Küçükken bizim köylerde çocuklar hep patik denen ayakkabı, iskarpin karışımı karışımı yazlık naylonlar giyerlerdi.Bu patik çarığa benzer ama çarıktan farklı olarak ayağın üzerinden geçip bileğinin alt tarafına doğru tam aşık kemiğinin altına gelen bir naylon parçası vardı, bu naylon kısmı Kilte denen demirle patige birleşirdi.
Bu demir o kadar uyduruktu ki patigi giydiğinin 3. Günü paslanır ve bu pas ayağının o kısmında pas rengi lekeler yapardı.Bu leke öyle çabuk geçecek gibi bir şeyde değil di hani.Mesela; patiği giymeyi bıraksan bile birkaç hafta o pas çıkmazdı.Patiğin özellikleri sadece bunla da sınırlı değildi.Çarığa benzedigi için üzerinde her hangi bir hava deligi bulunmuyordu.Tabii ki Çukurova’da yaz günü naylon ve kapalı bir ayakkabı varii olan bu nesnede ayakların durumunu tahmin edersiniz.Ben o sıcak yaz günlerinde ayakkabımı her çıkarışta aklıma Babaannemin çamaşır yıkadığında ellerinin aldığı o şekile benzetirdim ayağımı.Elleri de benim ayağım gibi buruş buruş ve bembeyaz olurdu babaannemin.Aarmızda bir fark vardı sadece benim ayağımın patigin içindeki kısmı bembeyaz diger tarafı kısmen güneşten ve çoğunlukla toz ve kirden simsiyah olurdu.
Kadirli’den tatil için köye geldiğimde ilk işim Büyükbabam’a bana bir patik aldırmak için baskı yapmak olmuştu.Çünki biliyordum ki Büyükbabam beni kırmazdı, nede olsa onun ismini taşıyordum.Bunu hep kullandım çocukluğum boyunca, belki şimdi bile kullanıyorumdur, kısıtlı zamanlarda bile olsa görüştüğümüzde.
Ve nihayet köyümüzün müdavim çerçisi Mahmut emmi yürümeye bile mecali kalmamış atıyla köyümüze geldi.Koşarak Büyükbabamı çağırdım birlikte çerçiye(çerçici derdik) gittik.Bana beyaz bir patik aldık.Tam o sırada köydeki arkadaşlarımın beni alel acele çağırdıklarını duydum, koş diyorlardı bana koş.
Ben de koşarak yanlarına vardığımda hep bir ağızdan gökyüzündeki leyleklere”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye bağırdıklarını duydum.Ne olduğunu anlayamamıştım, Mustafa bana sende bağırsana diyordu.Bende bağırınca ne olucak ki dedim.-Böyle bağırınca leylekler hemen hızla uçup evine giderler dedi.Ben de onlara katıldım, hep bir ağızdan bağırıyorduk”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye.Gerçekten de bizim duyan leylekler bir tek daire çizdikten sonra kararlı ve çok daha hızlı bir şekilde bir yöne doğru uçarak uzaklaşıyorlardı.Belki sesimizden ürküyorlardı? Kimbilir belki de dediğimizi anlıyorlardı.
Bu nerden mi aklıma geldi? Arkadaşlarla Sapanca Gölü’nün kıyısında hafta sonunu geçirmeye gittik.Orda, gökyüzünde göç eden leylekleri gördüm.Bir grup leylek nasılda beni alıp nerelere ve hangi zamanlara götürmüştü.Bağırmak istedim aslında yine”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye, ama bağıramadım, bağırsam kimse beni anlamayacaktı, anlasa bile acaba bu cümle çocukluğumdaki kadar güzel gelirmiydi ki bana?
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta