Çocuk Tiyatrosu 16 Tilkinin Türküleri (Ç ...

Fevzi Günenç
551

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Çocuk Tiyatrosu 16 Tilkinin Türküleri (Çocuk Oyunu)

TİLKİNİN TÜRKÜLERİ
(Dünya Dostluk Haftası/Kasım sonunda)
Çocuk Oyunu: 16
Yazan: FEV

BU OYUNDA KİMLER VAR:
TİLKİ
KARGA
SÜS TAVUGU (Paçalı Tavuk)
HOROZ
ÇOMAR BEY
AĞAÇKAKAN
SİNCAP

DEKOR: Ormanın sonundan bir köşe. Sol tarafta bir kümes var.

TİKİ İLE KARGA SAHNE BOYUNCA GİDİP GELEREK YÜRÜYÜŞ YAPMAKDADIR.

TİLKİ: (Dertli dertli konuşarak yakınır.)
Bu dünyada gün yüzü göremedim karga kardeş.

KARGA:
Güneş şam şam şakıyor. Üstümüzde doğup üstümüzde batıyor. Daha nasıl gün yüzü göreceksin Tilkiciğim?

TİLKİ:
Ben “bekarım” diyorum, sen çoluk çocuk kaç tane diyorsun.

KARGA:
Yoo, öyle bir şey demedim.

TİLKİ:
Şimdi bir de öğretmenlik yapmalıyız buna. Bu bir deyimdir kızım. Ben ne diyorum, sen ne anlıyorsun, anlamında yani.

KARGA:
Eee… Öyle söylesene! Ne diye sol kulağını sağ elinle gösteriyorsun?

TİLKİ:
Bak, şimdi de sen bir deyim söyledin.

KARGA:
Deyim mi söyledim? Ben mi? ..

TİLKİ:
Evet… “Sağ elinle sol kulağını gösteriyorsun,” demek, sözü doğrudan söylemek varken eğip büyüp söylüyorsun demek istedin.

KARGA:
Ben mi öyle demek istedim?

TİLKİ:
Yok, babam.

KARGA:
Hani, baban burada mı?

TİLKİ:
Bırak şaklabanlığı Karga! Keyfim yerinde değil.Sen bilmeden bir deyim söyledin. Hem de bu deyiminle cinas yaptın.

KARGA:
Cinas mı? Cinas ne?

TİLKİ:
Kinaye…

KARGA:
Kinaye ne?

TİLKİ:
Sen de hiçbir şey bilmiyorsun Karga! Birden fazla anlamı olan sözlerin birinci anlamını değil de ikinci anlamını kastederek söylemeye kinaye ya da cinas denir. İğnelemeli söz yani senin anlayacağın.

KARGA:
Bir şey anladıysam kara karga olayım.

TİLKİ:
Kara kargasın zaten, salak!

KARGA:
Sahi, öyleyim. Peki, bir karganın bütün bunları bilmesi gerek mi?

TİLKİ:
Eğer hep kara karga kalmak istiyorsan gerek değil. Ama bilgili bir kuş olmaya niyetin varsa, her konuda az buçuk bilgili olman gerek.

KARGA:
Ben kargalığımdan memnunum.

TİLKİ:
Öyleyse hep öyle kara kal.

KARGA:
Tamam…

TİLKİ:
Ne oldu, küstün mü?

KARGA:
Yo, neden küseyim. Ben senin gibi akıllı bir Tilki miyim? Cahil bir kara kargayım.

TİLKİ:
Küstün işte… Kendi derdimizi unuttuk, şimdi de bunun gönlünü almaya uğraşıyoruz. Seni kırdıysam beni bağışla kargacığım.

KARGA: (Sevinçli)
Peki, bağışladım. Dostlar birbirine darılmazlar, değil mi?

TİLKİ:
İşte ben senin en çok bu huyunu seviyorum. Hiç bir zaman dargın kalamıyorsun kimseyle.

KARGA:
Sen beni bırak da şu senin derdini anlat.

KÜMESTEN TAVUK GIDAKLAMALARI DUYULUR.

TİLKİ:
Duyuyor musun?

KARGA:
Tavukları mı? Duyuyorum…

TİLKİ:
Aaah, ah!

