24. OYUN
FARE KAPANI
Çocuk Oyunu
Yazan: FEV
KİŞİLER:
FARE
AKÇA PİLİÇ
KOYUN
ÖKÜZ
YILAN
BAYAN ÇİFTÇİ
BAY ÇİFTÇİ
AZAP
DOKTOR
FARE: (Heyecanla bağırarak girer.)
Evde kapan var!
Evde kapan var! ..
YILAN:
(Sahneye telaşla girer)
Tıss… Ne oldu? Ne var?
FARE:
Evde kapan var Yılan abi.
YILAN:
Kapan mı? Ne kapanı?
FARE:
Fare kapanı…
YILAN:
Bana ne fare kapanından?
FARE:
Bana ne olur mu? Bu kapan fareleri kaptığı gibi yılanları da kapar.
YILAN:
Hadi canım sen de. Hah hah ha tısss... Hiç güleceğim yoktu. Tışşş… Yılanı da kaparmış.
FARE:
İnanın…
YILAN:
Git sen çocuklara inandır bu yalanı. Çekil önümden. İşim var, gitmeliyim. (Sürünerek çıkar.)
FARE:
Dineleyin beni Yılan abi… Her işten daha önemli bu… (Kendi kendine) Gitti, dinlemedi. Ama herkes yılan değil ki? Tehlikenin ayırımına varan birileri vardır mutlak. İmdaaat!
AKÇA PİLİÇ: (Sahneye telaşla girer)
Ne oluyor? Neden imdat diye bağırıyorsun küçük fare?
FARE:
Evde kapan var.
AKÇA PİLİÇ:
Ne var, ne var!
FARE:
Kapan var.
AKÇA PİLİÇ:
Ne kapanı?
FARE:
Fare kapanı…
AKÇA PİLİÇ:
Bana ne bundan?
FARE:
Öyle deme. Fare kapanları sadece fare yakalamak için değildir.
AKÇA PİLİÇ:
Ne yakalamak içindir ya? .. Adı üstünde fare kapanı işte. Fare kapanları fare yakalar.
FARE:
Ama…
AKÇA PİLİÇ:
Git işine… Şimdi kahvaltı zamanı. Karnımı doyurmalıyım. (Gıdaklayarak yerlerden yem seçerek sahnede dolaşır.) Gıt gıt gıt… Gıt gıt gıt… Gıt gıt gıt…
FARE:
Ama kapan var… Evde fare kapanı var… Kimseyi ilgilendirmiyor mu bu? (Kendi kendine) İlgilendirmez olur mu canım? Herkes Tavuk hanım gibi sorumsuz mu? Sesimi duyacak biri vardır elbette bu evde. (Bağırır) Evde fare kapanı var! Evde fare kapanı vaar! ..
KOYUN: (Girer)
Ne oluyor burada? Meee… Bu gürültü ne? Yangın mı çıktı yoksa?
AKÇA PİLİÇ: Yok canım, yangın filan çıkmadı.
YILAN: (Yeniden girer.)
Yangın mı çıktı? Nerede yangın?
KOYUN:
Sen de lafı tersinden anlıyorsun ha yılan kardeş. Ne yangını?
Yangın filan yokmuş canım…
YILAN:
Yangın yoksa ne diye bağırıyorsunuz?
KOYUN:
Bağıran kim?
AKÇA PİLİÇ:
Ben değilim.
FARE:
Benim.
YILAN:
Ne diye yangın var diye bağırıyorsun minik fare.
FARE:
Ben yangın var diye bağırmadım ki.
YILAN:
Ne diye bağırdın ya?
FARE:
Fare kapanı var diye…
YILAN:
O hikayeyi dinlemiştik.
FARE:
Dinlemeyen vardır belki…
KOYUN:
Ne hikayesiymiş bakalım bu? Benim duymadığım bir hikaye mi?
FARE:
Evet Koyun amca. Duymadığınız bir hikaye.
KOYUN:
Anlat bakalım, nasılmış? ..
FARE:
Evde kapan var.
KOYUN:
Ne var?
AKÇA PİLİÇ:
Kapan varmış, kapan.
KOYUN:
Ne kapanı bu?
AKÇA PİLİÇ:
Fare kapanı…
KOYUN:
Bana ne bundan?
AKÇA PİLİÇ:
Ben de öyle söyledim. “Bana ne,” dedim. Ama gel de Fareye anlat bunu.
KOYUN: (Fareye döner.)
Ortalığı niçin ayağa kaldırıyorsun küçük fare?
FARE: Evde kapan var.
KOYUN: Fare kapanı mı?
FARE: Fare kapanı…
KOYUN: (Güler)
Bunu fareler düşünsün?
FARE:
Öyle demeyin… Kapan kapandır. Kapanın elinde kalır. Farelere de zarar verebilir, tavuklara da, koyunlara da…
KOYUN:
Güldürme beni. Bir fare kapanının bana ne zararı olabilir ki? Ayağımı mı kapacak? Hah hah ha! Hele denesin, bir tekme vurdum mu Kaf dağına savururum onu.
