Bir tutam da Yargıç’a koklatır.)
HAKİM: (Hapşırmaya başlar.) Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
KAYMAKAM: Beni de imrendirdiniz. (Bir tutam da kendi burnuna tutar, hapşırmaya başlar) Hapşu! (Ömer’e) Al şu kutuyu çocuk! Hapşu! Hapşuuu! ...
ÖMER: (Kutuyu alır, bir tutam da kendi burnuna çeker.) Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
Enfiye kutusu elden ele gezer. Bütün çocuklar burunlarına birer tutam enfiye çekerler. Hepsi birden hapşırmaya başlar: Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
MERCAN (Telâşla içeriye girer.) Beni mi çağırınız Hoca Efendi, Kaymakam bey! .. Yetiştim! .. (Çocuklara) Kutu nerede, kutu? (Enfiyeyi son çeken çocuk kutuyu ona uzatır, o da burnuna bir tutam enfiye çeker.) Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
HOCA: Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
KAYMAKAM: Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
HAKİM: Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
MERCAN KALFA: Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
KARAKAÇAN: Hapşu! Aaa-iii! .. Hapşu! Aaa-iii! .. Hapşuuu! ...
BÜTÜN ÇOCUKLAR: Hapşu! Hapşu! Hapşuuu! ...
Hepsi birden hapşırarak sahnenin orasında burasında koşuşturup dururken perde kapanır.
Perde yeniden açıldığında oyuncular selama gelir. Tam selam verip çıkarken hepsi birden: Hapşuuu! ...
SEYİRCİLERİN ARASINDAN BİRİ: Çok yaşa!
OYUNCULARIN HEPSİ BİRDEN: Sen de gör! .. (Sonra hepsi birden yeniden hapşırırlar.) Hapşuuu! ...
SEYİRCİLER: Çok yaşa!
OYUNCULAR: Siz de görün! Hapşuuu!
SEYİRCİLER: Çok yaşa!
Perde kapanır, içeriden hala “Hapşuuu! .. sesleri gelmektedir.
BİTTİ
YAZAR’LA İLETİŞİM
FEVZİ GÜNENÇ
Tel: 0342 338 16 18 - 0505 553 47 44
İleti: [email protected] – [email protected]
Web: www.fevgun.com
GAZİANTEP/TÜRKİYE
Kayıt Tarihi : 22.6.2009 01:17:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fevzi Günenç](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/06/22/cocuk-tiyatrosu-28-falaka-cocuk-oyunu.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!