KARGA:
Ne oldu?

TİLKİ:
Boş ver… Nerede kalmıştık?

KARGA:
Güneşin altında… Gökteki koskoca güneşi görmüyordun da “üstümüze doğmuyor,” diye sızlanıyordun. Oysa biz nereye gitsek güneş ardımızdan geliyor. Sense o güzelim güneşten kaçınıyor, gölgelerde yürüyorsun hep.

TİLKİ:
Hiç romantik değilsin be karga.

KARGA:
Nasıl yani?

TİLKİ:
Biz edebiyat yapıyoruz burada, edebiyat!

KARGA:
Edebiyat mı? O da ne?

TİLKİ:
Şiirsel konuşuyoruz yani?

KARGA:
Şiirsel? .. Yenir mi?

TİLKİ:
Yok, içilir.

SİNCAP YUVARLANARAK SAHNEYE GİRER. AĞAÇKAKAN DA ARDI SIRA GELİR.

SİNCAP:
Oooof… Of anam of! Az kalsın çanağı çatlatıyordum. (Doğrulur.)

AĞAÇKAKAN:
Ne oldu Sincapçığım?

AĞAÇKAKAN:
Daha ne olsun? Şu Karga ile Tilkiyi dinleyeyim, biraz bilgileneyim, dedim. Dalmışım, ağaçtan düştüm.

AĞAÇKAKAN:
Kötü bir şey olmadı ya…

SİNCAP:
Yok yok, olmadı. Ben günde elli kez düşerim ağaçtan.

AĞAÇKAKAN:
Eee, bir şeyler öğrenebildin mi bari?

SİNCAP:
Yok öğrenemedim. Onların konuştukları şeyi biliyordum ben zaten.

AĞAÇKAKAN:
Ne konuşuyorlardı ki?

SİNCAP:
Şiir…

AĞAÇKAKAN:
Şiir mi? Bana da öğretsene şunu.

SİNCAP:
Olur… Dinle. Şiir şöyle bir şeydir:
“Dalın ucunda fındık
Uzanamadık yandık.
Evimde var bir sandık
İçinde ceviz var sandık
Açtık, baktık, uyandık.”

AĞAÇKAKAN:
Rüya mı görmüşün?

SİNCAP:
Hııı.

AĞAÇKAKAN:
Şiir bu mu şimdi?

SİNCAP:
Bu.

AĞAÇKAKAN:
Bana yaramaz. Şiir sincaplara göre bir şeymiş demek ki? Hoşça kal. Ben gidip ağacımı kakayım yine. (Çıkar.)

SİNCAP:
Ben de gidip şu sandığa bakayım. Belki gerçekten ceviz vardır içinde. (Çıkar.)

KÜMES TARAFINDAN BİR KÖPEK HAVLAMASI DUYULUR.

TİLKİ:
Duyuyor musun?

KARGA:
Çomar’ı mı?

TİLKİ:
Çomar’ı… Köpeklerin en rezilidir o.

KARGA:
Neden böyle konuşuyorsun?

TİLKİ:
Beni kümese yaklaştırmıyor ama…

KARGA:
İyi bir köpektir Çomar. Yeter ki suyuna gitmeyi bil.

TİLKİ:
Köpeğin suyuna mı gidilir? Neyse boş ver… (İç çeker) Aaah, ah!

KARGA:
Yine niçin ah çektin Tilkiciğim?

TİLKİ:
Kimse anlamıyor beni.

KARGA:
Ben de mi anlamıyorum? ...

TİLKİ:
Bir tek sen anlıyorsun.

KARGA:
Bu doğru.

TİLKİ:
Ama sen de yanlış anlıyorsun köfte! Şiir yenilir miymiş, içilir miymiş… Lafa bak. Aşıklar şiir yazar, şiir.

KARGA:
Aşıklar mı?

TİLKİ:
Sakın “aşk nedir” deme bana şimdi de.

KARGA:
Aşk nedir?

TİLKİ:
Elinin körüdür.

KARGA:
(Ellerine bakar.) Elimin gözü yok ki körü olsun.

TİLKİ:
Bak Kargacığım. Aşk nedir, anlatayım sana.

KARGA:
Anlat anlat… İyi bir şeyse ben de alayım. Hangi markette satılıyor?