FARE:
Öyle konuşmayın Koyun amca. Bayan Tavuk da önemsemedi ama…
KOYUN:
Ben Bayan tavuk değilim. Onun parmakları küçüktür, belki kapandan zarar görebilir. Ama bir koyun, bir fare kapanından asla zarar göremez!
FARE:
Ama…
KOYUN:
Üzgünüm Farecik. Senin adına çok üzgünüm. Vah, vah vah… Ama yapabileceğim başka bir şey yok. Senin için dua ederim. Şimdi önümden çekil! Beni daha fazla meşgul etme. Karnım aç. Otlanmalıyım… (Sahnede dolaşarak otlanmaya başlar.)
FARE:
Otlan bakalım. Bir gün fare kapandan zarar görürsen…
KOYUN: (Kendi kendine; güler, başını sallar.)
Ne salak şey şu fare…
AKÇA PİLİÇ: (Koyuna bakarak güler, başını sallar.)
Ben de öyle diyorum. Salak ki ne salak…
YILAN:
Bence de öyle…
FARE: (Ağlamaklı)
Ama kapan var… Evde kapan var. Evde fare kapanı var… (Sesini yükseltir.) Evde fare kapanı vaar… (Sesini biraz daha yükseltir) Evde fare kapanı vaaar… (Sesini iyice yükseltir) Evde fare kapanı vaaar! ..
ÖKÜZ: (Öfkeyle girer, sahnede bir tur atar, durur.)
Kimdir o bas bas bağıran?
AKÇA PİLİÇ:
Ben değilim valla…
KOYUN:
Ben de değilim.
YILAN:
Ben hiç değilim.
ÖKÜZ:
Kim öyleyse? .. Bağıran kim? Bağırarak ortalığı velveleye veren kim?
FARE:
Be… Be… Benim efendim.
ÖKÜZ:
Sen mi? Senin gibi küçücük şeyden nasıl çıkıyor o kocaman ses?
FARE:
Korku bağırtır efendim.
ÖKÜZ:
Korku mu? Korkuyor musun?
FARE:
Korkuyorum efendim.
ÖKÜZ:
Canııım… Neden korkuyorsun ki?
FARE:
Kapan’dan…
ÖKÜZ:
Ne kapanıymış bakalım bu?
FARE:
Fare kapanı.
ÖKÜZ:
Çağır bana, haddini bildireyim onun. Bir fareyi korkutmak neymiş öğrensin. Haydi, çabuk çabuk; çağır gelsin!
FARE:
Gelemez efendim.
ÖKÜZ:
Nasıl gelemezmiş? Ben çağıracağım da gelemeyecek ha! Anlaşılan benim ne kadar öfkeli bir öküz olduğumu bilmiyor o.
FARE:
Doğru… Bilmiyordur.
ÖKÜZ:
Yanına varırsam öğrenir ama…
FARE:
Öğrenemez efendim.
ÖKÜZ:
Nasıl öğrenemezmiş.
FARE:
O bizler gibi canlı değil de onun için.
ÖKÜZ:
Cansız mı?
FARE:
Cansız…
ÖKÜZ:
Peki, cansız bir şey, nasıl korkutabiliyor seni.
FARE:
Çünkü bir fare kapanı o?
ÖKÜZ: (Öfkeli)
Fare kapanıysa fare kapanı, bir öküzden daha mı güçlü yani?
FARE:
Güçlü değil ama kurnaz.
ÖKÜZ:
Canlı olmayan bir şey nasıl kurnaz olabilir?
FARE:
Söz gelimi, yani…. Aslında kurnaz da değil, kalleş… Nasıl söylesem. Arkadan vurur avını. Ansızın habersizce yakalar.
ÖKÜZ:
Hım… Eee? ...
FARE:
Kocaman dişleri var.
ÖKÜZ:
Benim dişlerim de kocaman.
FARE:
Onunki keskin ama…
ÖKÜZ:
Benim dişlerim de keskin. Bir sap ekini ağzıma aldım mı un ufak ederim.
FARE:
Bu kapanın dişleri korkunç efendim.
ÖKÜZ:
Hımmm… Çok mu kocaman bir şey bu ka… ka…
AKÇA PİLİÇ:
Kapan…
ÖKÜZ:
Bu kapan?
KOYUN:
Yok canım ne kocamanı? Kulağım kadar bir şey.
AKÇA PİLİÇ:
Benim bir kanadım kadar bile yok.
ÖKÜZ:
Kulak kadar ha! Tavuğun kanadı kadar bile değil. Öyleyse neden korkmalı ki ondan?
YILAN:
Kuyruğum kadar ya var ya yok.
FARE:
O bir fare kapanıdır Öküz bey amca. İnsanlar fareleri sevmezler. Onları yakalamak için böyle bir düzenek icat etmişler.
