23. Oyun
PILDIRPILDIRCIK 3 PERDELİK MASAL OYUN FEVZİ GÜNENÇ
OYUNUN KİŞİLERİ:
HOCAHANIM (Atmışlık)
KALFA HANIM
SEKİZ ÇOCUK (7-15 Yaş arası)
GÜLBEYAZ: 15 yaşında
PILDIRPILDIRCIK (Köpek)
ANNE
BABA
CADI KADIN
1. AĞABEY
2. AĞABEY
3. AĞABEY
DEV ANASI
1. KUZU
2. KUZU
3. KUZU
GENÇ KRAL
1. AVCI
2. AVCI
3. AVCI
ÇİNGENE KIZI
TELLAL
BALIKÇI
BALIK
1.MUHAFIZ
2. MUHAFIZ
3. MUHAFIZ
İYİ BÜYÜCÜ
EŞEK:
SEYİRCİ ÇOCUK
MASALCI DEDE:
(Perde açılmadan perdenin önüne çıkarak konuşur) Merhaba çocuklar! Hoş geldiniz Ben, hep böyle ak sakallı bir dede değildim sevgili çocuklar. Sizler gibi mini minnacık bir çocuktum ben de zamanında. Annem, masallarıyla büyüttü beni.
Nereden öğrenmişti annem o kadar çok masalı, bilmiyorum... Onun bütün masallarını severdim. Ama içlerinde en çok sevdiğim Pıldırpıldırcık masalıydı. Dinlemekten bıkmadığım bu masalı sık sık isterdim annemden. Canım annem, o da bıkmadan, usanmadan anlatırdı hep. Kocaman adam oyuncaya kadar anlatmayı sürdürdü masallarını bana. Artık ben baba olunca o anlatmayı bıraktı. Bu kez ben başladım onun masallarını anlatmaya çocuklarıma.
Ama bir de baktım ki benim sadece iki tane değil çocuğum. Yüzlerce, binlerce, on binlerce çocuğum var. O zaman çocuk oyunları, çocuk masalları yazmaya başladım. Masallarımı sanırım radyolarda sizler de dinlemişsinizdir. Televizyonlarda izlemişsinizdir. En azından kitaplarımdan okumuşsunuzdur çocuklar.
Şimdi, burada size ben, annemin anlattıkları içinde en çok sevdiğim, bayıla bayıla dinlediğim, dinlemekten bıkmadığım bir masalı anlatacağım. Pıldırpıldırcığı! ..
Pıldırpıldırcık bir köpeğin adıoıd. Gülbeyaz’ın köpeği. Mini minnacık, şeker gibi bir şey. Gülbeyaz da dünya güzeli bir kız. Bakalım bu ikisi size ne güzellikler yaşatacaklar. Haydi, şimdi onların yaşadığı güzelliklerin dünyasına girelim. İyi seyirler sevgili yavrularım!
1. PERDE, 1. BÖLÜM
DEKOR: Eski Türkçe okutulan bir hocaevi.
Duvarlar beyaz. Yerde her öğrencinin önünde bir rahle. Hoca Hanım’ın önünde daha büyük bir rahle ile altında bir koyun postu.
HOCAHANIM: (Uyuklamaktadır… Uyuklarken dudakları kıpırdar. Sanırsınız dersi çocuklarla birlikte tekrar etmektedir.)
ÇOCUKLAR: Her bir ağızdan:
Elif e sin e! .. Be sin be! .. Cim karnında üç nokta! ..
PILDIRPILDIRCIK:(Gülbeyaz’ın eteğinin altından çıkar. Köpek rolünü küçük bir çocuk oynayacaktır.) Hav hav…
GÜLBEYAZ: Sus Pıldırpıldırcık, seni mektebe getirdiğim anlaşılırsa ikimiz birden cezalandırılırız.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
HOCA HANIM: (Uyanır) Nedir o ses! Bir köpek sesi! Kim getirdi o musibeti buraya? ÇOCUKLAR: Gülbeyaz getirdi öğretmenim, Gülbeyaz getirdi! .. HOCA HANIM: Gülbeyaz! Ne demek oluyor şimdi bu! GÜLBEYAZ: Şey öğretmenim... HOCA HANIM: (İğrenircesine yüzünü buruşturur, burnunu tutar, elini yelpaze gibi kullanarak kokuyu uzaklaştırır.) Püf püf püf! .. Bu pis koku ne! Kim tın yaptı? (Uzun değneğinin ucuyla çocuklardan birinin başına vurur) Sen mi?
1. ÇOCUK: Valla billa ben yapmadım öğretmenim…
HOCA HANIM: (Bir başkasına vurur) Sen mi?
2. ÇOCUK: Ben yaptıysam annem ölsün Hoca Hanım Efendi!
HOCA HANIM: Sen mi?
3. ÇOCUK: Ben yaptıysam babam ölsün Hoca Hanım Efendi!
HOCA HANIM: Sen mi?
4. ÇOCUK: Ben yaptıysam biricik ablamın ölüsünü göreyim Hoca Hanım Efendi!
HOCA HANIM: Öyleyse kim yaptı?
5. ÇOCUK: Gülbeyaz yapmıştır öğretmenim!
GÜLBEYAZ: Hayır hayır! Ben yapmadım Hoca Hanım efendi!
6. ÇOCUK: Kendisi yapmadıysa köpeği yapmıştır.
GÜLBEYAZ: Hayır, köpeğim de yapmadı!
HOCA HANIM: Sen mi yaptın Gülbeyaz.
GÜLBEYAZ: Ben yapmadım.
7. ÇOCUK: Yemin çeksin, yemin çeksin!
HOCA HANIM: Sen yapmadıysan yemin çek!
GÜLBEYAZ: Eğer ben yaptıysam Pıldırpıldırcık ölsün Hoca Hanım Efendi!
HOCA HANIM: Pıldırpıldırcık kim?
8. ÇOCUK: Köpeği Hocam, köpeği! ..
HOCA HANIM: (Gülbeyaz’a) Ne! Köpeğinin üstüne mi ant içiyorsun!
GÜLBEYAZ: Herkes en sevdiği için and içiyor. Benim en çok sevdiğim de köpeğim…
HOCA HANIM: Sus, hayırsız! Bir de utanmadan konuşuyor… On beş yaşını aştın, hala “elif be”yi çözemedin. Tembel tekerlerk! Haylaz kız, üç ağabeyinin yitimine neden olduğun yetmedi mi? şimdi de böyle densizlikler yapıyorsun? GÜLBEYAZ: Üç ağabey mi? Benim hiç ağabeyim olmadı ki? HOCA HANIM: Ya? .. Öyle mi sanıyorsun? Annene babana sor bakalım... O, burç gibi oğulları, üç babayiğit ne oldu? .. Haydi, hemen çık buradan. Bir daha senin de köpeğinin de yüzünüzü görmeyeceğim. Utanmaz seni!
KALFA: (Zili şangırdatarak sahneye girer, çocukların arasında bir gider, bir gelir.) Paydos, paydoos, paydooos! ...
HOCA HANIM: Haydi bakalım. Zaten paydos vakti olmuş. Yarın erken gelin.
BÜTÜN ÇOCUKLAR: Geliriz Hoca Hanım Efendi, geliriz! ..
OYUNCU ÇOCUKLAR RAHLELERİ, MİNDERLERİ SAHNE DIŞINA TAŞIR.
(Çocuklar sahneden çıkar, biri kapıdan Hoca Hanıma nanik yapar, kaçar.)
SAHNE KARARIP AYDINLANIR AYDINLANDIĞINDA GÜLBEYAZIN EVİNİ GÖRÜRÜZ.
GÜLBEYAZ (Ağlayarak girer) Anne! ANNE: Ne oldu! Niçin ağlıyorsun kızım? GÜLBEYAZ: Anne, benim ağabeylerim var mıydı? ANNE: Bu da nereden çıktı şimdi? GÜLBEYAZ: Var mıydı? .. ANNE: Şey...
GÜLBEYAZ: Onların yitimine ben mi neden oldum?
ANNE: Anlaşıldı… Artık sana gerçekleri anlatmanın zamanı geldi güzel kızım. Otur şöyle dizimin dibine de dinle beni.
GÜLBEYAZ: Gel Pıldırpıldırcık... Sen de benim dizimin dibine otur. Sen de dinle… PILDIRPILDIRCIK: Hav hav hav... ANNE: Bir zamanlar bizim de mutlu bir yaşantımız vardı. Beş oğlumuzla baban bir de ben... Tek eksiğimiz vardı. Bir kızımız. “Gün gelir ona da kavuşuruz” düşüncesiyle sabır üstüne sabır eklerdik. (İç çeker, göz yaşlarını siler) Oğullarımın başını alıp gittiği yıldı. Ben yine hamileydim. Ayım günüm gelmişti.
SAHNE KARARIR, YENİDEN AYDINLANIR. Aynı dekor.
ANNE: Bey? .. BABA: Buyur karıcığım? ..
ANNE: Benim doğumum yaklaştı sanırım. Hafiften sancılar duymaya başladım.
BABA: Dilerim sağlıkla doğurursun karıcığım. ANNE: Umarım bu kez bir kız çocuğumuz olur. BABA: Canımız sağ olsun. Kız da olsa, erkek de olsa başımızın üstünde yeri var. 1. AĞABEY: Ama kız olursa daha iyi değil mi baba? 2. AĞABEY: Doğrusu ben artık bir kız kardeşimiz olsun istiyorum. 3. AĞABEY: Biz ava çıkıyoruz baba... Döndüğümüzde sanırım annem doğurmuş olur. BABA: Sanırım... 1. AĞABEY: Bak baba, biz üç erkek kardeş karar verdik. Eğer bu kez de kız kardeşimiz olmazsa, başımızı alıp uzaklara gideceğiz. BABA: O nasıl söz çocuklar? Kardeş kardeştir. Bunun erkeği kızı mı olur? 2. AĞABEY: Olur baba. 3. AĞABEY: Bakın, sizden bir dileğimiz var. Biz yokken eğer bir kız kardeşimiz dünyaya gelirse, evimizin damına beyaz bayrak asın. Beyaz murattır. Beyaz bayrağı görünce muradımızın yerine geldiğini anlarız. 1. AĞABEY: O zaman biz de yuvamıza sevinçle döneriz. ANNE: Ya erkek kardeşiniz olursa? 2. AĞABEY: O zaman dama kara bayrak asarsınız. ANNE: Ne olacak kara bayrak asınca? 3. AĞABEY: Yine erkek kardeşimiz olduğunu anlar, biz de başımızı alıp ıraklara gideriz. BABA: Olmaz öyle şey. ANNE: Biz, sizler olmayınca ne ederiz yavrularım? .. 1. AĞABEY: Dua edelim de bize bir kız kardeş doğurasın anne. O zaman hiç bir yere gitmemiz gerekmez.
CADI KADIN: (Sahnenin bir ucundan başını uzatır) Hih hih hih! .. Bütün konuştuklarını duydum. Kötülük yapmanın tam sırası. Kızları olursa dama dikecekleri kırmızı bayrağı kara bayrakla değiştiririm. O zaman seyreyleyin gümbürtüyü... (Kahkahası giderek uzaklaşır.)