TİLKİ:
Elimin tersiyle çarparsam…

TİLKİ:
Ben ne yaptım şimdi?

AZ İLERDEKİ KÜMESTEN HOROZ ÖTKESİ DUYULUR. KARGA İLE TİLKİ SESİN GELDİĞİ YANA BAKARLAR.

TİLKİ:
Duydun mu?

KARGA:
Sağır değilim herhalde. Duydum elbette.

TİLKİ:
(Ağlar) Şanssızım ben, şanssız.

KARGA:
Ne oldu şimdi?

TİLKİ:
Baksana şu kel horoza…

KARGA:
Kümesin dışında değil ki, içinde. İçerdeki horozu nasıl görebilirim?

TİLKİ:
Ooof offf kahpe felek... Kimine kavun yedirir kimine kelek.

KARGA:
Kim kavun yemiş. Kime kelek yediriyorlar?

TİLKİ:
Horoz kavunun iyisini yiyor.

KARGA:
Yanlış. Sözün doğrusu armudun iyisidir. Onu da ayılar yer.

TİLKİ:
Kavunu horozlar yiyor.

KARGA:
Horozlar kavun yer mi?

TİLKİ:
Yiyorlar işte! Bize de kelek düşüyor hep.

KARGA:
Hani nerede?

TİLKİ:
Kavun dediğim tavuklardır a salağım. Onlar da kümesin içinde. Horoz efendinin hareminde en az on tane tavuk var.

KARGA:
Eee, bize ne bundan?

TİLKİ:
Bize ne olur mu? Benim şansıma bir tane bile düşmüyor.

KARGA:
Sen de vazgeç şu tavuk sevdasından canım. Git helal süt emmiş bir tilki kızı bul, onunla evlen…

TİLKİ:
Ahhh Kargacığım, ah… Sen Tilki olmadığın için bilemezsin bizdeki bu tavuk sevdasını…

KARGA:
Ama canım, ah çeke çeke öleceksin nerdeyse. Senin için üzülüyorum.

TİLKİ:
Ben de üzülüyorum kargacığım, ben de üzülüyorum kendim için. Şuradaki kümes var ya…

KARGA:
Varr…

TİLKİ:
Oradaki tavukları gördün mü hiç?

KARGA:
Tabii ki gördüm.

TİLKİ:
Yeni bir tavuk gelmiş. Onu da gördün mü?

KARGA:
Yeni bir tavuk mu? Yoo, görmedim. Nasıl bir şey o?

TİLKİ:
Adına Paçalı Tavuk mu, Süs tavuğu mu ne diyorlar Kargacığım. Sülün desem değil, keklik desem değil, tavus kuşu desem hiç değil. Bir içim su Canım!

KARGA:
Haaa, desene senin derdin bu, canım… Ben de bizim Tilki sabahtan beri neden ahlayıp ofluyor diyordum. Demek o süs tavuğuna aşık oldun.

TİLKİ:
Öyle oldu Kargacığım. Söyle ne olur, ben şimdi ne yapmalıyım?

KARGA:
Benim bildiğim süs tavukları, demin o senin dediğin şeylerden hoşlanırlar. Neydi o öykü müydü, roman mıydı? ...

TİLKİ:
Romantizm.

KARGA:
Kaldır ayağını, üstüne bastın! İşte ondan yapacaksın ona.

TİLKİ:
Nasıl yapacağım? Onu da söyle bari Karga...

KARGA:
Sanırım sen mandolin çalmayı bilirdin biraz, değil mi?

TİLKİ:
Eh, bir iki tıngırdatırız işte.

KARGA:
Koş, mandolinini al da gel.

AĞAÇKAKAN: (sahnenin bir başından girer.)
Ben getireyim mi mandolinini, Tilki abi? Ben getireyim mi, ha? ..

KARGA:
Getir getir.

AĞAÇKAKAN:
Biz da anlarız bu işten. Ağaçları kakarak ahenkli sesler çıkartırız sabah akşam.

KARGA:
Hay çıkartmaz olaydın. Bütün orman ağaçları bezdi senden. Yararlı bir iş yap. Tilkinin mandolinini getir bari, çabuk!