ÖKÜZ:
Haaa…. Bir düzenek demek…
FARE:
Evet…
ÖKÜZ:
İnsan işi…
FARE:
Öyle…
ÖKÜZ:
Bir koyunun kulağı kadar bir şey.
KOYUN:
Kulağım kadar.
ÖKÜZ:
Bir tavuğun kanadından bile küçük.
AKÇA PİLİÇ:
Tastamam öyle.
ÖKÜZ:
Yılanın kuyruğu kadar ya var ya yok.
YILAN:
Ya var ya yok…
ÖKÜZ:
Madem öyle! Beni niçin meşgul ediyorsunuz böyle küçük şeylerle?
KOYUN:
Ben etmiyorum.
AKÇA PİLİÇ:
Ben de etmiyorum.
YILAN:
Ben hiç etmiyorum.
AKÇA PİLİÇ:
Suçlu faredir.
FARE:
Suçlu mu? Evde tehlike olduğunu söylemek suç mu?
KOYUN:
Suç tabii. Bizi ilgilendiren bir tehlike değil ki bu.
YILAN:
Değil ki…
FARE:
Nasıl değil?
AKÇA PİLİÇ:
Elbette değil. Bir tavuğa ne yapabilir ki bir fare kapanı?
KOYUN:
Bence de öyle… Bir koyuna hiçbir şey yapamaz bir fare kapanı.
YILAN:
Hele bir yılana, hiçbir şey yapamaz.
FARE:
Hayır, öyle değil işte!
ÖKÜZ:
Kesiiin! Benimle ilgisi var mı, yok? Onu söyleyin.
KOYUN:
Yok canım sizinle ne ilgisi olabilir?
AKÇA PİLİÇ:
İlgisi yok.
YILAN:
Sizinle hiç ilgisi yok.
ÖKÜZ:
Bana bir zararı dokunamaz değil mi?
KOYUN:
Dokunamaz dokunamaz… Eti ne, budu ne ki zaten? Burnunuz kadar küçük bir şey.
AKÇA PİLİÇ:
Küçücük…
YILAN:
Belki küçülten de küçük.
FARE:
Küçük diye küçümsemeyin. Bir sinek bile bazen delirtebilir bir öküzü. Değil mi Öküz amca?
ÖKÜZ: (Keyifsiz)
Orası öyle ama…
KOYUN:
Fareninki kuruntu. Bu kapan asla delirtemez bir öküzü. Evin köşesinde durup duruyor işte. Ona ayağını kaptırmayan kimse zarar göremez.
AKÇA PİLİÇ:
Bence de göremez.
YILAN:
Bir fare kapanından zarar görmek mi? Ne demek o?
ÖKÜZ: (Kokuyla)
Ya ben de kaptırırsam ayağımı?
KOYUN:
Korkmayın, kaptırmazsınız. O kadar küçük ki, sizin tırnağınızın ucunu bile kapamaz sizin o.
AKÇA PİLİÇ:
Yaaa… Tırnağınızın ucunu bile…
YILAN:
Kuyruğumuzu bile kapamaz o.
ÖKÜZ:
Emin misiniz?
KOYUN:
Ben eminim.
ÖKÜZ:
Sen de emin misin Tavuk?
AKÇA PİLİÇ:
Ben de eminim.
ÖKÜZ:
Ya sen yılan?
YILAN:
Ben emin değilim.
ÖKÜZ: (Kaygıyla)
Değil misin?
YILAN:
Emin ne demek? Kesinlikle emin değilim.
ÖKÜZ:
O zaman bu a… a… apa’nın… Apa mıydı, neydi adı?
KOYUN:
Kapan… Fare kapanı.
ÖKÜZ:
Bu fare kapanının bana zararı olamaz, değil mi?
KOYUN:
Tabii ki olamaz.
AKÇA PİLİÇ:
Kesinlikle olmaz.
YILAN:
En kesinlikle olamaz.
,
ÖKÜZ:
Öyleyse beni niçin korkutuyorsunuz?
KOYUN:
Sizi korkutan Faredir efendim.
AKÇA PİLİÇ:
Doğru, fare…
YILAN:
Fare fare…
ÖKÜZ:
Beni biçin korkutuyorsun Fare?
FARE:
Eğer o şey bir fareye zarar verebiliyorsa, herkese verebilir demektir. Bunu anlamalısınız.
KOYUN:
Öküz abiye zarar veremez o.
AKÇA PİLİÇ:
Öküz amacaya zarar veremez.
YILAN:
Öküz babaya mı? Zarar vermek mi? Güldürmeyin yılanı.
FARE:
Verir… Görün gerçeği. Bir fare kapanı herkese zarar verebilir. Gelin el birliğiyle ortadan kaldıralım şunu.
KOYUN:
Hah hah ha… Uğraştığını bile değmez.