SAHNE KARARIR, YENİDEN AYDINLANIR, SAHNEDE YİNE ANA İLE KIZI GÖRÜRÜZ. GÜLBEYAZ: Eee? .. Sonra ne oldu? ANNE: Sonra da sen doğdun güzel kızım. Babanın da benim de sevincimize diyecek yoktu. Hemen evimizin damına kırmızı bayrak dikildi. GÜLBEYAZ: Peki, ağabeylerim niçin dönmedi eve? Komşumuzda bir cadı kadın var. Herkese kötülük etmekten sevinç duyar. O yapmış yapacağını bize. Oğullarım da damda kara bayrağı görünce… GÜLBEYAZ: Demek öyle... ANNE: Evet, ne yazık öyle. O gün bugündür oğullarımın hasretiyle yanar tutuşurum. GÜLBEYAZ: Sen kaygılanma anneciğim. Önce gidip o cadı kadını cezalandıracağım.
ANNE: Kendi cezasını buldu zaten o. Artık yaşamıyor.
GÜLBEYAZ: Peki, tamam öyleyse. O zaman ben gidip ağabeylerimi bulurum. ANNE: Güldürme beni. Küçücük bir kızsın sen. Böyle bir şeyi yapamazsın. BABA: (Lafa karışır) Bunu biz bile yapamadık
ANNE: Küçük çocuklar her şeyi hayal ederler ama bunları asla gerçekleştiremezler.
GÜLBEYAZ: Gerçekleştireceğim. Göreceksiniz.
OYUNCU ÇOCUKLAR ORMANI SİMGELEYEN PANOLARI SAHNEYE TAŞIRLAR.
GÜLBEYAZ: (Köpeğinin tasmasından tutmuş, sahne içinde yol almaktadır.) Annem yola çıkacağımıza inanmadı ama yoldayız işte Pıldırpıldırcık. Ağabeylerimi bulmaya gidiyoruz. Memnunsun değil mi? PILDIRPILDIRCIK: Hev hev... GÜLBEYAZ: Gece yarısından beri yürüyoruz. Kim bilir daha kaç gün yürüyeceğiz. Ben yoruldum Pıldırpıldırcık. Hem de acıktım güzelciğim. Sen acıkmadın mı? PILDIRPILDIRCIK: Hev hev... GÜLBEYAZ: Acıktın demek. Öyleyse gel şu ağacın altına oturup hem dinlenelim, hem de azığımızı yiyelim. Burada ikimize de yetecek kadar yiyecek var. (Köpeğin tasmasını bırakır, çıkını açıp yere serer)
PILDIRPILDIRCIK: Hev hev... GÜLBEYAZ: Yolculukta kuru ekmekle peynir bile güzel oluyor, değil mi? PILDIRPILDIRCIK: Hev hev hev... GÜLBEYAZ: Ne o, peyniri beğenmedin mi? Ne yapalım beyim, dağ başında ancak bu kadar olur. Sana şimdi eti, kemiği nereden bulacağım! PILDIRPILDIRCIK: Hev hev hev... (Sesi giderek uzaklaşır) Hev hev hev... GÜLBEYAZ: Hey, dur! Nereye koşuyorsun öyle! Dur diyorum sana, dur! Bir de dağ başında kaybolup başıma iş açma! ... (Kendi kendine) Gitti... Gözden yitti. Keşke tasmasını bırakmasaydım. Ne yapacağım şimdi ben? GÜBEYAZ SAHNENİN İÇİNDE KOŞARAK BİR GİDER, BİR GELİR; SAHNEDE TELAŞLA DÖRT DÖNER.
GÜLBEYAZ: (Durur) Seni aramaktan yoruldum Pıldırpıldırcık. Neredeysen çık artık ortaya!
PILDIRPILDIRCIK: (Uzaktan) Hav hav…
GÜLBEYAZ: Pıldırıcık! Bu Pıldırcığın sesi. Ama nereden geliyor o ses. (Elini alnına siper edip uzaklara bakar.) Orada bir kulübe var. Köpeğim de kulübede! Sesi oradan geliyor. Kardeşlerimi mi buldu acaba Canım Pıldırpıldırcık! Sahnede koşar, bir taraftan çıkar.
BİRİNCİ PERDENİN SONU
2. PERDE
Ormandaki büyük bir kulübenin içi.
DEKOR: Sağda solda karşıda üç karyola. Karyolaların üstüne bırakılmış giysiler. Bir yanda ocak. Tencere tabak vb. Yerde düzgün serilmemiş bir kilim. Ocağın yanında tencereler, ıbrık, bulaşık teknesi. Bir kütük, kütüğün üstünde bükülmüş bir sofra.
GÜLBEYAZ:(Ormandaki kulübeden içeriye girer.) Pıldırpıldırcık! Burada mısın! Hele ki kavuştum sana! (Kucaklar) Yaramaz, beni ne kadar çok korkuttun! Seni bir daha asla bulamayacağım sandım. Sensiz ne yapardım ben o zaman.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav!
GÜLBEYAZ: Seni hiç bırakır mıyım” demek mi istiyorsun. Teşekkür ederim güzel köpeğim.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
GÜLBEYAZ: Demek bu kulübeyi bulduğun için yanımdan uzaklaştın. Neresi burası acaba Pıldırpıldırcık? Burada insanlar yaşıyor galiba. Acaba bu insanlar nasıl kimselerdir? İyi insanlar mı, kötü insanlar mı? Acaba bize zarar verirler mi? İçeride üç tane yatak var. Demek ki burada üç kişi yaşıyor. Bunlar erkek mi, kadın mı acaba? Erkek olmalılar. Kadın olsaydılar ortalık bu kadar dağınık olmazdı. Kim bilir, belki de ağabeylerimin kulübesidir burası. Bunun için sana teşekkür etmeliyim..
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
GÜLBEYAZ: Ne yapalım? Düzeltelim mi ortalığı. Sen de erkek bir köpeksin. Sen de ev işi yapmayı sevmezsin. O zaman odanın içinde keyfince dolaş dur. Ben burayı yaşanacak hale getireyim.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
GÜLBEYAZ: Hav hav da hav hav… Başka bir şey bilmez misin sen! (Bir köşede bulduğu saplı süpürgeyi kapar, odanın içini süpürmeye koyulur. Kendince uyduruk bir türkü tutturmuştur.)
Aman da aman ne kadar da güzel,
Bir kulübeymiş burası meğer
Burası ağabeylerimin olsa
Ah işte, o zaman dünyayı değer.
Şimdilik bu kadar temizlik yeter. Bu evde her şey var. Hemencecik güzel bir yemek pişireyim. Hem biz yer karnımızı doyururuz Pıldırpıldırcık, hem de evin sahiplerine iyilik yapmış oluruz. Şu tencerelerin haline bak hele. Hepsi de bulaşık! Hey, buranın sahipleri, her kimseniz, bu kadar pasaklılık olur mu? Neyse… Yıkayacağız… (Oradaki bir ibrikten aldığı suyla Tencereyi yıkar, suyu bulaşık teknesine döker.) Annem bana iyi ki yemek pişirmeyi öğretmiş. Bak burada ne güzel işe yarayacak bu becerim! Bence bütün küçük kızlar öğrenmeli ev işlerini yapmayı. Benim gibi hamarat olurlarsa, herkes çok sever kendilerini. Bir tek Hoca hanım Efendi sevmez… O da kötü değil canım. Benim gibi dersleri iyi öğrenemeyen, tembel tekerlekleri kim sever! Tencere’ye su koyup ocağa yerleştirir. İçine gerekli malzemeleri de atalım. Biraz şundan, biraz da bundan… Tamam, artık o kendi kendine pişer. Şimdi de yatakları düzeltelim… (Esner) Yatakları görünce içim geçti… Çok yorulduk Pıldırpıldırcık. Yemek pişinceye kadar gel biraz uyuyalım.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
GÜLBEYAZ: Korkma canım, yemeği dibine yakacak kadar fazla uyumam. Sadece kestireceğim birazcık. Hem ben uyuya kalsam bile sen beni uyandırırsın. Değil mi? (Köpeğini bağrına basıp yatağın birine uzanır.)
Sahne kararır, hemen yeniden aydınlanır. Aydınlandığında Gülbeyaz gözlerini ovuşturmaktadır. Genç kız genleşir, yataktan kalkar) Kalk Pıldırpıldırcık, kalk! Umarım yemeği dibine yakmamışımdır. (Ocağa koşar, yemeği karıştırır) Yanmamış, oooh, ne kadar güzel kokuyor! (Sahnenin önüne yakın bir yere sofrayı açar, iki tabak yemek doldurup getirir.) Gel, oturup yemeğimizi yiyelim biz Pıldırpıldırcık. Sonra da bir köşeye saklanır, burada yaşayanların nasıl insanlar olduğunu anlamaya çalışırız. İyiyseler, ortaya çıkarız.
1. AĞABEY: (Sesi) Oooh, ne kadar güzel bir yemek kokusu geliyor bizim evden!
2. AĞABEY: (Sesi) Sen hayal kuruyorsun. Yemeği kim pişirecek ki koksun.
3. AĞABEY: (Sesi) Ben de duyuyorum ama o kokuyu.
2. AĞABEY: (Sesi) Sahi be…
1. AĞABEY: (İçeriye girer) Aaa! Burada bir kız var.
3. AĞABEY: Bir de köpek!
1. AĞABEY: (Alaysı) Ne güzel de yerleşmişler evimize!
2. AĞABEY: (Alaysı) Ne güzel de kurulmuşlar soframıza.
GÜLBEYAZ: Yakalandık Pıldırpıldırcık. Suçüstü enselendik resmen.
3. AĞABEY: Kimsin sen güzel kız!
GÜLBEYAZ: Be-be-ben…
1. AĞABEY: Korkma korkma, sana zarar vermeyiz…
2. AĞABEY: Sen mi yaptın bütün bu güzel şeyleri? 3. AĞABEY: Elbette kendisi yapmıştır. Şuradaki köpek yapacak değil ya!
1. AĞABEY: Kim yaptıysa yaptı. Boşveriiin… Gelin üzümünü yiyip bağını sormayalım. GÜLBEYAZ: Sormayın sormayın… Siz sofraya oturun, ben yemeklerinizi getiririm. (Kalkar yemek servisi yapar.)
Üç delikanlı sofraya otur. Gülbeyaz Tabaklara yemekler koyup sofraya taşır.
2. AĞABEY: Ooooh... Baba evinden ayrılalı beri böyle ağız tadıyla güzel bir yemek yememiştim. 3. AĞABEY: Eline sağlık güzel kız…
GÜLBEYAZ: Afiyet olsun…
1. AĞABEY: Sanki anacığımın yemeği... 2. AĞABEY: (Ağlamaklı) Ne olurdu yani annemiz kız çocuk doğursaydı…
1. AĞABEY: Doğursaydı da evimizden ocağımızdan ayrılmasaydık.... GÜLBEYAZ: Annenizle babanızın hiç kız çocuğu olmamış mı sizin?
3. AĞABEY: Olmamış.
GÜLBEYAZ: Yıllarca benim annemle babamın da olmamış ama sonra ben doğmuşum.