AĞAÇKAKAN:
Getiriyorum abla! Ne azarlıyorsu? Tak tak…

KARGA:
Getirirken mandolini de kakmaya kakma sakın, hayta.

AĞAÇKAKAN:
Merak etmeyin, kakmam. Mandolin hemen geliyor Karga ablam benim. (Sahnenin öbür kapısından hızla çıkar.)

TİLKİ:
Ne yapacağız mandolinle kargacığım?

KARGA:
Süs tavuğuna serenat yapacaksın.

TİLKİ:
Geç olmadı mı? Hava karardı…

KARGA:
Serenat zaten karanlıkta yapılır akıllım.

TİLKİ:
O da doğru ya…

AĞAÇKAKAN:
Mandolin geldi…

KARGA:
Ver bakalım şunu Tilkiye.

AĞAÇKAKAN: (Mandolini Tilkiye uzatır.) Ücret?

KARGA:
Ne ücreti?

AĞAÇKAKAN:
Aferin yok mu?

KARGA:
Aferin sana ağaçkakan.

AĞAÇKAKAN: (Sevinçle sahneden çıkar.) Yaşasııın, bugün bir aferin daha kazandım!

TİLKİ:
Ne yapıyoruz şimdi?

KARGA:
Mandolini çalarak şarkı söyleyeceksin.

TİLKİ:
Kime? ..

KARGA:
Bana değil herhalde… Süs Tavuğuna…

TİLKİ:
Şarkıyı kendisine söylediğimi nasıl anlayacak?

KARGA:
Pes doğrusu… Şununla da deminden beri bana öğretmenlik yapıyor, bilgi öğretiyorsun. Söyleyeceğin şarkıda Süs Tavuğu’nun adı geçecek. Şarkıyı ona söyleyeceksin.

TİLKİ:
Tamam, anladım.

KARGA:
Başla.

TİLKİ:
Bu işte bir terslik var ama ne...

KARGA:
Ne tersliği?

TİLKİ:
Benim bildiğim serenadı aşıklar aşağıdan yapar. Serenat yapılan kızın penceresi yukarıda olur. Kümesle biz aynı düzlükteyiz.

TİLKİ:
O iş kolay. Sen de serenadını yatarak yap.

TİLKİ:
Olur mu öyle şey?

KARGA:
Olur olur, bal gibi olur.

TİLKİ:
(Yere uzanarak mandolini çalmaya, şarkıyı okumaya başlar.)
Bugün ben bir güzel gördüm
Hayalimdedir tadı…
Hayal miydi düş müydü?
Süs Tavuğu muydu adı
Çiğ miydi, pişmiş miydi? ...”

KARGA:
Oluyor oluyor, devam et. Çok güzel…

HOROZ: (Kümesten çıkar, efelenerek uzun uzun öter.)
Ü-Ürü-üüü! .. Ü-Ürü-üüü! .. Ü-Ürü-üüü! ..

TİLKİ:
Eyvah, Horoz bey geliyor.

KARGA:
Boş ver şimdi sen horozu. Devam et..

TİLKİ:
Gelip beni gagalamasın…

KARGA:
Gagalamaz…

TİLKİ:
Ya gagalarsa…

KARGA:
Aşk uğruna katlanacaksın artık o kadarına…

TİLKİ:
Ben gagalanmak istemiyorum ama…,

KARGA:
Devam et, dedim sana…

TİLKİ:
(Mandolini çalmayı, şarkıyı okumayı sürdürür.)
Kız ben bugün seni gördüm düşümde…
Keklik misin, tavus musun, Sülün mü?
Ümüğüne çöksem senin ölün mü?

HOROZ: (Kümesten çıkar.)
Ü-ürü-üüü… Kimdir orada öyle serenat çeken, ha?

TİLKİ:
Horoz! İşi çaktı, aha…
Tüyelim Karga…

KARGA: (Dişlerinin arasından)
Telaşlanma… Tüymeye zaman var daha…

HOROZ:
Hey, oradaki! Kimsin? Kime serenat çekiyorsun sen bakiym?

KARGA:
Benim horoz bey, yabancı değil…

HOROZ: (Yumuşar, yaltaklanır.)
Siz miydiniz Karga Hanım? Ben de yabancı sandıydım. (Keyifli) Ne o? Bana serenat mı yapıyorsunuz?