AKÇA PİLİÇ:
Değmez…
ÖKÜZ: (Fareye)
Duyuyorsun işte! Senin şu fare kapanın, bana zarar veremezmiş. Çekil şimdi önümden. Burnumla bir solursam, gökyüzünde bulurusun kendini.
FARE:
Keşke öyle bir şey yapsan da, kurtulsam şu fare kapanından.
ÖKÜZ:
Boşuna zaman yitirdim. Yiyecek bir tutam ot biler yok zaten burada. Ben gidiyorum.
FARE:
Gitme n’olur Bay Öküz, dinle beni.
ÖKÜZ: (Dinlemez, çıkar.)
FARE: (İç çeker)
Gitti…
KOYUN:
Ben de gidiyorum. (Çıkar.)
FARE: (İç çeker)
Koyun da gitti…
AKÇA PİLİÇ:
Benim ne işim var ki burada? Ben de gidiyorum. (Çıkar.)
FARE:
Tavuk da gitti. Yapayalnız kaldım burada. Tek başıma karşı çıkamam ki bir fare kapanıyla…
SAHNE KARARIR.
ÇİFTÇİ KADIN (Karanlıkta çığık atar.) Aaay! İmdaaat!
AKÇA PİLİÇ: (Sesi)
Gıt gıt gıt… Ne oldu, ne oldu?
KOYUN: (Sesi)
Meee… Ne oluyor, neler oluyor?
ÖKÜZ: (Sesi)
Mööö… Kim bağırdı?
AKÇA PİLİÇ:
Bayan çiftçiydi galiba. Gıt gıt gıt…
KOYUN:
Evet, o bağırdı. Meee…
ÖKÜZ:
Niçin bağırdı ki? Mööö…
FARE:
Umarım fare kapanına yakalanmamıştır.
KOYUN:
Kocaman kadın fare kapanına yakalanır mı canım?
FARE:
Neden olmasın? Belki de parmaklarını kaptırmıştır.
ÖKÜZ:
Yılan nerede? Yılan yok ortalarda.
YILAN:
Buradayım, imdaaat!
FARE:
Yılan…
KOYUN:
Bağırıyor…
AKÇA PİLİÇ:
İmdat istiyor.
FARE:
Fare kapanına yakalanan o galiba.
ÖKÜZ:
Peki yaralanan oysa, bağıran niçin çiftçinin karısı?
FARE:
Nerden bileyim ben?
SAHNE AYDINLANIR.
BAY ÇİFTÇİ: (Koşarak girer) Hanımım, ne oldu sana…
BAYAN ÇİFTÇİ:
Isırdı… Bir şey ısırdı beni?
BAY ÇİFTÇİ:
Ne ısırdı? Hani ısıran şey nerede?
BAYAN ÇİFTÇİ: (İnler)
Aaah… Bir yılandı galiba… Bak, işte orada.
BAY ÇİFTÇİ:
Orada mı? Evet, orada! Bir yılan! .. Kuyruğunu fare kapanına kıstırmış. İşe bakın siz… Canı yanınca da seni ısırmış demek. Peki, sen ne arıyordun orada?
BAYAN ÇİFTÇİ:
Aaah… Nereden bileyim yılanın kapanın orada olduğunu… Geçiyordum, karanlıkta kuyruğuna basmışım hayvanın. O da ısırdı beni. Canım çok yanıyor. Ölecek miyim yoksa?
BAY ÇİFTÇİ:
Ağzından yel alsın canım. Ben şimdi kurtarırım seni. (Seslenir) Azap Azap!
AZAP: (Koşarak girer.) Buyurun efendimiz?
BAY ÇİFTÇİ:
Sağır mısın?
AZAP:
Hayır sağır değilim efendim.
BAY ÇİFTÇİ:
Olanları duymadın mı?
AZAP:
Duymadım, ne olmuş?
BAY ÇİFTÇİ:
Hanımı yılan ısırmış.
AZAP:
Yılan mı? Ya, vah vah!
BAY ÇİFTÇİ:
Çabuk, koş! Doktoru al gel.
AZAP:
Baş üstüne efendim. Hemen getiririm.
BAY ÇİFTÇİ:
Koş koş! Koşarak git, haydi!
AZAP: Koşuyorum… (Sahnede bir tur atıp koşarak çıkar.)
YILAN:
İmdat, can kurtaran yok mu? Bu pis kapana kısılıp kaldım. Burada çırpına çırpına ölecek miyim yahu?
FARE:
Çırpın bakalım hele, çırpın yılan efendi. Tıııssss… de. Tııısın kurtarır belki seni. Hani, fare kapanı bir şey yapamazdı sana…
YILAN:
Yahu hiç bizi düşünen yok. Biri şu kuyruğumu kurtarsın kapandan.