1. AĞABEY: Ah, bizimkilerin de senin gibi bir kızı olsaydı!
2. AĞABEY: Peki ne arıyorsun sen buralarda küçük kız?
GÜLBEYAZ: Ben ağabeylerimi aramaya çıktım. Benim de üç ağabeyim varmış. Annem onlara kız kardeş doğurmadığı için küsmüşler. Başlarını alıp uzaklara gitmişler. Oysa küsmelerine gerek yokmuş. Ben doğmuşum… Bunu bilseydiler evden uzaklaşmazlardı…
3. AĞABEY: Neden bilememişler ki?
GÜLBEYAZ: Komşumuzda bir cadı kadın var. O bayrakları değiştirmiş.
1. AĞABEY: Ne bayrağı?
GÜLBEYAZ: Ağabeylerim ava giderken annem kız doğurursa beyaz bayrak…
2. AĞABEY: Erkek doğrursa kara bayrak asın demiş.
GÜLBEYAZ: Siz nereden biliyorsunuz bunu.
3. AĞABEY: Çünkü onu söyleyen oğullar bizleriz.
(Şaşkın) Ne, siz benim ağabeylerim misiniz! (Sevinçle) Ağabeylerim! (Kollarına atılır)
1. AĞABEY: (Gülbeyaz’ı kucaklar) Kız kardeşimiz!
2. AĞABEY: (Gülbeyaz’ı kucaklar) Canım kardeşimiz!
3. AĞABEY: (Gülbeyaz’ı kucaklar) Demek o gün annemiz bize bir kız kardeş armağan etmiş. Çok mutluyum çoook!
1. AĞABEY: Ben de! ..
2. AĞABEY: Ben de!
GÜLBEYAZ: (Ağlar) Ben de çok mutluyum ağabeyciklerim!
3. AĞABEY: (Ağlamaklı) Ağlama küçüğüm. Bizi de ağlatacaksın.
1. AĞABEY: Ağlamaklı) Bırakın ağlasın be! Biz de ağlayalım! Sevinç gözyaşları bunlar!
2. AĞABEY: Adın ne senin sevgili kız kardeşimiz?
3. AĞABEY: İşe bakın, daha adını bile bilmiyoruz kız kardeşimizin…
GÜLBEYAZ: Benim adım Gülbeyaz! Bu da köpeğim Pıldırpıldırcık.
1. AĞABEY: Canım benim! Gerçekten adına benziyorsun. Gül gibisin.
2. AĞABEY: Hem de bembeyaz bir gül!
3. AĞABEY: Köpeğin de güzelmiş…
PIDIRPILDIRCIK: Hav hav…
1. AĞABEY: Ne diyor bu!
GÜLBEYAZ: Teşekkür ediyor.
2. AĞABEY: Şuna bak hele! Teşekkürü de biliyor!
3. AĞABEY: Bundan sonra artık hep birlikte yaşarız. Biz gider avlar kuşlar getiririz. Sen de pişirir taşırırsın. Hep birlikte de yeriz.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
1. AĞABEY: Şimdi demek istiyor bu sevimli yaramaz?
GÜLBEYAZ: Ben ne olacağım diyor galiba.
2. AĞABEY: O da bizimle yaşayacak canım…
GÜLBEYAZ: Peki, neden evimize dönmüyoruz? Neden annemizi babamızı da sevindirsek? ..
3. AĞABEY: Sen buraya kaç günde geldin?
GÜLBEYAZ: Bilmem, epey oldu…
1. AĞABEY: Evimiz buraya çok uzakta. Seni yürüterek götürmeye kıyamayız. Ormandan edineceğimiz keresteyle bir araba yaparız. İki de vahşi at yakalayıp ehlileştiririz. Sonra da arabamıza binip hep birlikte evimize döneriz.
GÜLBEYAZ: İyi akıl bu!
2. AĞABEY: Tamam, yarından tezi yok, hemen işe başlayalım.
3. AĞABEY: Başlayalım…
SAHNE KARARIR, HEMEN YENİDEN AYDINLANIR.
GÜLBEYAZ: Uyan Pıldırpıldırcık, uyan tembel çaydanlık! Baksana, nerdeyse vakit öğlen olmuş. ağabeylerim çoktan avlanmaya gitmişler bile.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
GÜLBEYAZ: Demek sen çoktan beri uyanıksın. Peki beni niçin uyandırmadın?
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
GÜLBEYAZ: Uyandırmaya kıyamadın ha! . Canım, beni! Yerim seni yerim!
PILDIRPILDIRCIK: (Acıklı havlar) Hav hav hav…
GÜLBEYAZ: Şaka şaka! Ben yer miyim hiç seni! Dev ana mıyım ben? Önce elimizi yüzümüzü yıkayalım… (İbrikten su alır teknede yüzünü yıkar, köpeğinin de yüzünü ıslatır.) Bir daha bu kadar çok uyumayalım. ağabeylerimizden önce uyanıp onlara kahvaltı hzırlayalım. Eee? .. Bugün ne yapıyoruz bakalım? Önce yerleri temizleyelim. Ben temizlik işini yakıncaya kadar sen dışarıda kelebekleri kovalayıp yakalama hayalleri kur. (Köpeği dışarıya bırakıp döner, yeri süpürmeye koyulur) Aaa! .. Yede bir kuru üzüm tanesi buldum! Nereden gelmiş buraya bu? Köpeğime vereyim, sever kuru üzümü o. (Seslenir) Hey, Pıldırpıldırcık! Sana söylüyorum, beni duymuyor musun? Bak ne buldum. Senin çok sevdiğin bir yiyecek! Bir kuru üzüm tanesi! Gel, vereyim de ye!
PILDIRPILDIRCIK: (Sesi uzaklarda) Hav hav hav…
GÜLBEYAZ: (Kendi kendine) Gelmiyor… Gelmezsen gelme. Üzümü de ben yerim. (Bir yandan da ağzına attığı üzüm tanesini çiğner, bir yandan da türkü söyleyerek süpürmeyi sürdürür.
“Yüksek yüksek tapalara ev kurmasınlar…”
PILDIRPILDIRCIK: (Hemen bunun ardından havlayarak içeriye girer.) Hav hav hav…
GÜLBEYAZ: Geç kaldın ağa… Zamanında gelseydin. Sen gelmeyince üzümü ben yedim.
PILDIRPILDIRCIK: (Küskün; ağlamaklı sesler çıkararak dışarıya çıkar) Hav hav hav…
GÜLBEYAZ: Küstü beyimiz! Ne yapalım, sen de zamanında gelseydin… Aaa! Sen de çok oluyorsun artık ha! Hem zamanında gelip üzümünü yemiyorsun, hem de ben yedim diye bana küsüyorsun… Nereye gitti şimdi bu? Bari çok uzaklaşmasa. Beni çok sever benim Pıldırcığım. Fazla uzaklara gitmez. Küskünlüğe de çok dayanamaz… (İrkilir) O ses ne! Sanki bir yerden su akıyor… Nereden geliyor bu ses? Ocaktan geliyor. (Ocağa yürür) Aaa, yukarıdan su akıyor! Hayır, su değil, çiş bu! Vay hain köpek, üzümünü yedim diye bana kızdı, bacaya çıkıp ocağa çiş ediyor. (Seslenir) Hey Pıldırpıldırcık, yapma! Ocaktaki ateş sönecek!
PILDIRPILDIRCIK: (Uzaktan) Hav hav…
GÜLBEYAZ: (Üzgün) Söndü bile… Peki ben ateşsiz ne yapacağım. Yeniden nereden bulacağım ateşi! Ateş olmayınca ağabeylerime yemek pişiremem ki… Buralarda bir yerlerde tüten bir ocak var mı acaba? (Sahnenin önüne gelir, elini alnına siper yapar, uzaklara bakar.) Buralarda bir yerlerde tüten bir ocak var mı acaba? (Sevinçle) Var var! İşte, orada bir duman tütüyor. Epeyce uzak görünüyor ama olsun. Gidip bi koşuda alıp geleyim. Sen burada uslu uslu beni bekle Pıldırpıldırcık,. Sakın bir yere ayrılma. Ben uzakta duman tüten yere gidiyorum. Biraz ateş alıp döneceğim.
Gülbeyaz, koşarak sahneden çıkarken sahne kararır, girerek alaca karanlığa dönüşürken 8 Küçük çocuk, her biri başlarına bir hayvan başı maskesi geçirmiş olarak sahneye girer. Her biri bir şey getirir:
1. - 2. Çocuk ocak getirir, 3. - 4. Çocuk sac ayağı getirir, 5. Çocuk odun taşır. Odunların bir bölümünü ocağın içine yerleştirir, bir bölümünü de oturmalığın yanına bırakır, 6. Çocuk oturmalık suni kaya getirir, 7. Çocuk elektrikle çalışan yapay şömine ateşini ocağın altına yerleştirir, 8. Çocuk kocaman bir kepçe getirip kazanın içine bırakır. Sahnenin ortasında ocak kurulur. Çocçuklar sahneyi terk ederler.
Dev anası kucağında bir yığın pişmemiş yiyecek getirip kazana atar. Sonra kayanın üstüne oturur.
GÜLBEYAZ: (Perdenin kenarından bakar) Aman Tanrım! Neler görüyorum! Bir dev anası!
PILDIRPILDIRCIK: (Gülbeyaz’ın ayağının ucunda belirir. Usulca havlar.) Hav hav! ..
GÜLBEYAZ: (Fısıltıyla) Sen de mi geldin yaramaz Pıldırpıldırcık! Sus… Ses etme bari. Yoksa dev ana ikimizin de canına okur! DEV ANA: (Durmadan ocağa odun atmakta, ateşi gürüldetmekte.) GÜLBEYAZ: (Kendi kendine) Eğer hemen ortaya çıkarsam bu Dev Anası beni kazanın içine atar, kaynatıp yer. Ama memesinden azıcık süt emersem kendi kızı sayar, bana kötülüğü dokunmaz. (Bir hamlede Dev Anasının memesine atılır. Onun memesini emmeye başlar.)
DEV ANA: (Neye uğradığını şaşırır.) Seni kurnaz insanoğlu seni! Süt annen oldum istemeye istemeye… Keşke mememi emmeseydin. Şimdi yemeğime ne güzel tat olacaktın. (Kendi kendine) Neyse ki bu ufaklık, devlerin andının yarım saatten fazla sürmeyeceğini bilmiyor. (Sevinçli, yine kendi kendine) Yarım saat sonra yine benim avımsın insan kızı… (Yüksek sesle) Söyle bakalım, ne arıyorsun burada? Benden bir şey mi istiyorsun?
GÜLBEYAZ: Evet, ateş istiyorum. DEV ANA: (Homurdanarak) Al... İstediğin kadar al... Peki nasıl götüreceksin ateşi? GÜLBEYAZ: Getirdiğim ağaç kabuğuna önce kül, külün üstüne de ateş koyacağım. DEV ANA: Tamam, öyle yap.
GÜLBEYAZ: (Kabuğa önce kül, sonra ateş koyar) Gidiyoruz Pıldırpıldırcık! DEV ANA: Pıldırpıldırcık kim?