KARGA:
Evet horozcuğum ama lütfen işin büyüsünü bozma.

HOROZ:
Büyüsünü mü bozuyorum?

KARGA:
Evet…

HOROZ:
Ne yapmalıyım?

KARGA:
Git, samanların arasına gömül. Gözlerini kapat, serenadımı öyle dinle.

HOROZ:
Tamam, peki, öyle yapacağım… (Giderken) Karga bana serenat yapıyor, Karga bana serenat yapıyor…

KARGA: (Tilkiye)
Devam et, devam et! Bolca Süs Tavuğu bulunsun şarkının içinde.

TİLKİ: (Çalar, söyler)
TİLKİ der ki paçayı çok severim
Şarkı söyler, paçacıyı överim.
Süs tavuğu yoğ ise o paçada
Feryat eder dizlerimi döverim.


HOROZ: (Kümesin kapısında görünür.)
Kargacığım, küçük bir yanlışlık yapıyoruz galiba…

KARGA:
Ne gibi bir yanlışlık Horozcuğum?

HOROZ:
Bana deminden beri Süs tavuğu deyip duruyorsunuz. Tavuk muyum ben? Horozum… Ayrıca sanki bir de Tilki söözcüğü geçti gibi geldi serenadın içinde. Yanılıyor muyum acaba?

HOROZ:
Ah, benim temiz kalpli horozum. Tabii ki siyasetten anlamazsın sen. “İşimizi başkaları çakmasın” diye ben mahsus öyle söylüyorum. Ben “Süs Tavuğum” dedikçe sen “Yakışıklı Horozum…” demek istediğimi anla, tamam mı?

HOROZ:
Tamam kargacığım. (Kümese girerken söylenir.) Umarım yoktur bu işim içinde bir hinoğlu hinlik.

KARGA:
Ah Tilkiciğim ah! Senin yüzünden ne dolaplar çevirmek zorunda kalıyorum. Yakında beni “Dolapçı Karga” diye çağırırlarsa, şaşmam.

TİLKİ:
Canım, benim… Dostluk budur işte… Şimdi ne yapıyoruz?

KARGA:
Serenada devam.

TİLKİ: (Çalıp söyler.)
Süs tavuğum, süs müsün
Yoksa bana küs müsün
Ortaya çıkıp da Tilkiye
Yüzünü göstermez misin?

SÜS TAVUĞU: (Kümesten çıkar.)
Kimdir o deminden beri bana serenat yapan civan?

TİLKİ: (Ayağa fırlar)
Benim caaanım efendim, ben!

ÇOMAR: (Sahnenin kapısında belirir.)
Sensin ha hain Tilki! Hav hav hav… Pusuda yatıyordum. Canına okudum şimdi senin!

HOROZ: (Sesi)
Kız gel içeriye! Meraklı Melahat! ..

SÜS TAVUĞU (Kümese girer.)
Aman aman! Girdik işte! Ne kıskanç şeysin sen…

TİLKİ:
Eyvah, tam işi pişirmiştim… Bu Çomar köpeği de nereden çıktı?

KARGA:
Kaçalım Tilkiciğim…

ÇOMAR:
Kaçmayın, geliyorum! Benim bekçisi olduğum kümesin tavuklarına serenat yapmak ha! Gösteririm şimdi ben sana.

KARGA İLE TİLKİ APAR TOPAR KAÇAR. KAÇARKEN MANDOLİN ORADA KALIR.

TİLKİ: (Yeniden sahneye girer.)
Mandolinim! Mandolinim orada kaldı.

ÇOMAR:
İşte geri geldi! Tutun, bırakmayın! Parçalamalıyım onu! (Eğilip yerden mandolini alır.) Bu nedir yahu!

KARGA: (Tilkiyi dışarıya çeker.)
Bırak şimdi mandolini. Çomar parçalayacak bizi…

TİLKİ:
Onu parçalayacağım, diyor, yani beni parçalayacak… Sana ne oluyor?

KARGA:
Çomar bu, belli olmaz işi.

SÜS TAVUĞU: (Yeniden kümesten çıkar.)
Ayol ne oluyor? Nedir bu kavga gürüldü? Hepsi benim için mi yoksa?