BAY ÇİFTÇİ:
Yılan zehirli mi acaba? Böyle durumlarda ne yapılırdı? Yılan sokan yerin kanı emilip tükürülür. Öyle yapayım bari…
YILAN:
Sesimi duymuyorlar bile. Biz keyfimizden mi ısırdık kadını? Üstümüze bastı, korkumuzdan ısırdık. (Bağırır.) İmdaaat, şu zavallı yılanın canını kurtaracak biri yok mu?
BAY ÇİFTÇİ:
Önce, zehirlenen kanın vücuda yayılmasını önlemeliyim. Hanımın boynundaki eşarp bu işi görür. (Eşarpı kadının boynundan alır, ısırılan ayağı bileğinden sıkıca bağlar.)
YILAN:
Keşke yılan olacağıma kırkayak olsaydım. Ayağımım birini kaptırdım mı, otuz dokuzuyla kaçardım…
BAY ÇİFTÇİ:
Şimdi kanı emelim… Ama emdiğimiz zehirli kanı tükürmeliyim. Yoksa ben de zehirlenebilirim. (Emer, tükürür; Emer, tükürür…)
YILAN:
O zaman da Topal Kırkayak derlerdi bana. Aman, varsın desinler. Kuyruksuz yılan olmaktansa, topal kırkayak olmak daha iyi. Ah, keşke sözünü dinleseymişim Fare’nin.
BAYAN ÇİFTÇİ:
Aaah… Canım çok acıyor….
BAY ÇİFTÇİ:
Dayan hanımım… Sık dişini…
SAHNE KARARIR.
BAYAN ÇİFTÇİ: (Karanlıkta inler)
Aaah… Aaah… Ölür müyüm acaba adamım?
BAY ÇİFTÇİ:
Yok canım, neden ölecekmişsin… Azap, doktoru getirmeye gitti. Nerdeyse gelirler. Üzme canını, kurtulacaksın..
BAYAN ÇİFTÇİ:
Aaah… Aaah…
AZAP: (Karanlıkta, sesi)
Efendi! Efendi! ...
BAY ÇİFTÇİ:
Ne var Allahın belası! Nerede kaldın? Hani doktor?
AZAP:
Burada burada, yanımda.
BAY ÇİFTÇİ:
Getirsene…
AZAP:
Getiriyorum…
SAHNE AYDINLANIR.
AZAP: (Doktorla birlikte girer.)
BAY ÇİFTÇİ:
Doktorun evi şuracıkta. Sen gideli bir saat oldu. Nerede kaldın salak! Koş demedim mi sana!
AZAP:
Dedin ama koşarak git, dedin. Koşarak gel demedin ki. Hem doktor için de bir şey söylemedin. O koşacak mıydı, koşmayacak mıydı?
BAY ÇİFTÇİ:
Kes sesini salak!
BAYAN ÇİFTÇİ: (İnler.)
Aaah…
BAY ÇİFTÇİ:
Doktor, eşimle ilgilenir misiniz? Yılan soktu onu. Yılan zehirliydi galiba. Ben önlem olsun diye kanını emip tükürdüm ama…
DOKTOR:
Hım… Bir bakalım… (Hastayı muayene eder.) Ateşi var. Hem de yüksek ateşi var. Umarım kurtarmak için geç kalmadık.
YILAN:
İşini çabuk bitir de, bize de bak doktor…
BAY ÇİFTÇİ:
Eee… İlaç vermeyecek misin hanımıma doktor?
DOKTOR:
Vereceğim canım vereceği ama…
BAY ÇİFTÇİ:
Aması ne?
DOKTOR:
İlaçların yanı sıra güçlenmesi gerek. Bu zayıf bedenle karşı koyamaz vücuttaki zehire.
BAY ÇİFTÇİ:
Nasıl güçlendireceğiz onu?
DOKTOR:
Bunu siz çiftçiler benden iyi bilirsiniz.
BAY ÇİFTÇİ:
Aklım başımda kaldı mı ki? Lütfen söyle doktor. Hanımımı güçlendirmek için ne yapmalıyım?
DOKTOR:
Ona bir tavuk çorbası iyi gelir.
BAY ÇİFTÇİ:
Tavuk çorbası mı? Tavuğu nereden bulacağım şimdi?
DOKTOR:
Çitçi değil misin? Tavuğun yok mu çiftliğinde?
BAY ÇİFTÇİ:
Var…
DOKTOR:
Hangi gün için besliyorsun onu? Tam zamanıdır. Kestir tavuğu. Pişirttir Azabına. İçirt kadınına.
BAY ÇİFTÇİ:
Haklısın. Öyle yapalım bari. (Seslenir) Azap!
AZAP:
Bağırmayın efendim. Buradayım.
BAY ÇİFTÇİ:
Burada mısın? Peki, git şu Akça Tavuğu yakala. Kes, pişir onu. Suyuna çorba yap, acele getir.
AZAP:
Tamam efendim. Hemen. (Çıkışa yönelir.)
AKÇA PİLİÇ: (Dışarıdan sesi)
Yo, hayır! Bırakın beni. İmdaaat, Tavuk kesiyorlar…
FARE:
Aklın başına geldi mi Piliç hanım? Hani Fare kapanının sana zararı dokunmazdı?