GÜLBEYAZ: Benim köpeğim o.
PILDIRPILDIRCIK: (Dev arasının yanına iyice yaklaşır. Ona havlar.) Hav hav! DEV ANA: Bir köpek ha! Çok iyi! (Kendi kedine) Kızı yiyemedim, bari bunu yiyeyim... GÜLBEYAZ: Kaç Pıldırpıldırcık kaç!
DEV ANASI; (Elini uzatıp köpeği yakalar, esefle) .Amma da ufak köpekmiş ha! Dişimin kovuğuna bile yetmez bu… Ama hiç yoktan iyidir. Şunu hemen kaynayan kazanın içine atıp haşlayayım! GÜLBEYAZ: Hayır, yapmayın bunu! Lütfen! Tanrım üzüntümde öleceğim. Nasıl kurtarabilirim köpeğimi bilmiyorum ki…
DEV ANA: Aaah! Hain köpek! Dişlerini bileğime geçirdi. GÜLBEYAZ: Aferin Pıldırpıldırcık! DEV ANA: Aman, yandım! Yandım! .. GÜLBEYAZ: Şimdi kaçalım Pıldırpıldırcık! ..
Gülbeyaz bir eliyle ateşi tutarken öbür eliyle Pıldırpıldırcığı kapar, oradan uzaklaşırlar.
DEV ANA: Ah, bu kadar şişman olmasaydım, görürdünüz siz. Sizi kovalar, hemen yakalardım. Ama şimdi yerimden bile kıpırdayamıyorum.
SAHNE KARARIR, 8 ÇOÇUK SAHNEYE GETİRDİKLERİNİ GERİ GÖTÜRÜRLER.) SAHNE AYDINLANDIĞINDA GÜLBEŞYAZ’LA PILDIRPILDIRCIK KULUBEDEDİR.
GÜLBEYAZ: Peşime düşmeseydin olmazdı sanki! Az kalsın Dev anaya yem olacaktın.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav!
GÜLBEYAZ: Tamam tamam anladık. Tek başına kalınca da korkuyorsun. Şimdi aceleyle ocaktaki odunları tutuşturalım. Güzel bir yemek hazırlayalım ağabeylerimize.... Sen de şurada uslu uslu otur. Bir takım sesler mi duyuyorum, yoksa bana mı öyle geliyor Pıldırpıldırcık? “Ağabeylerim geliyor,” desem daha vakit erken. Sanki bir dev ana oflayıp puflayarak buraya doğru geliyor… Çıkıp kapıya bakalım. (Kapıya çıkar) Aaa! Gerçekten dev anaymış. Hayatımız tehlikede Pıldırpıldırcık! Beni yemediğine pişman oldu galiba. Hemen kapıyı ardından kapatalım. (Kapıyı sürgüler.)
DEV ANASI: (Kapıya güm gün vurur)
GÜLBEYAZ: (Fısıltıyla) Susss! .. Hiç sesini çıkartma Pıldırpıldırcık…
DEV ANASI: (Sesi) Kızııım.. Güzel kızım… Neden kapattın kapıyı? Açsana yavrum! Bak ne kadar çabuk özledim seni. Haydi kapıyı aç da birazcık seveyim seni.
GÜLBEYAZ: (Pıldırpıldırcık’a) Sıısst…
DEV ANASI: Niçin geldiğimi bir bilsen, hemen kapıyı açardın bana. Seni çok sevdim, çok beğendim. Oğluma almaya karar verdim. Haydi kapıyı aç da ğlumla nişanlayayım seni.
GÜLBEYAZ: (Fısıltıyla) Ya, kapıyı açayım da midene indir beni, değil mi!
DEV ANASI: Bana inanmıyor musun? Madem öyle, şuradaki budak deliğinden parmağını uzat. Yüzüğünü takıp gideyim. GÜLBEYAZ: Söz mü? ... Yüzüğü takıp gidecek misin? DEV ANA: Söz, gideceğim! GÜLBEYAZ: Uzatayım bari… (Kapının budak deliğinden parmağını uzattı.) DEV ANASI: Bana kapıyı açmazsın ha, gör öyleyse şimdi gününü!
GÜLBEYAZ: Ay, anneciğim, bırak parmağımı! Canımı acıtıyorsun!
DEV ANA: Senin parmağından bütün kanlarını emeceğim.
GÜLBEYAZ: Anneciğim anneciğim! Bu dev beni öldürüyor!
PILDIRPILDIRCIK: (Telaşla havlar) Hav hav ha…
GÜLBEYAZ: (Bayılıp kapının arkasına düşer.) Pıldırpıldırcık sinirli sinirli havladıysa da bu bir işe
PILDIRPILDIRCIK: Acıklı acıklı havlar) Hav hav…
1. AĞABEY: Bu kapı niçin kapalı bugün böyle!
2. AĞABEY: Kim bilir…
3. AĞABEY: Kız kardeşimiz nereye gitmiş olabilir?
1. AĞABEY: Bilmem ki…
2. AĞABEY: Belki de bizi sevmemiştir. O yüzden kaçmıştır.
3. AĞABEY: Hayır hayır, neden kaçsın! Başına bir iş mi gelmiş olmasın!
1. AĞABEY: Yok canım, ne iş gelecek.
2. AĞABEY: Belki de kardeşimiz filan değildi. Bizi kandırmış olamaz mı?
3. AĞABEY: Olamaz! O bizim küçük kız kardeşimizdi. Muhakkak başına bir iş geldi. Ben bacadan içeriye girip bakacağım. Dama tırmanıyorum…
1. AĞABEY: Bak bakalım… (Seslenir) Yavaş tırman, düşüp bir yerini kırmayasın.
3. AĞABEY: (Öteden) Bana bir şey olmaz abi, korkma!
PILDIRPILDIRCIK: (Havlamaya başlar.) 2. AĞABEY: Bakın, köpeği de içeride... 1. AĞABEY: Peki kendisi nerede?
2. AĞABEY: O da içeride olmalı.
1. AĞABEY: Acaba uyuya mı kaldı?
2. AĞABEY: Kim bilir? Şimdi kardeşimiz içeriye girince her şeyi anlarız.
1. AĞABEY: İçeriye girebildin mi Rahmet?
2. AĞABEY: Giriyorum abi?
1. AĞABEY: Kız kardeşimiz içeride mi?
SAHNE LOŞTUR.
3. AĞABEY: İçeride galiba. Karanlıkta iyi seçemiyorum ama, kapının arkasında yere uzanmış bir karartı var.
2. AĞABEY: Allah Allah! Kartının ne işi varmış kapının arkasında.
3. AĞABEY: İşte yanına geldim onun… Kız kardeşimiz bu! Bayılmış. (Sevecenlikle sesini yükseltir) Gülbeyaz, canım kardeşim ne oldu sana!
1. AĞABEY: Kapıyı açsana! İçeriye girelim. Biz de yardım edelim sana..
3. AĞABEY: Tamam tamam… Açıyorum! (Gülbeyaz’ı öteye çeker, kapıyı açar, oda iyice aydınlanır.) baygın buldu. Kapıyı açıp ağabeylerini içeriye aldı. 1. AĞABEY: Biriniz su getirin, yüzüne serpelim.
2. AĞABEY: Tamam, ben getiriyorum.
3. AĞABEY: Şakaklarını ovuşturalım, ayılsın…
1. AĞABEY: Tamam, öyle yapıyorum ben de zaten… (Gülbeyaz’ın şakaklarını ovuşturur.)
2. AĞABEY: (Maşrapayla su getirir) İşte su…
3. AĞABEY: Ver onu, birazını yüzüne serpeyim, birazını da içermeye çalışayım.. Haydi güzel kardeşimiz. Lütfen iç şu sudan bir yudum…
2. AĞABEY: İçiyor içiyor!
GÜLBEYAZ: Ne oldu bana?
1. AĞABEY: Bırak da bunu biz soralım. Evet güzel kız kardeşimiz, ne oldu sana!
GÜLBEYAZ: Ben evde size yemek hazırlıyordum… O geldi.
2. AĞABEY: O kim?
GÜLBEYAZ: O… Dev anası.
3. AĞABEY: Vay canına. Yine buralarda dolaşmaya başladı ha? Oysa biz kendisine yasaklamıştık buralara gelmeyi.
GÜLBEYAZ: Sizden korkuyor mu Dev Anası?
1. AĞABEY: Elbette korkuyor.
GÜLBEYAZ: Neden? O kocaman. Bizler ona göre küçüğüz.
2. AĞABEY: Kafası da kocaman ama içi boş. Biz insanlar devlere göre çok akıllıyız. O yüzden her zaman yenebiliriz onları.
3. AĞABEY: Ama o yine de kız kardeşimize kötülük yapabilmiş.
1. AĞABEY: Bunun cezasını çekecek.
2. AĞABEY: Çekmeli.
3. AĞABEY: Ne yapabiliriz? Bir akıl düşün abi. Hepimizin büyüğü sensin!
1. AĞABEY: Tamam… Biraz düşüneyim…Tamam, buldum! Durun, ona bir oyun oynayalım da, dünyanın kaç bucak olduğunu görsün!
2. AĞABEY: Planın nedir?
1. AĞABEY: Evin içine bir kuyu kazacağız. Kuyunun üstüne çalı çırpı örteceğiz. Çalı çırpının üstüne bir döşek sereceğiz. Dev Anası geldiği zaman, Gülbeyaz onu göre kapa alacak. Baş köşeye, döşeğe buyur edecek.
3. AĞABEY: Sonra da Dev Anası cumhur lop kuyunun içine! ..
1. AĞABEY: Evet, aynen öyle.
2. AĞABEY: Şu halde ne duruyoruz! Kuyuyu kaymaya hemen başlayalım.
3. AĞABEY: Başlayalım! ..
SAHNE KARARIR…
YENİDEN AYDINLANDIĞINDA GÜLBEYAZ DEVİ BEKLEMEKTEDİR.
GÜLBEYAZ: İşte, geliyor! Homurtuları duyulmaya başladı.
DEV ANASI: (Uzaktan) Hey, güzel kızım! Orada mısın? Yaşıyor musun?
GÜLBEYAZ: (Kapıya çıkar, seslenir) Buradayım anneciğim! Ben de seni bekliyordum. DEV ANASI: (Daha yakından) Bana darıldığını sanmıştım.
GÜLBEYAZ: Neden darılayım? Sen benim evleneceğim dev adamın annesisin.
DEV ANASI: (En yakından) Aferin be! Seninle iyi anlaşacağız.
GÜLBEYAZ: Elbette iyi anlaşacağız, Sevgili kayın Valideciğim. Gel, buyur buyur içeriye. Gel gel, şu baş köşeye kurul. Döşeğin üstüne otur rahatla. Sana ikramlarda bulunayım.
DEV ANASI: Ne oldu sana güzel kız! Başını taşa mı çarptın.
GÜLBEYAZ: Yok canım, aklım başıma geldi. Senin ne kadar iyi bir dev anne olduğunu anladım.
DEV ANASI: Hayret.