HOROZ: (Süs Tavuğunun adı sıra kümesten çıkar.)
Gir sen içeriye kız!

SÜS TAVUĞU:
Ay, ayol ne kadar maçosun sen! Kibar olamaz mısın biraz?

HOROZ:
Yerim şimdi kibarlığı…

SÜS TAVUĞU:
Çomar bile senden centilmen… Bak, benim için kavga ediyor.

ÇOMAR:
Ben sizin için kavga etmiyorum bayan. Görevimi yapıyorum.

HOROZ:
Aferin benim Canım arkadaşım. Dost dediğin böyle olmalı.

ÇOMAR:
Tost mu?

HOROZ:
Dosta bak sen dosta… Tost, dosttan daha önemli bunun için. Gidip kümesimde ağlayayım bari… (Kümese girer.)

ÇOMAR:
Ne yaptım şimdi ben buna? .. Birazcık yanlış anlamışsak ne çıkar şimdi yani?
Nankör Horoz! Onun için fedakarlık yaptığına değmez.
Bundan sonra da Tilki gelirse ona: “Buradan buyurun beyler, buradan…” diye yol göstermezsem, nolayım!

TİLKİ: (Sesi dışarıdan)
Mandolinimi isterim ben, mandolinimi… Onu çalmadan mutlu olamam ben…

KARGA: (Sesi dışarıdan)
Tamam canım, tamam… Fırsat kolluyoruz biz de burada herhalde. Bir çaresine bakacağız. Çomar elinden bıraksın, kapıp getireceğim.

ÇOMAR:
Bu elimdeki şey de ne işe yarıyor acaba?

KARGA: (Uçarak sahneye girer. Çomarın yanına gelir.)
O mu? O, Tilkinin mandolinidir Çomar bey.

ÇOMAR:
Mandalin mi? Yenir mi bu?

KARGA:
Hayır, çalınır.

ÇOMAR:
Ben de çalayım bari… (Mandolini ahenksiz tıngırdatır.)
Hem okudum hem de yazdım
Yalan dünya senden bezdim, oooy….
Dertliyim dertli…
Bir dost bulamadım
Gün akşam oldu…

KARGA: (Alkışlar.)
Bravo bravo…

ÇOMAR:
Bırak dalga geçmeyi. Bu iş bana göre değil. Gidip biraz uyusam iyi olacak. Nöbet tutup uykusuz kaldığına değecek kimse yok nasıl olsa bu dünyada. (Mandolini yere atar, gider.)

KARGA: (Mandolini yerden alır. Dışarıya seslenir)
Gel Tilkiciğim gel! Tehlike geçti. Kimse kalmadı buralarda.

TİLKİ: (Çekine çekine girer.)
Kimse kalmadı ha…

KARGA:
Kalmadı. Al mandolinini. (Uzatır.)

TİLKİ: (Mandolini alır.)
Teşekkür ederim Kargacığım. Bir tek sen varsın burada.

KARGA:
Öyle…

TİLKİ: (Mandolini Karganın elinden alır.)
Bir de mandolinim…

KARGA:
Hııı…

TİLKİ: (Çalıp söylemeye başlar.)
Gezgin oldum şu ormanı gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi dertlerimle okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

KARGA:
Aşkolsun Tilkiciğim. Peki biz ne oluyoruz? Biz dost değil miyiz?

TİLKİ:
Doğru be… Sen her zaman dostum oldun benim. Yaşasın! Benim bir dostum var!
(Yeniden çalar söyler.)
Dağlar kadar borcun olsa gam yeme
Karga gibi bir dostun olsun yeter.
Param yok, pulum yok, aşkım yok deme
Karga gibi bir dostun olsun yeter.
(Keyifli) Aman amaaan…

Bütün oyuncular alkışlayarak sahneye girer; Tilki’yi aralarına alır, izleyenleri selamlarlar.

BİTTİ

YAZARLA İLETİŞİM

FEVZİ GÜNENÇ
Tel: 0342 338 16 18 – 0505 553 47 44
İleti: [email protected]
MSN: [email protected]
www.fevgun.com

Fevzi Günenç
Kayıt Tarihi : 19.6.2009 14:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fevzi Günenç