BAY ÇİFTÇİ:
Azap!
AZAP: (Çıkışta)
Efendim ağam?
BAY ÇİFTÇİ:
Ne yapacaksın?
AZAP:
Gidip Akça tavuğu yakalayacağım. Kesip pişireceğim. Suyuna çorba yapıp acele getireceğim.
BAY ÇİFTÇİ:
Aferin sana. Haydi, göreyim seni. Acele et.
AZAP Hiç merak etmeyin. Yiyecek içecek işlerinde aceleciyim. Midem kokusunu aldı ya, şimdi işini bitiririm Akça Pilicin.
DOKTOR:
Biz de hastayı şuraya, bir yatağa taşıyalım. Hep böyle yerde yatacak değil ya…
BAY ÇİFTÇİ:
Taşıyalım doktorum.
DOKTOR:
Yatak? Yatak yok mu burada?
BAY ÇİFTÇİ:
Olmaz olur mu? (Bağırır.) Yataaak! Yatak getirilsiiin!
ÖKÜZ, KOYUN, AKÇA PİLİÇ KOŞTURARAK YATAĞI SAHNEYE GETİRİRİR, BIRAKIP ÇIKARLAR.
DOKTORLA ÇİFTÇİ HASTAYI YATAĞA TAŞIR.
DOKTOR:
Tavuk pişesiye kadar yanımdaki şu ilaçları verelim hastaya.
BAY ÇİFTÇİ:
Verelim doktor.
DOKTOR:
Bir bardak su getir sen..
BAY ÇİFTÇİ:
Azaaap! Bir bardak su getir!
AZAP: (Dışarıdan sesi)
Tamam, ben suyu getireyim, sen de gel şu tavuğu pişir.
BAY ÇİFTÇİ:
Yok yok vazgeçtim. Sen işine devam et. Suyu kendim alırım. (Çıkar, bir bardak su ile döner.)
DOKTOR: (Çantasından çıkarttığı ilacı hastaya yutturur.)
Yut yut bu hapları kadın.
BAYAN ÇİFTÇİ:
Aaah…. Aaah… Bu hapları yutarsam iyileşir miyim doktor?
DOKTOR:
Umarım iyileşirsin.
BAYAN ÇİFTÇİ:
Ya iyileşmezsem? Aaah…
DOKTOR:
Her şeye iyi yanından bak da iyi olsun.
BAYAN ÇİFTÇİ:
Neresine iyi yanından bakayım bunun doktor? Aaaah…. Ölüyorum…
DOKTOR:
Korkma, dur bir de iğne yapacağım sana. O zaman hiç tehlike kalmaz.
BAYAN ÇİFTÇİ:
Sağ ol doktor.
DOKTOR:
Sen de sağ ol kızım…
SAHNE KARARAIR, YENİDEN AYDINLANIR.
DOKTOR:
Oooh, eline sağlık Azap. Tavuk suyu çorban da çok güzel olmuş. İçindeki et kırıntıları da ekstresi.
AZAP:
Yeniden ister misiniz doktorum?
DOKTOR:
Daha var mı?
AZAP:
Dolu…. Bana da yeter, hanımıma da, sana da… Ben beş tas içtim, kazan daha dolu.
DOKTOR:
Getir öyleyse, getir.
FARE:
Vah Akça piliç vaaah… Beni dinleseydin bunlar gelmezdi başına…
BAY ÇİFTÇİ:
Karımın durumu nedir doktor? Yaşayacak değil mi?
DOKTOR:
Baygın yatıyor. Bırakalım dinlensin.
BAY ÇİFTÇİ:
Sakın ölmüş olmasın doktor.
DOKTOR:
Yok canım… Amma abarttın ha! Dur, yeniden bakayım. (Muayene eder.) Ooo! ...
BAY ÇİFTÇİ: (Korkuyla)
Hayırdır, gidiş kötü mü?
DOKTOR: (Memnun)
Aksine iyi iyi… Ateşi tamamen düşmüş.
BAY ÇİFTÇİ:
Oh, şükürler olsun.
DOKTOR:
Giderek daha da iyileşecek.
BAY ÇİFTÇİ:
Ne zaman kendine gelir.
DOKTOR:
Çok geçmeden kendine gelir. Konuşmaya bile başlar.
BAY ÇİFTÇİ: (Sevinçli)
Var ol doktorum…
FARE, AKÇA PİLİÇ, KOYUN, ÖKÜZ BAŞLARINA ÖRTÜLER ÖRTEREK KONUK ROLÜNDE DOLUŞURLAR SANHNEYE.
- Geçmiş olsun Çiftçi dayı.
BAY ÇİFTÇİ:
Sağol komşu.
- Geçmiş olsun komşu.
BAY ÇİFTÇİ:
Var ol komşu.