GÜLBEYAZ: Buyur buyur, şuraya…
DEV ANASI: Buyuralım bakalım… (Mindere yürür, Oturmasıyla birlikte, SAHNE KARARIR, Dev Anası uzun bir çığlık atar.)
DEV ANASI: Aaah yandım! Yandım yandııım, yandım aaaah! (Sesi giderek azalır.)
GÜLBEYAZ: Bu iş bitti. Zalim Dev Anası cezasını buldu.
PILDIRPILDIRCIK: (Sevinçle) Hav hav hav…
GÜLBEYAZ: Birazdan ağabeylerim gelir. Kuyunun içini toprakla doldururlar. O zaman kemikleri çürüyene kadar kuyuda kalır Dev anası. Şimdi Ağabeylerime yemeklerini hazırlayayım.
SAHNE KARARIR, AYDINLANDIĞINDA AĞABEYLER GELMİŞ, SOFRAYA OTURMUŞTUR. GÜLBEYAZ ONLARA SERVİS YAPMAYA HAZIRLANMAKTADIR.
1. AĞABEY: Oooh! Yine nefis kokular geliyor burnuma.
2. AĞABEY: Tıpkı annemin yemeklerinin kokusu gibi.
3. AĞABEY: Bugün bize ne pişindin sevgili Kız kardeşimiz?
GÜLBEYAZ: Mercimekli aş pişirdim ağabey. Annem söylerdi. Siz bu yemeği çok severmişsiniz.
1. AĞABEY: Yaşa Gülbeyaz.
2. AĞABEY: Severiz ya.
3. AĞABEY: Hem de çok severiz.
GÜLBEYAZ YEMEKLERİ SOFRAYA TAŞIR.
1. AĞABEY: Haydi yumulun çocuklar.
2. AĞABEY: Yumulalım.
3. AĞABEY: Ahh, bunun yanında şimdi bir baş da yeşil soğan olacaktı. O zaman tadına doyum olmazdı…
GÜLBEYAZ: Yeşil soğan mı?
3. AĞABEY: Evet…
GÜLBEYAZ: Burada köşede, kuyunun üstündeki toprakta, kendiliğinden bir baş yeşil soğan türeyivermiş.
1. AĞABEY: Sahi mi?
GÜLBEYAZ: Sahi ya… Onu koparıp, yıkayıp size getirmemi ister misiniz?
2. AĞABEY: İsteriz isteriz!
GÜLBEYAZ: O zaman ben de getiririm. (Gülbeyaz. Soğanı koparır, soyar, yıkar sofraya getirir.)
3. AĞABEY: Önce sen ye ağabey. Hepimizin büyüğüsün. Onu yemek senin hakkın.
1. AĞABEY: Olmaz! , Sırayla hepimiz de birer ısırık alırız. Bir soğan üçümüze de yeter.
2. AĞABEY: Sana soğan yok Gülbeyaz.
GÜLBEYAZ: Olsun… Ben soğan sevmem zaten…
1. AĞABEY: Biz bu soğanı yedik ama kardeşlerim, sakın zararlı olmasın.
2. AĞABEY: Nasıl zararlı olabilir ki ağabey?
3. AĞABEY: Dev Anasının bir oyunu olabilir bu.
GÜLBEYAZ: Oyunu mu?
1. AĞABEY: Evet, Gülbeyaz. Onu nerede bulmuştun.
GÜLBEYAZ: Dev Anasının içine düştüğü kuyunun üstünde.
2. AĞABEY: Eyvah, hain kadının büyüsü bu. Başımıza bir felâket gelecek.
GÜLBEYAZ: Nasıl bir felâket.
1. AĞABEY: Meee!
2. AĞABEY: (Dehşetle) Aaa! Ağabeyime bakın, kuzu oldu.
3. AĞABEY: Meee! Sen de kuzu oldun!
2. AĞABEY: Meee!
GÜLBEYAZ: Küçük ağabeyim, sen de kuzu oldun. Tanrı cezanı versin seni kötü Dev Anası. Ne istiyorsun bizlerden. Neden bela bulutlarını hep bizim üstümüzde gezdiriyorsun! Ne yapacağım ben şimdi?
KUZU ROLLERİNİ, KUZU POSTUNA GİRMİŞ ÇOCUKLAR OYNAYACAK.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
GÜLBEYAZ: Sen de havlayıp durma Pıldırpıldırcık. Ne kadar üzgün olduğumu görmüyor musun. Artık buralarda duramam. Başımı alıp gitmeliyim. Uzaklara, çok uzaklara gitmeliyim… Gelin kağabeylerim, gelin kuzucuklarım. Birlikte uzaklara gidelim. Sen de yanımdan ayrılma Pıldırpıldırcık…
KAPIDAN HEP BİRLİKTE ÇIKARLAR.
SAHNE HAFİF KARARIRKEN 8 ÇOCUK İÇERİYE GİREREK ELLERİNDEKİ AĞAÇ PANOLARINI ÇEŞİTLİ YERLERE YERLEŞTİRİR, SONRA ÇIKARLAR.
GÜLBEYAZ, KUZULARIYLA, PILDIRPILDIRCIKLA SAHNE İÇİNDE, AĞAÇLAR ARASINDA YÜRÜR.
GÜLBEYAZ: Çok yoruldum… Sizler de yorulmuşsunuzdur kuzucuklarım. Biraz dinlenelim, yolumuza öyle devam ederiz. Ben bir gürültü duyuyorum. Sanki at nallarının sesleri gibi… Sizler de duydunuz mu?
KUZULAR: (“Me”lerler.) Meee… Meee… Meee…
PILDIRPILDIRCIK: (Havlar.) Hav hav…
GÜLBEYAZ: (Elini alnına siper edip uzalara bakar) Evet, şu ötelerde bir takım karartılar var. Sanki birkaç atlı bu tarafa doğru geliyor. Umarım bize zararları olmaz. Bekleyelim bakalım ne olacak. O zamana kadar dinleniriz biz de. Kuzucuklarım, şöyle yakınıma gelin. Sen de yanımdan uzaklaşma Pıldırpıldırcık.
EFEKT: At nallarının takırtıları.
GÜLBEYAZ: Ne kadar çabuk geldi bu atlılar. İyice yakınlarda geliyor sesleri.
1. AVCI (Sesi) Bakın, öteden gördüklerimiz işte burada Sayın Kralım!
GÜLBEYAZ: Kral mı! Kıralla adamları mıymış gelenler? Bu bizim için iyi mi acaba?
2. AVCI (Sesi) Evet evet, buradalar sayın Kralım!
GÜLBEYAZ: Belki de bize zararları dokunmaz…
3. AVCI (Sesi) Bir genç kız ile üç kuzu, bir de köpek var burada Sayın kralım.
GÜLBEYAZ: Bir kütlük etmeye kalkarlarsa, bize ilişmemeleri için onlara yalvarırım.
GENÇ KRAL: Daha fazla yaklaşmayın onlara. Korkmalarını istemem. Peşimden gelin…
Kral ile üç Avcı altlarında değnekten atarıyla sahneye girerler.
GENÇ KRAL: Duruuun!
1. AVCI: Durduk…
2. AVCI: Durduk…
3. AVCI: Durduk…
GENÇ KRAL: At iiin! ..
Avcılar değnek atlarından inerler.
1. AVCI: İndik…
2. AVCI: İndik…
3. AVCI: İndik…
GENÇ KRAL: (Gülbeyaz’a) Siz kimsiniz? Burada ne arıyorsunuz? .
Ben garip bir çobanım. Kuzularımı güdüyorum...
GENÇ KRAL: Ben de bu ülkenin Genç Kralıyım. Buralarda senin gibi güzel bir çoban oğlduğunu duymamıştım. Bu ülkedeki canlı cansız her şey benimdir. Sizi öteden görünce Avcılarımla aramızda kararlaştırdık. Kararımıza göre, gördüğümüz şeyler, yani sizlerden, can olanlar benim olacak, mal olanlar avcılarımın olacak.
GÜLBEYAZ: Bize ilişmeyin lütfen!
GENÇ KRAL: Size kimse ilişemez artık. Çünkü benim korumam altındasınız. Kdrklayın… Can olduğun için, seni eş olarak kendime ayırıyorum. Çünkü bir krala eş olabilecek kadar güzelsin. Mal sayıldığından kuzularla köpek de askerlerimin olacak.
GÜLBEYAZ: Bir Krala eş olmak harikulade bir şey. Bütün genç kıların rüyasıdır bu. Ama kusura bakmayın, ben size eş olmayacağım. Ayrıca kuzularımla köpeğimi size vermeyeceğim.
GENÇ KRAL: Neden ama güzel kız?
GÜLBEYAZ: Çünkü kuzularım da köpeğim de benim canımdır! Onlardan asla ayrılamam.
GENÇ KRAL: Ya zorla alırsam?
GÜLBEYAZ: (Hüngür hüngür ağlar) O zaman canıma kıyarım.
GENÇ KRAL: Ağama lütfen güzel kız! Gözlerine yazık. Hem neden ağlıyorsun? Bir kralla evlenmek kötü şey mi?
GENÇ KRAL: Ona ağlamıyorum efendimiz.... Ben bu kuzularımla köpeğimi canımdan çok severim. Onlardan ayrılacağıma ölürüm daha iyi
GENÇ KRAL: Canına kıyman gerekmez güzel kız. Madem kuzularından ayrılmak istemiyorsun, sen benim Kraliçem olursun, kuzuların da, köpeğin de senden ayrılmaz.
1. AVCI: Ama haksızlık bu Sayın Kralım!
2. AVCI: Bize söz vermiştiniz.
3. AVCI: Mal olanlar bizim olacaktı.
GENÇ KRAL: Madem eşim olacak olan bu güzel kız kuzularından ayrımlmkak istemiyor, o zaman ben de avcılarıma kuzuların yerine altın veririm.
BÜTÜN AVCILAR: Kralımız sen çok yaşa!
Yaşasın Kralımız!
GENÇ KRAL: Sil bakalım gözyaşlarını… Benimle evlenmeyi kabul edeceksin değil mi?
GÜLBEYAZ: Kuzularımdan ayrılmayacaksam olur.
GENÇ KRAL: Ayrılmayancaksın!
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav…
GENÇ KRAL: Buna ne oluyor?
GÜLBEYAZ: “Yaşasın Kralımız! ” diyor o da galiba…
GENÇ KRAL: Madem kuzularını vermiyorsun... Köpeği verelim avcılarıma bari...
GÜLBEYAZ: (Yeniden ağlamaya başlar.)
GENÇ KRAL: Şaka şaka... Köpeğini çok sevip sevmediğini anlamak istemiştim. Köpeğinden de ayrılmayacaksın. Adı ne bunun?
GÜLBEYAZ: Adı Pıldırpıldırcıktır efendimiz.
GENÇ KRAL: (Onu okşar) Ne tatlı bir şeysin sen Pıldırpıldırcık! (Muhafızlarına) Haydi bakalım, yolcu yoluna gerek! dedi Kral. Sarayımıza dönüyoruz! (Gülbeyaz’ı kucaklayıp kendi atına bindirir. Sonra aynı ata kendisi de biner. Askerler de kuzuları kendi atlarına alırlar. Yola koyulurlar.) Pıldırpıldırcık atlıların arkasından keyifle koşar.
İKİNCİ PERDENİN SONU
3. PERDE
Sarayda taht odası. Olabildiğince lüks bir şekilde döşenmiştir. Ortada taht vardır.
MASALCI DEDE: Saraya döndükten sonra düğün hazırlıkları başladı. Kırk gün kırk gece düğün yapıldı.
EFEKT: Fondan davul zurna sesleri, coşkulu insan sesleri gelir.
MASALCI DEDE: Günler güzelliklerle dolu olarak geçmeye başladı. Artık saralın Kraliçesi Gülbeyaz’dı. Kraliçe Gülbeyaz’ı herkes çok seviyordu. Çünkü yoksulların annesiydi o. Herkese elinden geldiğince yardımcı oluyordu.
Pıldırpıldırcık’ın da keyfine diyecek yoktu. Kemiklerin en güzelleriyle besleniyordu. Sarayın bahçesinde, koridorlarında, odalarında oradan oraya koşup duruyordu.
Ah, ağabeyler de Kötü Dev Ananın büyüsünden kurtulsaydılar... Sonra yurtlarına dönebilseydiler. Anne babalarına kavuşsaydılar! ..
Aradan günler geçti... Gülbeyaz kardeşlerini büyüden kurtarabilmek için her şeye başvuruyordu. Ama Devin büyüsünü hiç kimse bozamıyordu.
Sıcak bir yaz günüydü. Kral yine ava çıkmıştı. Gülbeyaz yalnızdı. Sık sık yaptığı gibi yine ağabeylerini alarak göl kenarına gitmişti. Burayı çok seviyordu Gülbeyaz.
8 ÇOCUK ELLERİNDEKİ GÖL MANZARALI PANOYLA SAHNEYE GİRERLER. PANOOYU KARŞIYA YERLEŞTİRİR, ÇIKARLAR.
MASALCI DEDE: (Sahnenin önünde, içinde dolaşarak anlatır.) Kuzu Ağabeyler orada taze çimenlerde otlanırken, Gülbeyaz da onlara bakarak sessiz gözyaşları döküyordu.
GÜLBEYAZ: Kardeşlerim, ağabeylerim, canlarım benim. Ne şanssız insanlarmışız. Kime ne kötülüğümüz oldu ki, bütün bunlar başımıza geldi. Acaba bir gün bütün bu belalardan kurtulabilecek miyiz? Umarım kurtuluruz… Sizler için gece gündüz dua ediyorum sevgili Ağabeylerim… Ne yazık ki Ağabeylerin acıklı acıklı melemekten başka yapabilecek şeyleri yoktu.
KUZULARIN ÜÇÜ BİRDEN: Meee… Meee… Meee…
MASALCI DEDE: Pıldırpıldırcık ise dünyadan habersiz, kimi zaman kelebek kovalıyor, kimi zaman kuzu ağabeylerle oynuyordu.
O sırada iri yarı, tombul bir çingene kadın ortaya çıktı. Bu kadını sanki bir yerlerden tanıyormuş gibi geldi Gülbeyaz’a. Acaba kimdi? Kimdi kimdi? ..
Onu nerede görmüştü? Biraz zayıf, biraz da yaşlı olsaydı annesinin anlattığına bakarak, “Kötü Kalpli Cadı Komşu” diyecekti. Ama değildi… Biraz daha şişman olsaydı. “Şu zalim Dev Ana bu...” diyecekti ama şişman bir kadındı sadece o. Hiç de Dev Anasına benzemiyordu.
Ah canım Gülbeyaz! Sen devlerin kılıktan kılığa girebildiklerini nereden bileceksin. İşte o, düşmanınız dev anası bu! Aman kendine dikkat et yavrum. Sana bir kötülük yapmasın! ..
Bu sırada koşarak Pıldırpıldırcık geldi yanlarına. Sanki can düşmanını görmüş gibi havlamaya başladı çingene kadına.
Köpeğini yatıştırmaya çalıştı Gülbeyaz.
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav hav!
GÜLBEYAZ: Sus bakalım Pıldırpıldırcık....
PILDIRPILDIRCIK: Hav hav hav!
GÜLBEYAZ: Sus dedim sana. Zavallı çingene kadınına ilişme! ....
MASALCI DEDE: Ama küçük köpek susmadı. Çingene kadının üstüne üstüne atılıyordu.
Susturabilmek için Gülbeyaz’ın eliyle onun başına vurması gerekti. Buna çok kırılan Pıldırpıldırcık küstü, oradan uzaklaştı.
Çingene kadın ise Kraliçe Gülbeyaz’ın çevresinde dolaşıp duruyordu.
ÇİNGENE: A be Kraliçe Ablam... Sen ne güzel bir kadıncağızsın! .. Senin ne güzel giysilerin vardır. Ben senin gibi güzel değilim. Giysilerim de güzel değil. Ne olurdu sanki, senin şu giysilerini bir dakikacığına ben giyseydim. Giyip de suyun aynasında kendime baksaydım...
.
GÜLBEYAZ: (Acıyarak) Bütün derdin bu olsun... Al giy benim giysilerimi. Seyret seyrettiğin kadar kendini suların aynasında...
MASALCI DEDE:
İkisi hemen giysilerini değiştirdiler. Kraliçenin giysilerini giyer giymez Çingene Kız sertleşti.
Birdenbire Gülbeyaz’a saldırdı, onu kucaklayıp göle atıverdi..
MASALCI DEDE ANLATIRKEN BU KAVRAŞMAYI İZLERİZ. GÜLBEYAZ PANONUN ARKASINDA KAYBOLUR
MASALCI DEDE: Gülbeyaz, gölün suları içinde kayboldu. Bunu gören Ağabeyler kuzular acı acı meleyerek Gülbeyaz’ın göle düştüğü yere geldiler. Ama hiç birisinin de yapabileceği bir şey yoktu.
Gölün dalgaları kraliçeyi yutmuştu. Pıldırpıldırcık bile, ona küstüğünü unutup Kraliçe Gübeyaz’ı kurtarmaya geldi. Ama tabii ki o da hiçbir şey yapamadı.
Şişman çingene ortadan kaybolmuştu. Kuzular ağlaşıp duruyordu. Pıldırpıldırcık acı acı ulumaktaydı.
1. KUZU: (Acı acı meler) Meee…
2. KUZU: (Acı acı meler) Meee…
3. KUZU: (Acı acı meler) Meee…
PILDIRPILDIRCIK (Acı acı ulur) Uuu… Uuuu… Uuu…
MASALCI DEDE: Akşam karanlığı bastırırken sarayın üstünde yas var gibiydi.
Kral avdan dönmüştü. Karşısında simsiyah bir çingene kızı bulunca şaşırdı.
KRAL: Sen kimsin?
ÇİNGENE: (Kırıtarak) Beni tanıyamadın mı kocacığım? .. Ben senin Kraliçen Gülbeyaz değil miyim?
KRAL: Gülbeyaz mısın? Teninin rengi neyin nesi? Benim Gülbeyaz’ım senin gibi simsiyah değildi...
ÇİNGENE: Bu yıl yaz mevsimi ne kadar sıcak geçiyor görmüyor musun? Güneşin altında geze geze böyle karardım işte... Kuzuları yayacağım diye.... Bir çobancık tutmazsın onlara...
KRAL: İstedin de tutmadım mı canım? Kendin istedin onlara bakmayı... Sonra, sen bu kadar şişman da değildin...
ÇİNGENE: Değildim elbette. Annemi babamı çok özledim. Özledikçe kederimden kendimi yemeye içmeye verdim. Yedikçe şişmanladım. Bana dikkat ettiğin var mı ki şişmanladığını göresin. Beni artık eskisi gibi sevmiyorsun... (Yalandan ağlamaya başlar)
KRAL: Ağlama hele, ağlama... Ağlama da söyle bakalım; o, canın kadar sevdiğin kuzuların nerede? Ortalarda görünmüyorlar...
Kuzularım kuzularım... Bıktım onlardan. Hemen emir ver, üçünü de kessinler. Canım ne zamandan beri kuzu eti yemek istiyordu zaten.
KRAL: Senin konuşmlarından, tutumundan hiç bir şey anlayamıyorum. Sanki İyi kalpli güzel Gülbeyaz Kraliçe gitti, yerine çirkin, kötü kalpli bir Gülkara Kraliçe geldi!
KRAL: Her şey sevgiyle güzelleşir. Sevgisizlikle çirkinleşir Kralım… Sen beni önceleri çok seviyordun, ben de güzelleştikçe güzelleşiyordum. Şimdi artık unuttun beni. Senin için var mı yok mu av. Av av av… Durmadan ormanda, dağda, bayırda av peşinde koşuyorsun. ÇİNGENE: Beni unutuyorsun. Ben de unutuldukça, sevilmedikçe çirkinleşiyorum. Eğer yine senin eski güzel Gülbeyaz’ın olmamı istiyorsan, beni çok sevmelisin.
KRAL: Tamam tamam, bakarız…
ÇİNGENE: Eee? ... Benim şu kuzuları ne zaman kestiriyorsun?
KRAL: Kuzuların kesilmesinde kararlısın ha! Sen bilirsin... Ama son pişmanlığın yararı olmaz, unutma. Yine de ısrar edersen kuzuları kestiririm.
ÇİNGENE: Kestir kestir! .. Kestir de kurtulalım şunlardan. Bir güzel yiyelim o lezzetli etlerini…
MASALCI DEDE: Kuzular o günden sonra göl kenarından ayrılmadı. Sabahtan akşama, akşamdan gece yarısına kadar ağlaşıp durdular. Kral gizlice onların peşine düştü. Kuzuların göle bakıp bakıp şöyle konuştuklarını duydu:
1. AĞABEY: Kardeşimiz, sevgili kızkardeşimiz… Canımız Gübeyazimiz... Seni göle iten o şişman çingene aslında çingene değil. O bize sihir yapıp kuzuya dönüştüren Kötü Kalpli Cadı, Dev Anasıdır.
2. AĞABEY: Bizden sonra sana da yapacağını yaptı. Seni göle attı. Şimdi de canımıza kıymak istiyor. Kraldan bizi kestirmesini istedi.
3. AĞABEY: Kasaplara emir verildi.
1. AĞABEY: Bıçaklar bileniyor.
2. AĞABEY: Ölüm bize doğru geliyor…
3. AĞABEY: Etimizi kebap yapıp yiyecekmiş zalim Dev Anası...
1. AĞABEY: Kardeşimiz, canımız Gübeyazımız. Meğer bizler ne bahtsız insanlarmışız...
GENÇ KRAL: (Kendi kendine) Vay, demek böyle! Bana karınım dye yutturmaya kalkan pis cingene aslında kötü kalpli bir cadıymış ha! Benim canım kraliçemi, Gülbeyaz’ımı göl atmış ha! Kucucukları da aslında kuzu değil, kendisinin ağabeyleriymiş, öyle mi? Pis Dev, şimdi de bu güzelim insan kuzuları kestirmemi istiyor. Hayır, istediklerinin hiç birini yapmayacağım. Ben yapacağımı biliyorum! (Bağırır) Muhafızlar! Muhafızlarım!