- Geçmiş olsun, geçmiş olsun…
BAY ÇİFTÇİ:
Sağol komşu.
- Geçmiş olsun Çiftçi baba.
BAY ÇİFTÇİ:
Var ol komşu.
BAY ÇİFTÇİ:
Oooo… Köküne bereket… Köyde kimse kalmadı bizim eve doluştu. Bir, üç beş…
AZAP:
Sadece bizim köyden olsalar iyi Efendi. Komşu köylerden gelenler de var. Öbür odalar ağzına kadar misafir dolu.
BAY ÇİFTÇİ:
Ne ikram etsek onlara? Konuklara tavuk suyu çorbası ikram etsene Azap…
AZAP:
Çorba biteli yıllar oldu.
BAY ÇİFTÇİ:
Peki ne ikram edeceğiz onlara?
DOKTOR:
Koyunu kes koyunu.
BAY ÇİFTÇİ:
Koyunu mu?
DOKTOR:
Elbette. Hangi gün için bekliyorsun onu. Köylünün diline düşersin valla.
KOYUN:
Hayır de Çiftçi baba, hayır de! .. Hani beni çok severdin? ...
BAY ÇİFTÇİ:
Haklısın doktor ama koyunumu çok seviyorum.
DOKTOR:
Karından daha mı çok seviyorsun?
BAY ÇİFTÇİ:
Yok canım…
FARE:
Eyvah koyun kardeş. Gidiyorsun!
KOYUN:
Kes sesini zevzek!
DOKTOR:
O zaman? .. Komşuların ne diyecek şimdi sana. Karısı için geçmiş olsuna geldik de, tok geldik, aç döndük… demezler mi?
BAY ÇİFTÇİ:
Derler tabii.
KOYUN:
Desinler desinler. Kıyma bana Çiftçi baba.
DOKTOR:
Yıllarca da başına kakmazlar mı bunu?
BAY ÇİFTÇİ:
Kakarlar.
DOKTOR:
Öyleyse karar ver.
BAY ÇİFTÇİ:
Verdim gitti.
KOYUN:
Kararın ne kararın ne Çiftçi baba? Bana kıymayacaksın, değil mi?
FARE:
Kıydı bile.
KOYUN:
Sen sus! Şom ağızlı.
FARE:
Zamanında söylemiştim ben size. Şu fare kapanının icabına bakalım, diye. Yılanın da, tavuğun da başına ne geldiyse onun yüzünden geldi.
KOYUN:
Benim başıma bir şey gelmeyecek.
FARE:
Göreceğiz.
KOYUN:
Başıma bir şey gelmeyecek, değil mi Çiftçi Baba?
DOKTOR:
Eee, neye karar verdin Çiftçi?
BAY ÇİFTÇİ:
Koyunum konuklarımdan kıymetli mi? Herkes bizi sayıp gelmiş. Onlara mahcup olmak istemem.
KOYUN:
Ne diyor bu be!
FARE:
Ne dediği açık.
DOKTOR:
Yani?
BAY ÇİFTÇİ:
Konuklarıma yemek de çıkartmak için, koyunu gözden çıkartmam gerek.
KOYUN:
Hayııır!
FARE:
Evet… Oh sana. İyi oldu sana. Fare kapanı konusunda bana gülüyordun. Gör bakalım başına neler geliyor.
KOYUN:
Konuklara çıkan yemeklerin etli olması gerek mi? Bir çare bulur şimdi benim Çiftçi babam.
BAY ÇİFTÇİ:
Azap!
KOYUN:
Bak, buldu bile.
AZAP:
Buyur ağam.
BAY ÇİFTÇİ:
Ahıra git…
AZAP:
Baş üstüne ağam. Ahıra gideyim. Gideyim ama ahırda ne yapayın?
BAY ÇİFTÇİ:
Koyunu yakala.
KOYUN:
Hayır, yakalama!
FARE:
Hah hah ha! ..
AZAP:
Koyunu yakalayacağım. Ama onu ne yapacağım.
KOYUN:
Keseceksin…
FARE:
Ha ha ha! ..
KOYUN:
Hayır, kesmeyecek…
AZAP:
Keseceğim ama ne yapacağım.
BAY ÇİFTÇİ:
Etine yemek pişirip konuklarıma sunacaksın.
AZAP:
Anladım Ağam. Ahıra gidip koyunu yakalayacağım. Yakalayıp onu keseceğim. Etiyle yemek pişireceğim. Yemeği konuklara sunacağım.
BAY ÇİFTÇİ:
Aferin sana Azap. Bir tanesin sen. Acele et.
AZAP:
Yene içne işlerinde benden acelecisi yoktur. Midem yine et kokusu aldı ya.
KOYUN:
Azap değil, yamyam bu.
AZAP:
Bir taneyim değil mi ağam? Hemen çıkıyorum. (Seslenir) Kaçma koyun, geliyorum.
KOYUN: (Kaçar)
İmdaaat!