1. MUHAFIZ: Buyurun Sayın Kralımız.
GENÇ KRAL: Bu kara cadıyı bir odaya kapatın!
2. MUHAFIZ: Baş üstüne Büyük Kralım!
GENÇ KRAL: Kasaplara söyleyin, kuzulara ilişmesin.
3. MUHAFIZ: Baş üstüne Sayın Kralım!
GENÇ KRAL: Çabuk tellal çağırtın. Kraliçemiz Gülbeyaz Göle düşmüştür…
SAHNE KARARIR.
TELLAL: (Karanlıkta bağırır) Ey ahali! Duyduk duymadım demeyin! Baklava börek dururken peynir ekmek yemeyin. Sayın Kralımızın buyruğudur, iyi dinleyin! .. Kraliçemiz Gülbeyaz hanım göle düşmüştür… Ülkedeki tüm balıkçılar ve dalgıçlar dinleyin. Kraliçemiz Onu canlı ya da cansız bulanı ödüllendirilecektir... Tabii ki canlı bulan daha çok ödüllendirilecektir. Sözlerini yinelerken sesi giderek uzaklaşır.)
MASALCI DEDE: Bunun üzerine ülkede ne kadar balıkçı, ne kadar dalgıç varsa Büyük Gölde Kraliçeyi aramaya başladı. Ama tüm aramalara karşın hiç bir ize rastlanmadı.
O gün bir balıkçı çok büyük bir balık tutmuştu. Yakalanan balık o kadar büyüktü ki, bu haber herkese kraliçenin kayboluşunu bile unutturdu. Herkes bu büyük balığı görmek için göl kenarına akın etti. Gelenler arasında Kral da vardı…
SAHNE AYDINLANIRKEN BALIKÇI AĞLARIYLA GÖLDEN KOCAMAN BİR BALIĞI KIYIYA ÇEKMEKTEDİR. BU KOCAMAN BALIĞI GÖREBİLMEK İÇİN OYUNCA ROLÜ OLAN HERKES KOŞARAK GÖL KIYISINA GELİR.
1. AVCI: Kocaman bir balık yakalanmış ha!
CADI KADIN: Şimdiye kadar böyle bir balık görülmedi.
2. AVCI: Balıkçı onu Sevgili Kralımıza verir herhalde.
3. AVCI: Sanırım öyle yapar.
TELLAL: Ama Kralımız da balığı halkına bölüştürür.
HOCAHANIM: Buna hiç kuşkum yok.
KALFA HANIM: Çok mu kocamanmış bu balık?
İYİ BÜYÜCÜ: Kocaman ki ne kocaman.
KALFA HANIM: Peki, nerede bu kocaman balık?
SEYİRCİ ÇOCUK: İşte orada, görmüyor musun?
KALFA HANIM: Gördü gördüm, koca balığı ben de gördüm.
2. MUHAFIZ: Balıkçı ne yapıyor şimdi?
3. MUHAFIZ: Balıkçının ne yaptığını bırak da Krala bak sen!
1.MUHAFIZ: Açılın açılın, Kralımız büyük balığı görmek istiyor...
Herkes açılır, Krala yol verir.
GENÇ KRAL: Balıkçı! ..
BALIKÇI: Buyurun Sayın Kralımız!
GENÇ KRAL: Dünyanın en büyük balığını yakalamışsın ha!
BALIKÇI: Öyle oldu efendimiz…
GENÇ KRAL: Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun bu balığı balıkçı?
BALIKÇI: Elbette ki onu bize armağan edeceğim efendimiz.
GENÇ KRAL: Teşekkür ederim Balıkçı. Ben de seni altınlarla ödüllendireceğim. Sonra da balığı parçalara ayırıp yoksullara dağıttıracağım.
HEPSİ: (Bağırır) Yaşasın Kralımız!
GENÇ KRAL: Balıkçı!
BALIKÇI: Burun sayın Kralımız!
GENÇ KRAL: Şimdi bu balığın karnını yar bakalım. İçinde ne varmış görelim.
BALIKÇI: (Gülerek) Ne olacak Sevgili Kralımız… Size sayfısızlık gibi olmasın ama… Büyük balıkların içinde elbette ki küçük balıklar olur…
GENÇ KRAL: Sen aç da görelim. Bakarsın bu defa başka bir şey çıkar. Eğer o düşündüğüm çıkarsa, yaşadın gitti balıkçı!
BALIKÇI: Düşündüğünüz şey nedir Değerli Kralımız?
KRAL: Sen hele yarıver şu balığın karnını.
BALIKÇI: Tamam, emredersiniz! Derhal yarıyorum.(Balığın karnını yarar) Aaa! Burada bir kadın var! Aaa! Kraliçemiz Gülbeyaz bu!
GENÇ KRAL: Gülbeyaz mı! Kraliçem mi!
HOCAHANIM: Gülbeyaz mı?
KALFA HANIM: Kraliçemiz mi?
1. AVCI: Kraliçemiz mi?
2. AVCI: Evet Kraliçemiz
3. AVCI: Kraliçemiz Gülbeyaz ha!
TELLAL; Evet evet oymuş!
1.MUHAFIZ:Yana çekilin, biz de görelim,
2. MUHAFIZ: Yaşasın, Kraliçemiz bulundu.
3. MUHAFIZ: Sağlığı nasıl sağlığı?
İYİ BÜYÜCÜ: Görmüyor musun, sağlığı da yerinde!
HEPSİ: Ya ya ya… Şa şa şa… Kraliçemiz Kraliçemiz çok yaşa!
Ya ya ya… Şa şa şa… Kralımız Kralımız çok yaşa!
GENÇ KRAL: Sizler de çok yaşayın ey Halkım! Hep birlikte çok yaşayalım!
(Balığın karnından çıkar, bitkin halde kendini Kralın kollarına bırakır)
GENÇ KRAL: Gel güzel karım. Gel biricik Kraliçem! Seni kaybettiğimi sanarak ne kadar üzülmüştüm bilemezsin! Seni bir daha bulamayacağım diye ne kadar üzülmüştüm, bilemezsin!
MASALCI DEDE: Bu işe tabii ki en çok kuzular sevindiler. Pıldırpıldırcık da az sevinmedi hani. Sanki köpek değil de insanmış gibi sevincinden şıkır şıkır oynuyordu havyvancık.
Kraliçe Gübeyaz’ın kurtulur kurtulmaz ilk işi kuzularıyla kucaklaşmak oldu. Kraliçe onlara nasıl sarıldı! Gözlerinden nasıl sevinç gözyaşları döktü, görülmeye değerdi! Buna hiç kimse dayanamadı. Herkes de onunla birlikte ağladı. Kral bile...
SAHNEDEKİ HERKES SESSİZ GÖZYAŞLARI DÖKER, ELLERİYLE GÖZYAŞLARINI SİLERLER.
Sekiz Çocuk sahneye girip göl manzaralı panoyu toplar, dışarıya taşırlar.
MASALCI DEDE: Bundan sonra hep birlikte saraya gidildi. Kralın birbirinden güzel üç kız kardeşi vardı. Onlar çağrıldı. Bu üç güzel prensesle Gübeyaz’in üç ağabeyi nişanlandı.
Kral emir verdi. Davullar çalınmaya, toplar atılmaya başladı. Yoksullara bol bol yiyecekler dağıtıldı.
SAHNEDEKİ HERKES ÇIKAR. SEKİZ ÇOCUK SAHNYE YENİ TEKORU TAŞIR. BU KEZ SAHNE KLAALN TAHT ODASINA DÖNÜŞECEKTİR.
GENÇ KRAL: (Tahtında oturmaktadır. Kraliçe Gülbeyaz da onun yanındaki başka bir tahttadır.) Size sahte kraliçeyi getirin demiştim. Nerede kaldı!
BİRİNCİ MUHAFIZ: Geliyor efendim…
Kara çingene iki muhafızın arasında elleri bağlı olarak huzura getirilir.
GENÇ KRAL: Söyle bakalım sahte kraliçe, bu karşındaki güzel kadın kim?
ÇİNGENE: Nereden bilirim ben kimdir! .
GENÇ KRAL: Peki sen kimsin!
ÇİNGENE: Kimsem kimim! Sana ne!
GENÇ KRAL: Doğru konuşmazsan kötü cezalanacaksın ama...
ÇİNGENE: Masalın başındaki Kırmızı bayrağı kara bayrakla değiştirip Gübeyaz’in ailesini acılara boğan da benim. Oooh, iyi yaptım! . Gübeyaz’ın ağabeylerini kuzuyu dönüştüren de benim! Oooh, ellerime sağlık! ... Senin kraliçeni göle atan da benim… Ben dünyaya kötülükler yapmak için gelmişim. Kötülük yaptıkça benim ömrüm uzar. Beni hiç kimse cezalandıramaz. Anlaşıldı mı? Beni kuyulara gömdüler yine kurtuldum. Sen bana hiç bir şey yapamazsın! Seni de kuzuya dönüştürmemi mi istiyorsun yoksa küçük Kral? ..
GENÇ KRAL: (Öfkeyle bağırır) Asıl ben seni öyle bir şeye dönüştürürüm ki ne olduğunu kendin bile anlayamazsın! (Muhafızlara seslenir) Muhafızlar, bana sarayın İyi büyücü’sünü çağırın!
BİRİNCİ MUHAFIZ: Baş üstüne Sayın Kralımız!
İYİ BÜYÜCÜ: (İçeriye girer) Ben de, bana bir ihtiyacınız olur düşüncesiyle size geliyordum zaten Sayın Kralım.
GENÇ KRAL: İyi ki geldin İyi büyücü! Bu haddini bilmez sahtekâr çingene büyücüye, büyülerinin en büyüğünü yapmanı istiyorum.
İYİ BÜYÜCÜ: Siz emredin yeter Sayın Kralım. Onu neye çevirmemi istersiniz? Bir kargaya mı, bir kurbağaya mı yoksa bir eşeğe mi?
GENÇ KRAL: Eşek! Bu iyi işte! Onu derhal eşek yapabilir misin?
İYİ BÜYÜCÜ: Yaparım tabii Sayın Kralım. Bu benim için çocuk oyuncağı…
ÇİNGENE: Sahiden yapabilir misin?
İYİ BÜYÜCÜ: Tabii ki yapabilirim. Ne demiş atalarımız? El elden üstündür.
ÇİNGENE: Haklısın galiba. Bilmem ki, ne yapmalı da kurtulmalı eşeklikten?
GENÇ KRAL: Eğer bu kuzulara yaptığın büyüyü bozarsan eşek olmaktan kurtulabilirsin.
ÇİNGENE: Söz mü?
GENÇ KRAL: Söz!
ÇİNGENE: Ne sözü?
GENÇ KRAL: Kral sözü?
ÇİNGENE: Tamam, bozacağım.
GENÇ KRAL: Hemen boz öyleyse!
ÇİNGENE: Bozuyorum… Ama büyü böyle herkesin içinde aydınlıkta yapılamaz. Beni karanlık bir yere götürün.
GENEÇ KRAL: Tamam, (Seslenir) Muhafızlar, kapının dışına götürün bunu!
Üç muhafız Büyücü Çingeneyle üç kuzuyu alıp kapının dışına çıkartırlar.
ÇİNGENE: (Sesi) Okus pokus dalaverakos… Büyüye inananlar ahmakostur… Bu kuzular yeniden eski şekline dönsünekostur! ..
1. AĞABEY: (Dışardan sesi) Meee… (Sahneye insan olarak girer, sevinçle ablasına koşar) Gülbeyaz!
2. AĞABEY: (Dışardan sesi) Meee…(Sahneye insan olarak girer, sevinçle ablasına koşar) Kardeşimiz!
3. AĞABEY: (Dışardan sesi) Meee… (Sahneye insan olarak girer, sevinçle ablasına koşar) Kurtulduk, yeniden insan olduk!
GÜLBEYAZ: Gelin benim canım ağabeylerim! Kucaklayayım sizi!
GENÇ KRAL: Ben de kucaklamak isterim Kayın biraderlerimi Kraliçem. (Kucaklaşırlar)
GÜLBEYAZ: Sizin sayenizde her şey çok güzel oldu Sevgili Kralım. Sana çok teşekkür ederim.
GENÇ KRAL: Dur bakalım, her şey daha da güzel olacak. Asıl şenlik bundan sonra başlıyor. (Seslenir) İyi büyücü!
İYİ BÜYÜCÜ: Buyurun Sayın Kralımız!
GENÇ KRAL: Bu Çingene Cadı’yı derhal eşeğe dönüştür.
İYİ BÜYÜCÜ: Emredersiniz efendimiz… Gel benimle karanlığa Çingene!
ÇİNGENE: Gelmem…
GENÇ KRAL: Muhafızlar,götürün onu İyi Büyücünün istediği yere.
İki muhafız onu sürükleyerek sahnenin dışına çıkartır.
ÇİNGENE: Olmaz! Olamaz! Bana yapamazsınız bunu! Bana söz vermiştiniz! Hani kral sözü nerede kaldı!
KRAL: Senin gibi sahtekarlara verilen söz tutulur mu hiç ahmak! Hem sözümü tutayım da daha bir çok insana zarar ver, öyle mi? Yağma yok! Derhal eşeğe dönüştür bunu İyi Büyücü.
İYİ BÜYÜCÜ (Sesi) Dönüştürüyorum efendimiz… Okus pokus dalmaverakos! Bu çingene
Eşeğe dönüşsünokus…
ÇİNGENE: (Dışarıdan anıtrtısı gelmeye başlar.) Aiii… Aiii… Ne oluyor bana!
Sahneye eşek olarak girer. Sahnede dört döner.
EŞEK: A iii… Aiii… Aiii… Eşek mi oldum şimdi ben! Aiii….
Sahneye doluşan Onun ardı sıra koşan 8 Çocuk ellerindeki çubuğu kıçına vura vura Cadıyı canından bezdirirler.
1. ÇOCUK: Bu Gübeyaz’ımızın ailesinin başına bela olduğun için!
2. ÇOCUK: Bu, sınıfta tın yapıp suçu Gülbeyaz’ın üstüne attığın için!
EŞEK: Hayır hayır, hepsini ben yaptım ama, işte onu ben yapmadım. AAAiii! ..
3. ÇOCUK: Bu, beyaz bayrağı kara bayrakla değiştirdiğin için!
4. ÇOCUK: Bu Gülbeyaz arkadaşımıza bin bir çile çektirdiğin için.
EŞEK: Vurmayın, yapmayın, ah yandım!
5. ÇOCUK: Bu onun kanını emdiğin için.
6. ÇOCUK: Bu ağabeylerini kuzuya çevirdiğin için.
EŞEK: Vurmayın, yapmayın, ah yandım!
7. ÇOCUK: Bu, ağabeyleri kasaplara kestirmek istediğin için!
8. ÇOCUK: Bu, Gülbeyazımızı göle attığın için.
EŞEK: Yeter be, yeter! Sersem sepelekler! Şu cezadan kurtulayım, hepinize de gösteririm ben!
GENÇ KRAL: Şimdi söyle bakalım çingene misin, büyücü müsün, dev misin, eşek misin, neysen? Kesin ceza olarak ne istersin?
EŞEK: Cezam bitmemiş midir daha?
GENÇ KRAL: Biter mi? .. Söyle bakalım, aşağıdaki şıklardan hangisini seçiyorsun?
a) Kırk katır mı istersin,
b) Kırk satır mı istersin?
EŞEK: (c) şıkkını isterim valla. Hiç biri yani.
KRAL: Hiç biri olmaz, ya a’yı seçeceksin ya b’yi…
EŞEK: O zaman, kırk satır sizlerin boynunuza uğrasın! Kırk katır isterim. Kırk katıra binip estire estire babam evine gitmek isterim.
GENÇ KRAL: Tamam. (Seslenir) Muhafızlar! Kırk tane katır hazırlattırın! Bu zalim büyücüyü de katırların kuyruğuna bağlayın. Sonra hayvanları dehleyin. Kendisi katırların ardı sıra, estire estire baba evine gitmek ister!
EŞEK: (Çıldırmış gibidir) Kalleşler, Aiii… Adiler! Aii… Yalancılar! Aiii.. Beni aldattınız! Söz verdiniz ama sözünüzde durmadınız! Aiii…
KRAL: Bütün bunları her zaman sen mi yapacaktın? Şimdi cezanı çek ki, bir daha kimseye kötülük yapamayasın!
MASALCI DEDE: Cadı Dev Anası cezasını çekti. Bütün dünya onun belasından kurtuldu. Bundan sonra Kral, arabalar hazırlattı. Hep birlikte Gübeyaz’in doğduğu köye gidildi. Orada köylüer Kralı, Kraliçe Gübeyaz’i, Artık prens sayılan üç ağabeyi ve onların eşi olan güzel prensesleri coşkuyla karşıladı.
Anne ve baba kızlarının köye bir kraliçe, oğullarının prens olarak dönmesine ne kadar çok sevindi bilemezsiniz.
Gübeyaz köye gelince ilk iş olarak ne yaptı biliyor musunuz? Kucağındaki köpeğiyle birlikte köyün okuluna gitti.
MASALCI DEDE BU KONUŞMAYI YAPARKEN SEKİZ ÇOCUK DEKORU DEĞİŞTİRİR. ELLERİNDE BİRER RAHLEYLE SAHNEYE GİRER, ONLARI İLK PERDEDEKİ GİBİ YERLEŞTİRİP GERİSİNDOE DURUR, AYAKTA BEKLERLER.
İçlerinden ikisi Koşturup Hoca Hanım Efendinin rahlesini, minderini getirir. Sonra tekrar yerlerine geçerler.
HOCA HANIM: (Rahlesinin Gerisine geçip oturur, uyuklamaya başlar.)
GÜLBEYAZ: Hoca hanım Efendi! Kim geldi bilin bakalım!
HOCA HANIM: (Telaşla uyanır.) Kim geldi, kim geldi? Aaa! Ülkemizin Kraliçesi gelmiş!
GÜLBEYAZ: Hayır, ben ülkemizin kraliçesi değilim. Sizin küçük öğrenciniz Gülbeyaz’ım.
HOCA HANIM: Gel, seni önce küçük Gülbeyazım olarak, sonra da kraliçemiz olarak kucaklayayım çocuğum…
GÜLBEYAZ: Verin elinizi öpeyim öğretmenim. (Hoca Hanım Efedinin elini öper.) Sana yüzlerce, binlerce kez teşekkür ederim Hoca Hanım Efendim.
HOCA HANIM: Neden bana teşekkür ediyorsunuz Kraliçem?
GÜLBEYAZ: Eğer siz olmasaydınız, Beni Hoca Evinden kovmasaydınız, beni gerçeklerle yüzleştirmeseydiniz, ben kardeşlerimi bulamazdım. Bütün bunları size borçluyum.
MASALCI DEDE: O anda Pıldırpıldırcık da bir şirinlik yaptı. Küçük köpek kendini göstermese olmazdı sanki. O da öğretmenin elini yalamaya başladı. Herkes küçük köpeğin bu teşekkürüne kahkahalarla güldü.
PILDIRPILDIRCIK: (Hoca Hanım Efendinin elini yalar.)
Gülbeyaz’ın eski sınıf arkadaşların da toplandığı Hoca Hanım Efendi’nin odasında Sekiz Çocuk, yaşça büyüdükleri anlaşılsın diye, erkek çocuklar kendilerine kömür kalemle bıyık yapmıştır.
GÜLBEYAZ: Arkadaşlar, size bir itirafta bulunacağım.
SEKİZ ÇOCUK: Söyle söyle…
GÜLBEYAZ: Hani şu, oyunun başında, Hoca Hanım efendi Tın yaptı diye beni cezalandırmıştı ya…
HEPSİ: Eee? ...
GÜLBEYAZ: İşte o gün…
1. ÇOCUK: Evet…
GÜLBEYAZ: Tın yapan…
2. ÇOCUK: Sendin değil mi?
GÜLBEYAZ: Hayır, ben değildim ama, köpeğim Pıldırpıldırcıktı!
HEPSİ: (Kahkahayla güler) Seni pıldırpıldırcık seniii! ..
PILDIRPILDIRCIK: (Utanır, başını önüne eğer.)
HOCA HANIM: Püf pÜf püf! .. Bu koku da ne! Kim tın yaptı yine? Sen yaptın değil mi Pıldırpıldırcık?
PILDIPILDIRCIK: (İsyan eder gibi havlar) Hav hav hav…
HOCA HANIM: Ne diyor bu, ne diyor?
PILDIPILDIRCIK: Hav hav hav…
GÜLBEYAZ: Valla billa ben yapmadım diyor.
PILDIPILDIRCIK (İsyan eder gibi havlamayı sürdürür.) Hav hav hav…
HOCA HANIM: Şaka şaka Pıldırpıldırcık. Tın mın yok…
GÜLBEYAZ: Ohhh! .. Ben de sahi sanmıştım…
MASALCI DEDE: Sonra anne ve baba da alındı hep birlikte bandolar zafer şarkıları çalarken, Kralın sarayına doğru yola çıkıldı.
İmdiiii… Gelelim sona. Gökten üç elma düştü, biri seyredip dinleyenlere…
SEYİRCİLER ARASINDAN BİR ÇOCUK: Bir tane elma hepimize yeter mi Masalcı Dede?
MASALCI DEDE: Yeter yeter… Masalların bir elması, bin olur! Eveeet, nerede kalmıştık? …Biri oynayan oyunculara, biri de bana. Bu masal da böylece sona erdi. Herkes erdi güzel bahtına, biz çıkalım altın tahtına.
BİTTİ
YAZARLA İLETİŞİM:
Tel: 0342 338 16 18 – 0505 553 47 44
İleti: [email protected] – [email protected]
Web: www.fevgun.com
GAZİANTEP/TÜRKİYE
Kayıt Tarihi : 19.6.2009 15:17:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fevzi Günenç](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/06/19/cocuk-tiyatrosu-23-pildirpildircik-cocuk-oyunu.jpg)
selamlar.
TÜM YORUMLAR (1)