AZAP: (Kovalar)
Kaçma koyun!
FARE:
Kaç koyun, kaaaç!
SAHNE KARARIR, YENİDEN AYDINLANIR.
AZAP:
Emirlerini bir bir yerine getirdim ağam.
BAY ÇİFTÇİ:
Koynu kestin mi?
AZAP:
Kestim.
FARE:
Vah vah…
BAY ÇİFTÇİ:
Etini pişirdin mi?
AZAP:
Pişirdim.
FARE:
Vah koyun vah…
BAY ÇİFTÇİ:
Konukları doyurdun mu?
AZAP:
Doyurdum…
BAY ÇİFTÇİ:
Aferin. Şimdi de doktorla bana birer tabak etli yemek getir de yiyelim.
AZAP:
Getiremem.
BAY ÇİFTÇİ:
Neden?
AZAP:
Çünkü hiç yemek kalmadı.
BAY ÇİFTÇİ:
Koca koyun bitti mi?
AZAP:
Bitti.
BAY ÇİFTÇİ:
Nasıl biter?
AZAP:
Bir günde konuğun kaçı gelip kaçı gidiyor biliyor musun?
BAY ÇİFTÇİ:
Bilmiyorum.
AZAP:
Öyleyse konuşma.
BAY ÇİFTÇİ:
Tamam konuşmadık.
AZAP:
Sen konuşmuyorsun ama konuklar konuşuyor.
BAY ÇİFTÇİ:
Ne konuşuyormuş konuklar.
AZAP:
Bu nasıl hasta sahibi? diyorlar. Dağ gibi karısı ölümlerden döndü. Geçmiş olsuna tok geldik, aç gidiyoruz diyorlar.
BAY ÇİFTÇİ:
Koca koyunu kestirdik ya, daha ne yapalım?
AZAP:
Sen de bu kadar iyi bir insan olmasaydın. Sevenlerin çoksa ben ne yapayım? Koyun etinden her konuğuna ancak birer tike et düştü.
BAY ÇİFTÇİ:
Yapma yahu?
AZAP:
Yaptım gitti.
BAY ÇİFTÇİ:
Ne olacak şimdi?
DOKTOR:
Senin bir de öküzün mü vardı ne?
FARE.
Sıra sende Bay Öküz?
BAY ÇİFTÇİ: (İç çeker) Evet var ya…
DOKTOR:
Peki, konuklarına ikram için onu neden düşünmüyorsun?
BAY ÇİFTÇİ:
Ne diyorsun sen doktor?
DOKTOR:
Ne demek istediğim açık değil mi?
BAY ÇİFTÇİ:
Ama öküzüme yazık doktorum.
DOKTOR:
Ya karının kurtulamasaydı?
BAY ÇİFTÇİ:
Haklısın..
DOKTOR:
Bir nevi kurban sayılır bu. Kes gitsin anasını satıym.
BAY ÇİFTÇİ:
Haklısın doktorum.
DOKTOR:
Yoksul köylülerin gözü ete doysun.
AZAP:
Bizim de, bizim de…
BAY ÇİFTÇİ:
Azap!
AZAP:
Yani benim de…
BAY ÇİFTÇİ:
Doysun valla doktor. Ne yapalım. Yenisini alırız sonra. (Seslenir) Azap!
AZAP:
Söze hacet yok ağam. Mesaj alındı. O alçak öküze gününü göstermeye gidiyorum. (Kapıya doğru fırlar. Döner sahmede bir tur atar. Yeniden kapıya yönelir.) İşte, gittim bile…Bir zaman önce boynuzlarını bu zavallı Azap’ın böğrüne gömmek neymiş görsün o öküz oğlu öküz.
FARE:
Kaç öküz kaç! Yılan fare kapanında bağıra bağıra öldü. Tavuk, konukların dişinin kovuğuna bile yetmedi. Koyunun etinden konuklara birer tike ancak düştü. Şimdi sıra sana geldi. Gör bak, küçücük bir fare kapanı başınıza ne işler açtı.
SUNCU:
Oyunun sonu geldi galiba. Son sözü söylemek de bana düştü.
O zaman kulaklarınızı bana verin.
Çevrenizde bir tehlike kokusu mu duydunuz?
Bu tehlike beni ilgilendirmez demeyin. Tehlike bulaşıcı hastalık gibidir. Bugün bana bulaşır, yarın sana…
Eğer siz de umursamazlığınızı tavuk gibi, koyun gibi, öküz gibi pahalıya ödemek istemiyorsanız… Tehlikeler karşısında gücünüzü birleştirmelisiniz. Benden bu kadar, kızım sana söylerim, gelinim sen anla!
BİTTİ
YAZARLA İLETİŞİM:
Tel: 0342 338 16 18 – 0505 553 47 44
İleti: [email protected] –
MSN: [email protected]
Web: fevgun.com
Kayıt Tarihi : 22.6.2009 00:34:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!